Anayasa ilk iş olmalı
Yıllardır ülke siyasetinin gündeminden hiç düşmeyen ancak bir türlü sonuçlandırılmayan en önemli konu anayasadır.
AKP-MHP iktidarının son günlere dek hemen hiç dilinden düşürmediği anayasa konusunda geçtiğimiz günlerde DEM Parti Eş Genel Başkanı T. Bakırhan açıklamalarda bulundu.
Giderek ağırlaşan “hukuksuzluk ortamı” yeni anayasayı öncelikli kılıyor. Anayasa için başvurulması gereken ana kaynak 1961 Anayasası’dır.
YANLIŞ BAKIŞLAR
AKP-MHP iktidarının anayasa arayışının tek amacı Başkan Erdoğan’ı bir dönem daha seçtirmektir. Yoksa, bir milletvekilini hapiste tutacak kadar AYM kararlarını hiçe sayan, yargıyı tamamıyla kendisine bağlayan, eğitimi ve kamu kurumlarını tarikat ve cemaatlere teslim eden bir yönetimden “özgürlükçü ve demokratik” bir anayasa önermesini beklemek, denir ya, “eşyanın doğasına” aykırıdır.
Bakırhan ise ayrı telden dem vuruyor; geçen hafta CHP genel merkezinde Genel Başkan Ö. Özel ile görüşmesi sonrasında 1921 Anayasası’nın “tüm halkları kapsayıcı olduğunu” öne sürdü. CHP Genel Başkanı konuşmasında ilginçtir, hiç söz etmedi. Anımsarsanız, 1921 Anayasası, CHP’yi kimliksizleştirmekten ve bu partinin sırtından 38 sağcı milletvekilini Meclis’e göndermekten başka bir iş başaramayan ünlü Altılı Masa’nın anayasa önerisi olarak da dile getirilmiş ve bu köşede sert bir biçimde yerilmişti. Özetle yineleyelim: 1921 Anayasası, Kurtuluş Savaşı koşullarında, padişah ve hilafetin henüz kaldırılmadığı dönemde hazırlanan çok dar kapsamlı ve çağdışı bir düzenlemedir.
Cumhuriyet’in Kuruluş Anayasası 1924’tür ve onun oluşturduğu “hukuk ve kurumlaşma yapısı” o kadar sağlamdır ki, Türkiye, bu anayasa ile çok partili demokrasiye geçmiş; iktidarın ve muhalefetin “eşit koşullarda” tek dereceli seçime girmelerini ve iktidarın ülke tarihinde ilk kez “barış içinde” el değiştirmesini gerçekleştirmiş; Avrupa Konseyi çağrılı üyesi ve buradan Avrupa İnsan Hakları Bildirgesi’nin -AİHB hazırlanmasına katılmış ve o hakların korunması amacıyla kurulan AİHM’ye üye olmuştur. 1950’lerin ikinci yarısında yaşanan çok ağır ekonomik ve siyasal bunalım koşullarında 1960’a ulaşılmıştır.
NEDEN 1961?
Anayasacılığımızın tarihsel olarak uzak ara “en gelişmiş biçimi” 1961 Anayasası’dır.
Ülkenin benim “özgürlüğün en güzel on yılı” dediğim yılları bu dönemde yaşandı. Oluşan düşünce ve anlatım özgürlüğü ortamı, demokratik siyasal katılım, temel insan haklarının ekonomik ve sosyal haklarla taçlandırılması, bilimden her türlü sanata o büyük “toplumsal uyanışı” olanaklı kıldı. Ülke 1930’larda lise ders kitaplarında şiirleri bulunan en büyük şairi Nâzım Hikmet’i 25 yıl sonra okuma olanağı buldu. İlk yasal sosyalist parti-TİP kuruldu ve aldığı oy oranında milletvekili ve senatör ile TBMM’ne girdi. Sendikal haklar çok güçlendi; DİSK kuruldu. Yasama çift meclisle güçlendi; yargı bağımsızlığı yerleşti; AYM kuruldu; yürütme erkinin gerek hukuksal, gerekse parasal konularda etkin denetimi, sırasıyla Danıştay ve Sayıştay ile temellendirildi; üniversite özerkliği ve basın özgürlüğü anayasal güvenceye alındı.
On yılın sonlarına doğru “Türkiye bu anayasa ile ülke yönetilemiyor” diyen yerli ikilinin: dönemin tek başına iktidar olan Adalet Partisi ve dönemin Genelkurmay Başkanı’nın işbirliği ve belirleyici etken ABD’nin “haşhaş” gerekçeli ebeliği ile 12 Mart 1971 faşizme giriş darbesi yapıldı. Onu 12 Eylül 1980 tamamladı. ABD ve onun Türkiye’deki işbirlikçileri ve destekçileri 1961 Anayasası’nı yok ettiler ve bugünlere gelindi.
HEMEN, ŞİMDİ!
Toplumsal yaşamın her alanında korkutucu bir hukuksuzluk yaşanıyor. Hukuksuzluğun düzeltilmesinin “başlangıcı” yeni anayasadır.
CHP Genel Başkanı Özel, çok doğru bir yaklaşımla “AKP ile anayasa konuşmayız” diyor; ancak, devamını getirmiyor. CHP yönetimi, “bir an önce” parti içi tartışmalardan kurtulmalı; yine hiç zaman yitirmeden iktidara yürüyen bir parti özelliğiyle topluma, “en geniş katılımla” hazırlayacağı bir özgürlükçü anayasa önerisini sunmalıdır.
Demokratik anayasa, “hemen seçim” isteğinin en başta gelen gerekçesi yapılmalı ve tüm partilerin bu süreçteki tutumu açıklık kazanmalıdır.
Unutulmamalıdır ki Anayasa ile bugünlerde gündem olan asgari ücret düzeyi arasında çok güçlü bir özgürlük bağı vardır; yasaklara aldırmadan hakları için yürüyen emekçilerin kanıtladığı gibi özgürlük ekmektir.