Google Play Store
App Store

Hizbullah, İsrail’in işgal ve ilhak ettiği Suriye’ye ait Golan Tepeleri’ne roket saldırısı düzenleyince bölgesel savaş olasılığı tekrar uluslararası gündemin tepesine yerleşti. THY dahil birçok şirket Beyrut uçuşlarını askıya aldı. ABD ve AB üyeleri dahil bazı ülkeler vatandaşlarını derhal Lübnan seyahatlerini gözden geçirmeye veya Lübnan’ı terk etmeye çağırdılar.

Ortadoğu havasından hiç eksik olmayan ateş ve barut kokusu iyice yoğunlaştı. Bu havayı biraz dağıtabilecek olanların, başta ABD, İsrail’in sırtını sıvazlamaktan vazgeçip onu derhal ateşkes ve uluslararası hukuka uymaya zorlamak gibi bir niyeti yok.

İşte bu ortamda, Ankara ve Tel Aviv arasında iniş çıkışlarla süren sözel yaylım ateşi, Erdoğan’ın hafta sonu Rize’de kurduğu cümlelerle tekrar başladı: “Biz nasıl Karabağ’a girdiysek, nasıl Libya’ya girdiysek bunun benzerini aynen onlara da yaparız. Yapmamak için hiçbir şey yok.

Uluslararası medya bu sözleri anında Türkiye’den İsrail’e “girme tehdidi”, İsrail medyası da “işgal tehdidi” olarak haberleştirdi.

Karşı ateş, İsrail Dışişleri Bakanı Katz’dan geldi!

Nasıl geldi, ne demiş diye merak edenlerin, bizim medyanın genelinden öğrenebildiği yalnızca “Erdoğan’ı hedef alan paylaşım”dı. Katz’a verilen karşılıklardan anlayabildiğimiz de, Katz’ın “Sayın Cumhurbaşkanımıza yönelik hadsiz ifadeler” kullandığıydı.

Belli ki, o ifadelerin ne olduğunu yazmak ve öğrenmemiz uygun bulunmamış!

Bu noktada, bizdeki gazetecilik ile İsrail’inki arasındaki farkı, “ne yazık ki” diyerek ifade etmeliyim. Baktığım İsrail gazetelerinin tümü, Erdoğan’ın sözlerini ve Katz’ın cevabına Türkiye’den gelen tepkileri tırnak içinde aynen aktarıp, Netanyahu’nun Hitler’le kıyaslandığını okuyucularına iletirken, bizim gazete ve televizyonların çoğundan Katz’ın ne dediğini öğrenmek mümkün olmadı.

İsrailliler Türkiye Dışişleri’nin “Soykırımcı Naziler nasıl hesap verdiyse, Filistinlileri yok etmeye çalışanlar da öyle hesap verecek. … Soykırımcı Hitler’in sonu nasıl olduysa, soykırımcı Netanyahu’nun sonu da öyle olacak” dediğini, aynı Hitler kıyaslamasının pek çok başka yetkili tarafından da yapıldığını kendi medyalarından öğrendiler.

Bizde ise, BirGün, Cumhuriyet gibi birkaç gazete dışındaki yayınları takip edenler, İsrail Dışişleri Bakanı Katz’ın; “Erdoğan, Saddam Hüseyin’in yolundan gidiyor ve İsrail’e saldırmakla tehdit ediyor. Orada ne olduğunu ve nasıl sona erdiğini hatırlaması gerekir” dediğini öğrenemediler.

Ortadoğu havasından hiç eksik olmayan barut kokusu iyice yoğunlaşınca, toplumsal tarihinde 6-7 Eylül gibi kara günler olan Türkiye’de de hissedilecektir.

Hal böyleyken, Meclis gündeminde HÜDA-PAR’ın 4 bin kadar Yahudi vatandaşın İsrail’e giderek soykırım suçu işlediği iddiası ve vatandaşlıktan çıkarılmaları talebiyle verdiği bir yasa teklifi var!

İsrail’in katliamlarına insanlık adına karşı çıkıyoruz. Türkiye’de, zor zamanlarında kucak açmakla övündüğümüz Yahudi vatandaşlarımızın sayısı 15-20 bin kadar. Türkiye pasaportu da taşıyan 4 bin kişinin Gazze’de soykırım suçu işlediği iddiasının ne kadar doğru olduğunu bir yana bırakıyorum. Ancak, ülkeyi saran havadan ürken, korkarak yurtdışına çıkan, İstanbul’dan, İzmir’den uzaklaşıp güvenlik arayan Yahudi vatandaşlarımız olduğunu biliyorum. Gazze’de yaptıklarından dolayı İsrail’i lanetlemek ne kadar vicdani ve insani bir sorumluluksa, bu ülkenin Yahudi vatandaşlarının korkusuz uyumalarını sağlamak da bizim için o kadar insani bir sorumluluk, iktidar için de vatandaşlarına karşı yükümlülüktür!