Türkiye’nin gündemi Başkanlık sistemine kilitlendi. Erdoğan müstakbel referandum sonucunu garanti altına almak için iç savaş çıkardı. Şehit sayısı yüzlerle ifade ediliyor. Hepsi yoksul Anadolu çocuğu. Çatışmaların ortasında kalan çocuklar, kadınlar, yaşlılar can veriyor. Cenazeler günlerce yerde kalıyor. Cesetler sokak hayvanları tarafından parçalanıyor. Yaralıların tedavi edilmesi engellenerek ölüme terk ediliyor.

Anayasa referandum kampanyası kan üzerinden yürütülüyor. Erdoğan bir taraftan HDP’yi kriminalize ederken, diğer taraftan MHP’nin misyonunu üzerine alıyor. Amaç referandum öncesi yapılması muhtemel baskın erken seçim öncesinde iki partiyi de baraj altında bırakmak.

Bu kötü gidişe dur demesi gereken bütün anayasal kurumlar teslim alınmış durumda. Memleketin kötü gidişini durdurmaya çalışan muhalif, muhafazakarsa FETÖ’cü, laik ve demokratsa PKK’lı ilan ediliveriyor.

Uzlaşma, referandum, seçim

Erdoğan bir taraftan kanla oyları konsolide etmeye çalışırken, diğer taraftan “seçim vaatlerimizi gerçekleştiriyoruz” diye kesenin ağzını açmış durumda. Bir elinde havuç, diğer elinde sopa var.

Erdoğan, başkanlık sistemiyle ilgili Türkiye’nin önüne 3 seçenek koyuyor.

1- TBMM’de uzlaşma 2- Referandum 3- Baskın erken seçim.

TBMM’de bir uzlaşma mümkün görünmüyor. Referandum kararı için TBMM’de yapılacak gizli oylamada 330 oy sayısına ulaşmak gerekiyor. AKP’nin 317 Milletvekili var. AKP’den verilecek fireler de dikkate alındığında, eksik kalan 13 Milletvekilinin tamamlanarak referandum kararı alınması zor görünüyor. Bu durumda baskın bir erken seçim, hemen ardından referandum ve en sonunda başkanlık seçimi yapılması ihtimali güçleniyor.

Demokrasi görünümlü faşizm

Eşit, özgür, adil ve rekabetçi bir seçimden bahsedebilmek için önkoşul demokrasinin varlığıdır. Demokratik ortam seçim yapacak yurttaşların hiçbir baskı altında olmadan eşit koşullar altında rekabet eden Partiler arasında karar vermesidir. Eğer demokrasi yoksa yapılan seçimler bir kandırmacadan ibarettir. Şimdi ana başlıklar halinde Türkiye’nin demokratik koşullarına bakalım.

1- Kuvvetler ayrılığı ortadan kalkmış. Yasama, yürütme ve yargı organları fiilen Cumhurbaşkanı’nın boyunduruğu altında.

2- Anayasa ve İç Tüzük ihlalleriyle TBMM fiilen lağvedilmiş durumda.

3- Hukukun üstünlüğü, kanun önünde eşitlik ve yargı bağımsızlığı gibi demokrasinin temel taşlarının varlığından söz etmek mümkün değil.

4- Basın özgürlüğü rafa kaldırılarak muhaliflerin sesini duyurması imkânsız hale getirildi.

5- Anayasa’ya göre tarafsız olmak zorunda olan Cumhurbaşkanı sınırsız yetki ve kaynakla sahaya inmiş durumda.

6- Valiler il başkanı, kaymakamlar ilçe başkanı gibi seçimlerde AKP için oy topluyor.

7- Kamu yatırımları ve sosyal yardımlar seçimlerde havuç ve sopa olarak kullanılıyor.

8- 8. İktidar partisi sınırsız kaynaklara sahipken, muhalefet partileri sınırlı bütçelerle kampanya yürütmeye çalışıyor.

9- 9. Bağımsızlığı Anayasa ile teminat altına alınmış TRT ekranlarından sürekli olarak AKP propagandası yapılıyor.

10- Seçim adaletini ve seçim güvenliğini sağlaması gereken YSK, yasaların açık hükümlerini uygulamaya korkuyor.

Yukarıda saydığım başlıklar artırılıp detaylandırılabilir.

Sonuç olarak; Türkiye’de eşit, özgür, adil ve rekabetçi seçimler yapmak için gerekli bütün demokratik kurum ve kurallar yok edilmiş durumda. Bu koşullar altında yapılacak tüm seçim ve oylamalar meşruiyetini yitiriyor. AKP gibi antidemokratik ve otoriter bir partiyle demokrasi çerçevesinde kurulacak her türlü siyasal ilişki faşizmi meşrulaştırma potansiyeli taşıyor.

Bu durumu bir an önce tespit ederek demokratik kurum ve kurallar tekrar tesis edilinceye kadar mücadele etmemiz gerekiyor. Bu mücadelenin bir parçası olarak Anayasa uzlaşma oyununa derhal son vermeyi, gerekirse seçimleri ve referandumu boykot etmeyi ve hayatın her alanını, şiddet içermeyen, demokratik direniş alanına dönüştürmeyi bir alternatif olarak değerlendirmeliyiz.