Gezi’nin faturasını 5 arkadaşımıza çıkarmak büyük haksızlık. Yeni barikatı arkadaşlarımıza sahip çıkma hattından kurmalıyız. Aksi takdirde hiçbirimizin ileride “Ben oradaydım” demeye hakkı da yüzü de olamaz.

Ankara’da hakimler yokmuş
Gezi Parkı’ndaki ağaçların kesilmesine karşı başlayan direniş daha sonra adalet ve özgürlük talebiyle tüm ülkeye yayılmıştı. (Fotoğraf: Depo Photos)

Yargıtay’ın Gezi Davası kararının akla, mantığa, vicdana, hakka, hukuka tamamen aykırı olduğu apaçık ortada. Milyonlarca kişinin katıldığı, doğrudan öznesi olduğu, şimdi de sahip çıktığı Gezi eylemlerinin faturasını 5 (8) arkadaşımıza çıkarmak haliyle onlara büyük haksızlık. Kendi iradesiyle, hiçbir yerden talimat almaksızın bizler gibi Gezi eylemlerine gönüllü katılmış milyonlarca kişinin kandırılmış, birilerinin amaçlarına alet olmuş gibi sunulması ise bizlere haksızlık.

Yargıtay’ın bu kararı kurumsal yapıların ne denli yıprandığını, adalete olan güvenin neden böylesine erozyona uğradığını gösteriyor. Böylelikle Yargıtay’ın bundan sonraki kararlarına da otomatikman şüpheyle bakılacak, siyasi telkinler doğrultusunda şekillendiği düşünülecek. Aslında başkanlık rejimi belki de bu durumdan yüksünmüyor aksine bunu amaçlıyor. “Bizim sistemimizde kanunlar, kurallar, kurumlar zerre önem taşımaz; hele ki, rejim ile ters düşerseniz, hoşa gitmeyen eylem ve davranışlarda bulunursanız tez elden cezalandırılırsınız. Aksine rejimin dümen suyunda giderken, birtakım yolsuzluklara, usulsüzlüklere, kanunsuzluklara bulaşsanız bile, en düşük fatura ile kurtulmanız için elimizden geleni esirgemeyiz” mesajı verilmek isteniyor.

PİYASALARDA VİCDAN ARANMAZ

Karar tam da Merkez Bankası iki faiz artışı yapınca, piyasacı çevrelere “Normalleşiyoruz, Türkiye yeni bir hikaye yazıyor” söyleminin dolaşıma sokulduğu bir kavşakta geldi. Nitekim ABD’nin en büyük yatırım bankası, Mehmet Şimşek’in uluslararası fon yatırımcılarıyla görücüye çıktığı toplantıların organizatörü Goldman Sachs Türkiye’nin “carry trade” için uygun duruma geldiği “müjdesini” verdi. Bilindiği gibi carry trade, vur-kaç amacıyla göreceli düşük faizli bir para biriminden borçlanıp, bir punduna getirdiğinde çıkmak üzere daha yüksek faiz veren ülkenin finansal varlıklarına park etme işlemine deniyor. İsterseniz işin ekonomik yönünü şimdilik bir yana bırakalım. Ancak finans kapitalin demokrasi, özgürlükler, insan hakları gibi “hassasiyetleri” olduğu varsayımını pratiğin yalanladığını söyleyelim. Pekala elverişli koşulları bulduğu zaman, “sıcak para” baskıcı rejim, hukuksuz mahkeme kararları gibi “ayrıntıları” dert etmeksizin o ülkeye rağbet eder. Olsa olsa kendi açısından  öngörülebilirlik talep eder. Piyasacı yorumcular da, bugün olduğu gibi bu durumdan tınmaz, üç maymunu oynayıp “doğru yoldayız” söylemlerini iştihayla sürdürürler.

MALUM DIŞ GÜÇLER TERANESİ

Mahkemenin 78 sayfalık karar metninin girişinde, Gezi’nin ABD’deki Occupy hareketinden esinlendiği iddiası var. Gezi tamamen Türkiye’nin iç dinamiklerinden, AKP rejiminin yarattığı haksızlık ve adaletsizliklere tepkiden kaynaklanan özgün bir hareket niteliği taşısa da, dünyanın farklı coğrafyalardaki eşitlik ve özgürlük mücadelelerinden beslenmesi kadar doğal bir şey olamaz. ABD’deki, 1’e karşı %99’u temsil eden Wall Street işgal eylemlerinin talepleri ve demokratik tartışma yöntemleri elbette Gezi’ye de esin kaynağı olmuştur. Arap Baharı’nın demokrasi, özgürlük, insan hakları arayışları; Küresel Finansal Kriz sonrası Madrid Puerto del Sol, Barcelona Katalunya meydanında yükselen Öfkeliler Hareketi’ndeki gençlerin yaratıcı sloganları, Yunanistan’da Syntagma Meydanı’nı üs seçen Troykaya’ya karşı tepkiler de Gezi’ye belli ölçüde fikri malzeme vermiş olabilir.

