Belki de artık yapılması gereken bankacı eğitim modelinin millî ve yerli tezgâhından çıkan tek tip nesiller yetiştirmek yerine ezilenlerle, ötekileştirilenlerle diyaloğa ve iş birliğine girerek katılımcı, radikal demokrasinin örneklerini sunan bir eğitim modelini benimsemektir.

Anamorfoz: ‘Öteki’lerin masalları

MERT TUTUCU

Paulo Freire Ezilenlerin Pedagojisi (2017) adlı eserinde eğitim modellerini bankacı eğitim modeli ve diyalogcu eğitim modeli olmak üzere ikiye ayırır. Bankacı eğitim yukarıdan aşağıya uygulanan, katı bir disipline dayanan, öğretmenleri bilgiyi iktidar aracı olarak kullanan özneler, öğrencileri ise aydınlatılmaya muhtaç bilgisiz nesneler şeklinde konumlandıran bir modeldir. Freire adı geçen eserinde bankacı eğitim modelinin niteliklerini şöyle sıralar: “a) Öğretmen öğretir ve öğrenciler ders alır. b) Öğretmen her şeyi bilir, öğrenciler hiçbir şey bilmez. c) Öğretmen düşünür, öğrenciler hakkında düşünülür. d) Öğretmen konuşur, öğrenciler uslu uslu dinler. e) Öğretmen disipline eder, öğrenciler disipline sokulur. f) Öğretmen seçer ve seçimini uygular, öğrenciler buna uyar. g) Öğretmen yapar, öğrenciler öğretmenin eylemi yoluyla yapma yanılsamasındadır. h) Öğretmen müfredatı seçer ve (kendilerine danışılmayan) öğrenciler buna uyar. i) Öğretmen bilginin otoritesini, kendi mesleki otoritesiyle karıştırır ve bu otoriteyi öğrencilerinin özgürlüğünün karşıtı olarak öne sürer. Öğretmen öğrenme sürecinin öznesidir, öğrenciler ise sadece nesnedir.” Görüldüğü gibi bankacı eğitim modelinde öğretmen devletin ideolojik aygıtlarından ve disiplin toplumunun inşa edilme sürecinin en önemli aktörlerinden bir tanesidir. Ezen eylem kuramını uygulayan bankacı eğitim modelinin aksine devrimci eylem kuramını uygulayan diyalogcu eğitim modelinde boyun eğdirmenin yerini iş birliği, kültürel istilanın yerini kültürlerarasılık, disiplinin yerini de özgürleşme mücadelesi ve örgütlenme alır.


Türkiye’de yukarıdaki iki eğitim modelinden hangisinin uygulandığını sormanın anlamsız olacağı kanaatindeyim. Bankacı eğitim modelinin baskıcı, kapalı, ötekileştirici tutumunun ilk tezahürü eğitim bakanlığının isminde kendisini gösterir: Millî Eğitim Bakanlığı. Eğer millî bir eğitimden bahsediyorsak ve eğer her şey zıddı ile kaim ise millî olmayan bir eğitimin de olması gerekir. Nedir millî olmayan eğitim modeli? Bilmiyoruz. Kaldı ki yalnızca eğitim bakanlığı olarak da adlandırılabilecek bir kurumun isminin başına millî sıfatının getirilmesi basit bir tercihten daha fazlasıdır. Bu yüzden Türkiye’deki bankacı eğitim modelinin kültürel istila uygulaması kurumun isminde başlamaktadır. O halde söz konusu eğitim modeliyle hazırlanacak müfredat da bu kültürel istiladan nasibini alacaktır. Millî Eğitim Bakanlığı’nın İlk ve Ortaöğretim öğrencileri için hazırlamış olduğu 100 Temel Eser listesi de bu istilanın bir göstergesidir. 100 Temel Eser listesinin hazırlanması oldukça faydalı bir uygulama gibi gözükse de asıl olan edebiyatın ideolojik bir nesneye dönüştürülmesidir. Bu liste ile edebî eserler ezen eylem kuramının araçlarından biri haline gelir. Devlet tarafından genç nesiller için steril bir edebî alan inşa edilirken, gençlerin “muzır edebiyat” eserlerine yönelmesi engellenmeye çalışılır. Ayrıca 100 Temel Eser’in nasıl hazırlandığı, öğrencilerin bu listenin hazırlanma aşamasında neden katılımcı olarak yer almadıkları, neden 100 eser seçildiği, 101. esere ne olduğu, bu yarışta ilk yüze giremeyen eserlerin neden temel sayılmadığı cevaplanması gereken sorulardır. Dahası millî sıfatının bir gereği olarak millî olmayan eserler listede saf dışı bırakılır. Buraya kadar ortaya konulan sebepler yüzünden listede Ömer Seyfettin vardır fakat Vartan Paşa yoktur, Ziya Gökalp vardır fakat Evangelinos Misailidis yoktur, Mesnevî vardır fakat Mem û Zîn yoktur, Dede Korkut Hikâyeleri vardır fakat Ermeni, Kürt, Laz, Çerkes, Çingene, Rum, Süryani masalları yoktur. Bu yüzden kaderi hep 101. eser olmak olan ‘öteki’lerin masallarından bahsetmek istiyorum.

