Google Play Store
App Store

AKP iktidarı ya da aynı anlama gelen Başkan Erdoğan, “Bu Anayasa ile yola devam edemeyiz” diyerek yeni bir anayasa yapılmasında ısrar ediyor.

Anayasalar, “toplum sözleşmeleridir”. Bu nedenle, yeni anayasanın, “milli görev” diye dayatılması yerine toplumsal gelişim içinde ve nesnel olarak değerlendirilmesi gerekiyor.

BİRİKİM VAR, ANCAK 

Ülkenin oldukça zengin bir anayasa deneyimi ve birikimi var.

Öncelikle o deneyim ve birikimden yararlanılmalıdır ve başvurulması gereken ana kaynak 1961 Anayasası’dır.

Cumhuriyet’in kuruluşunun, 1945 sonrasında çok partili siyasal yaşama geçilmesinin ve on yıllık Demokrat Parti yönetiminin deneyim ve birikimlerinden gelen ve “hukukun evrensel değerlerini”  esas alan 1961 Anayasası, özellikle hak ve özgürlükler yönüyle çağdaş düzenlemedir.

1961 Anayasası ile hak ve özgürlüklere bütüncül yaklaşılıyor; kişi hakları;  temel hak ve özgürlükler; siyasal haklar ve bunların altyapısı ya da dayanağı özelliğiyle en az bunlar kadar önemli olan ekonomik ve sosyal haklar anayasada birbirini tamamlayan bir biçimde yer alıyor.

Çok özet olarak, 1961 Anayasa’sı, birbirini destekleyen şu dört ayak üzerinde yerleştiriliyor: 1.Hukukun üstünlüğü ve kurumlarıyla hukuk devleti 2.Çok açık bir biçime güçler ayrılığı; 3.Ekonomik ve Sosyal Haklar ve 4.Siyasal Katılım.

Anayasada öngörülen özgürlükçü dönüşümün temeli, devletin hukukun evrensel değerlerine göre yapılandırılması ve ona dayalı hukuk devletidir. Anayasa, bu nitelikteki hukuku, Anayasa Mahkemesi ve “tamamıyla siyasetten bağımsız”, kendi iç kurumsal yapısından oluşan Hakimler Yüksek Kurulu ile bütün organ ve kuruluşların, iki meclisli TBMM dahil, üstüne çıkarıyor.

1961 Anayasası, “düşünce ve bunun açıklanmasını”, özellikle de halkı bilgilendirmenin temeli olan basın-yayın özgürlüğünü; toplumsal gelişmenin dayanağı olan bilimsel özgürlük ve üniversite özerkliğini güvence altına alıyor. Çok daha yeni bir düzenleme olarak, 1961, “çalışma,  eğitim ve sosyal güvenliği” “insan hakkı” olarak düzenliyor.

Vurgulamak gerekiyor, 1961 Anayasa’sı laikliği düşünce özgürlüğünün güvencesi olarak düzenliyor; ancak, bununla yetinmiyor; o güvencenin geleceğini sağlama bağlıyor; şöyle diyor: Devlet, kişinin temel hak ve hürriyetlerini… Sınırlayan siyasi, iktisadi ve sosyal bütün engelleri kaldırır. (m. 10/2). Ve hiçbir yorum gerektirmeyecek açıklıkla ekliyor: Kimse, Devletin sosyal, iktisadi, siyasi veya hukuki temel düzenini, kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma… amacıyla…kötüye kullanmaz (m.19).

O yılların özgürlük ortamı dönüşüm niteliğinde sonuçlar yaşanmasını sağladı; düşünce özgürlüğü toplumsal yapının bilimsel yöntemlerle araştırılmasına olanak verdi; ilk yasal sosyalist parti, Türkiye İşçi Partisi-TİP kuruldu ve yapılan ilk seçimlerde aldığı yüzde üçe yakın ile meclislerde yer aldı. Gerçek emekçi örgütü DİSK kuruldu; her türlü düşünsel ve sanatsal yaratıcılık daha da canlandı.

Kısaca, toplum 1961 Anayasası ile tarihinde “özgürlüklerin en güzel on yılını” yaşadı.(Ayrıntı için bkz. benim “Cumhuriyet Çağdaşlaşmasından Günümüze Türkiye’nin Değişimi, Remzi Kitabevi, 2. Basım, ss.143-187).

1961 Anayasasıyla oluşan özgürlük ortamı, bu ülkenin sağcılarının çabaları ve ABD’nin  12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbeleriyle yok edildi. Bir taraftan o Anayasanın olan ve olabilecek savunucuları hapsedildi; işkenceden geçirildi ve öldürüldü. Diğer taraftan da Siyasal İslâm’ın önü olabildiğince açıldı.

İKİ KONU, BİR SONUÇ 

Önce, 1961 Anayasası’nın  “niteliğine” bakılmalıdır. Bu yapılmadan 1961’ın “darbe anayasası” diye silip atmak gerçeklerden uzaklaşmak olur. Çünkü,  öncesi ve sonrasıyla 27 Mayıs’ta ABD’nin ne ölçüde belirleyici olduğu, “idamlar dahil” bu konudaki ABD arşivleri açıklanmadığından bilinmezliğini koruyor.

Sonra, 1961 Anayasası, Cumhuriyet’in değerlerinin, ülkenin ve insanlığın gelişmeleri göz önünde tutarak, onları geliştirerek ve güçlendirerek Kurtuluş ve Kuruluşa göre daha ileri bir aşamaya taşınması girişimidir; bu nedenle nesnel olarak yok sayılamaz.  Ülkenin sağcı siyasetçi ve yazarlarının yıllardır yaptığı bu  “yok” sayma ve yalnızca 1921 ve 1924 Anayasalarını öne çıkarma girişimleri te sözcükle, körlüktür.

Sonuç olarak, yeni anayasa ülkenin Cumhuriyet’in değerlerinden her gün biraz daha uzaklaştırılmış olduğu bir ortamda yapılmak isteniyor.

Daha da önemlisi, ülkeyi Cumhuriyetin değerlerinden her gün biraz daha uzaklaştıran ve yeni bir anayasayı dayatan AKP, 31 Mart 2024 Yerel Seçim sonuçlarına göre  “ikinci partidir” ve siyaset bilimindeki ünlü deyimle artık “topal ördektir”. Nüfusu ve ekonomisiyle toplumun yaklaşık dörtte üçünü yöneten CHP başta olmak üzere tüm muhalefetin AKP topallığını sürekli olarak vurgulaması gerekiyor.

Ayrıca, bir yıl önce yapılan genel seçimlerdeki yenilgisiyle ülkenin uçuruma sürüklemesinin “ihanet edercesine” baş sorumlusu olan CHP’nin önceki Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun, sağcıların “kullanışlı bir oyuncağı” olarak yeniden piyasaya sürülmesi ve CHP’de iç kavga varmış görüntüsünü vermesi de AKP’yi kanatlandırmaya asla yetmez.

İktidar, anayasa ısrarından, hukuku, eğitimi, güvenliği, barışı ve ekonomisi ile giderek yoksunlaşmakta olan topluma dayatmaktan tez elden vazgeçmelidir.