Google Play Store
App Store

Modernleşme sürecinde ve özellikle 20. yüzyılda dünyanın değişik ülkelerinde ortaya çıkan kitlesel kıyım ve soykırım deneyimlerini tartıştığımız tüm ortamlarda, hep bu sihirli cümle hep karşımıza çıkmıştır. ‘Ama ulus devlet kuruluyordu...”. “Elbette bu hiç kolay iş değildi’ diye devam eden bu itiraz biçimi, genellikle kitlesel kıyımları meşrulaştırma ya da görünmez kılma işlevini üstlenmiştir. Çünkü ötesinde söylenebilecek her şey ‘yüce ulus’a dokunma ihtimalini taşır ki bu da bir başka açıdan ‘kolay iş değildir.’ Dolayısıyla kıyımlarda ‘ölçü kaçmış’ olsa da bu, ulus olabilmenin kaçınılamaz bir sonucudur ve bir ölçüde “normaldir!”

Modern ulus devletlerin kuruluşu genellikle benzer bir seyir izlemiştir. Bundan dolayı ulusların geliştirdikleri kurumlar ve dil de büyük ölçüde ortaktır. Başına ulusal sözcüğü geçtiğinde ‘bağımsızlık’, ‘güvenlik’, ‘eğitim’, ‘bayrak’, ‘marş’, ‘ekonomi’ vb. kurum ve kavramlar adeta birer ‘kutsal’ araca dönüşürler. Bütün ‘ulusal ideallerin’ gerçekleşmesinin ancak şiddet yoluyla mümkün olduğu varsayımı da ortaktır. Keza etnik siyaset yapmanın ne kadar ‘mahsurlu’ bir iş olduğu fikri de bu ortak dilin bir parçasıdır. Hatta buna ‘etnikçilik’ diyerek aşağılamak ya da kriminalleştirmek de aynı söylem ve siyasetin bir neticesidir. Klasik sosyolojinin anlamak için peşine düştüğü olgunun, aslında toplum değil, ulus olması da bundandır.

∗∗

Tuhaf olan o ‘yüce ulus’un inşasına ve lüzumsuz ‘etnikçilik’ çabalarına odaklanan söylemin, dönemin sosyalistleri tarafından da hararetle benimsenmesiydi. Gerekçesi de ‘etnikçiliğin’ sınıfı böldüğü varsayımıydı. Gelgelelim bu tartışmaların yapıldığı zamanlarda dünyanın pek çok yerinde etnik gruplara mensup yüzbinlerce insan vahşice kırılıyordu.

Bütün olguların gösterdiği gibi ulus devletlerin kuruluşu, tam da ‘etnikçi’ bir politika üzerinden gerçekleştirilmişti. Ulus olmaya aday olup devletini kurabilenler, geri kalan tüm kesimler üzerinde her türlü politik müdahaleyi kendilerine hak görüyorlar ve bu ‘hak’kı uygun gördükleri her araçla kullanıyorlardı. Kendi aralarında geliştirdikleri yeni bir ‘uluslararası hukuk’la, birbirlerinin iç işlerine karışmamayı da tahahhüt ediyorlardı. Yani uluslar, iç işlerinde ‘özgür’dü. Peki ‘ulus olamayanlar’? Onlar da ‘ulus’ olabilenlerin görüşme masalarında müzakere konusu oluyorlardı. Kaderleri de büyük ölçüde o müzakerelerle belirleniyordu.

∗∗

Şu sıralar Suriye’de iktidarın yıkılması ve yeni bir iktidarın kuruluşu için devam eden hummalı çalışmaların en büyük konusu nedir derseniz, yine o müzakere masalarıdır. Öyle etkili bir müzakere olduğu anlaşılıyor ki koca bir ordu adeta buhar olmakta, ani bir şekilde yeni ordular kurulmakta ve bir kaç gün içinde kendi ‘kurtuluş savaşları’nı tamamlayabilmektedirler. Suriye’de bir ‘ulus devlet’in yıkılması ile ‘yeniden kurulması’ arasındaki sınır bu kadar ince ve belirsizdir.

Suriye, modernleşmenin şafağında imparatorluğun bakiyesi bir ulus devlet olarak kurulmuştu. Her yerde olduğu gibi Suriye ulus devleti de sınırlarındaki ‘ötekiler’i yok saydı veya yok etmeye çalıştı. ‘Etnikçiliği’ kendi dışında her kesime yasakladı. Hatta öteki bazı kimliklerden bireyleri ‘vatandaş’ bile saymadı. Bazı durumlarda şehirlerini bombaladı, fiziken yok etmeye çalıştı. Moda deyimle her yerde olduğu gibi orada da ‘bir ulus devlet kuruluyordu.’

Bugün, 20. yüzyılın başındaki ‘ulus devlet kurma’ siyasetiyle devam etmenin, benzer yeni gerilimler ürettiğini açık biçimde görmekteyiz. Aktörleri değişse de aynı politik perspektiften devam etmek, tarihi tecrübeleri yok saymak anlamına geldiği gibi, ‘yüce ulus’ söyleminin örtmekte kifayetsiz kaldığı gözyaşı ile yoğrulmuş sosyolojinin de devam etmesi demektir. Bu yüzden ulus devletlerin kendi inşa ettikleri nüfus, etnisite ve iskan politikalarıyla köklü şekilde yüzleşmeleri en büyük toplumsal ve siyasal ihtiyaç olarak duruyor. Hem yarattıkları maliyetin bedelini ödemek, hem de inançsal ve etnik bütün kimliklerin kendileri olarak, özgürce yaşayabildikleri ülkeler, devletler ve siyasal sistemleri inşa etmek için. Suriye, ne yazık ki bu ihtimale oldukça uzak bir mesafede duruyor.