Bahsedeceğim masal kitaplarından ilk üçü Can Çocuk Yayınları tarafından yayınlandı. Feyza Zaim’in derlediği Ermeni Masalları (2010) on dört masaldan oluşuyor. Kitabın arka kapağındaki şu cümleler diyalogcu eğitim modelinin dayandığı kültürlerarasılık, iş birliği ve özgürleşme unsurlarını çok güzel bir şekilde özetliyor: “Bu masallar hepimizin… Ermeni Masalları, Anadolu’da yüzyıllarca birlikte yaşamış insanların yarattığı ortak dili ve kültürü anlatıyor bizlere.” Muhsine Helimoğlu Yavuz’un derlediği sekiz masaldan oluşan Hıle ile Dıle/Kürt Masalları (2010) başlıklı kitabın önsözünde şöyle yazıyor Yavuz: “Dünya halk anlatıları, özellikle de masallar, dünya halk kültürlerinin ortak ırmaklarıdır ve hep birlikte kocaman, aydınlık, görkemli bir barış ve halk kültürü denizine, insanlık okyanusuna akar dururlar ve ortak bir dünya dili oluştururlar.” Ari Çokona tarafından derlenen Rum Masalları (2011) ise on altı masaldan oluşuyor. Çokona da farklı kültürlerin ortak denizine dikkat çekerek şöyle yazıyor: “Her masal aynı gibi gözükse de aslında ayrı birer dünyadır. Yine de tüm masal ırmakları aynı denize akar. Rum Masalları bizi bu ırmaklardan biri ile masal denizine ulaştırıyor.” Münir Yılmaz Avcı tarafından derlenen ve Sorun Yayınları’ndan çıkan Laz Masalları/Lazuri Parametepe (2005) hem yazarın çocukluğunda büyüklerinden dinlediği hem de farklı kaynaklardan elde ettiği masallardan oluşuyor. Kitapta masalların Lazcası ve Türkçe çevirisi bulunuyor. Nurdoğan Abaşişi’nin hazırladığı, Kolkhis Yayınları tarafından basılan Laz Halk Masalları/Lazuri Paramitepe (2005) başlıklı kitapta elli iki masalın hem Lazca asılları hem de Türkçe ve İngilizce çevirileri bulunuyor. Maya Kitap’ın yayınladığı Çingene Masalları (2019) halkbilimci Francis Hindes Groome’nin derlediği masallardan meydana geliyor. Kitapta Türk, Romen, Transilvanya, Slovakya, Moravya, Bohemya, Polonya, İngiliz, Galler ve İskoç Çingenelerinin masalları yer alıyor. Basımını KAFDAV Yayıncılık’ın yaptığı Çocuklar İçin Çerkes Masalları, Saniye Berzeg’in Türkçeye çevirdiği elli iki Çerkes masalını içeriyor. Diğer bir önemli eser ise Recep S. Tatar tarafından derlenen ve Su Yayınevi’nden çıkan Bu Toprağın Masalları (2010). Bu Toprağın Masalları; Ermeni, Arap, Kürt, Rum, Süryani, Çingene, Laz, Hemşin, Gürcü, Yahudi, Çerkes, Azeri, Tatar, Kazak, Türkmen, Özbek ve Terekeme masalları olmak üzere toplam kırk sekiz masal ihtiva ediyor. Kitabın tanıtım yazısı da oldukça anlamlı: “Bu Toprağın Masalları, bu topraklar üzerinde yaşamış, yaşayan ve bu toprakları etkilemiş tüm halkların izlerini taşıyor. Toplumların kendilerini ifade etmek için geliştirdikleri kültürel biçimler içerisinde temel öneme sahip olan masallar, halkların kendilerini oluşturma süreçlerini, bilinç biçimlerini kısaca toplumsal kültürlerini yansıtır. Masallar toplumların aynasıdır. Çocuklar bu aynaya bakarak büyür. Her toplum da kendini anlamak için bu aynaya bakmak zorundadır. Umarız yaptığımız seçki, barışın ve kardeşliğin tadını almış nesiller yetişmesine mütevazı bir katkı sunar.”

Belki de artık yapılması gereken bankacı eğitim modelinin millî ve yerli tezgâhından çıkan tek tip nesiller yetiştirmek yerine ezilenlerle, ötekileştirilenlerle diyaloğa ve iş birliğine girerek katılımcı, radikal demokrasinin örneklerini sunan bir eğitim modelini benimsemektir. Belki de artık yapılması gereken temel atan değil temel sarsan edebî metinlere bakmak, 101. eseri bulmaya çalışmaktır. Belki de artık yapılması gereken 1’in hem ne kadar örgütlü hem de ne kadar çoğul olduğunu göstermek için masallara şöyle başlamaktır: Bir varmış, bir çokmuş.