Gezi yurtiçi, yurtdışı fark etmeksizin hep halkın, ezilenlerin, horlananların seslerine kulak verdi. Oysa aynı süreçte Mısır’daki Müslüman Kardeşler güdümlü Mursi iktidarına sonuna kadar destek sunan, Libya’da Kaddafi’nin devrilmesi sonucu ganimet paylaşma kavgalarına giren, Suriye’de Esat rejiminin devrilmesi için, Cihatçı çeteleri örgütleyen hep AKP devletiydi.

GEZİ KOLEKTİF BİR İTİRAZDI

Evet Gezi isyanı yeşil alanı koruma amaçlı çevreci duyarlılıklardan ve halkın ortak kullanım alanını özelleştirerek AVM yapma girişimine karşı kamucu bir duruştan fitillendi. Gelgelelim tabii ki mesele sırf “3-5 Ağaç” değildi. Meydanların toplantı ve yürüyüşlere kapatılmasına tepki, yaşam tarzını koruma amaçlı laiklik kaygıları, iktidar sahiplerinin kamu kaynaklarıyla lüks ve debdebeli bir hayat sürmesinin yarattığı rahatsızlık, farklı kimlik ve tanınma taleplerinin yadsınmasından mayalanan huzursuzluk, özellikle gençlerin ve beyaz yakalıların tarikat-cemaat-yandaşlık ağlarının önlerini kapamasından, kariyerlerini tehlikeye atmasından duydukları rahatsızlık ve tabii ki kadınların kendilerini ikinci sınıf yurttaş gören zihniyete karşı direnme kararlılıkları hep Gezi’nin dinamikleri arasındaydı.

Aslında hepimizin kolektif öznesi olduğu Gezi barışçıydı, demokratikti, paylaşımcıydı, dayanışmacıydı. Farklı toplum kesimlerinin birbirini tanıması, dinlemesi, anlaması için adeta bir laboratuvardı. Böylece bu çevreler arasında empati duygusun gelişti, hoşgörü yaygınlaştı. Geçici bir süre de olsa, adeta Paris Komünü’ne benzer, “herkesten yeteneğine göre-herkese ihtiyacına göre” anlayışıyla yoğrulmuş bir dönem yaşandı.

Gezi’nin tüm bileşenlerinin endişe ve kaygıları hala yerli yerinde duruyor. Sorunlar çözülmek bir yana daha da ağırlaşmış durumda. Yani toplumdan yükselecek yeni itiraz biçimlerinin objektif koşulları var.

KARARIN ZAMANLAMASI DİKKAT ÇEKİCİ

Peki Gezi Davası neden birdenbire, üstelik de böyle ağır cezalarla karara bağlandı? Hatırlarsak parlamenter muhalefet hep tüm sorunların sandıkta çözüleceği; sokağa çıkmaya, toplumsal tepkiler yükseltmeye şimdilik mahal olmadığı telkininde bulundu. Toplumsal muhalefet dinamikleri de, hem seçimlerin bir çözüm olabileceği beklentisiyle, hem de demokratik sürece zarar vermeme kaygısıyla, biraz geride durmayı yeğlediler. 28 Mayıs seçimi sonrası ana akım muhalefet partileri büyük bir dağınıklık, moralsizlik, yönsüzlük yaşamaya başladılar. Karamsar, öfkeli bir ruh haline giren halkın güvenini kaybettiler.

Buna karşın İstanbul Sözleşmesi’ne kararlılıkla sahip çıkan kadınlar daha aktif hale geldiler. AKP rejiminin rantçı zihniyetine karşı Akbelen Ormanını koruma çabaları ülkede çevreci-ekolojist duyarlılıkların daha da güçlendiğini gösterdi. İnsanlar metrolarda, otobüslerde, yollarda dinci şovlara daha sert tepki gösteriyorlar. Konserler, şenlikler, sanatsal etkinlikler bir bir erteleniyor, insanların öfkeleri kabarıyor. Enflasyon, hayat pahalılığı karşısında geçim sıkıntısı artışı çekilmez bir hal aldı. Özellikle satın alma güçleri iyice gerileyen, yaşamlarının son demlerinde yoksulluğa mahkum edilen emekliler örgütlü, dinamik bir güç olma yolundalar. İşçi grevleri yaygınlaşıyor, Gaziantep’te tekstil ve halı işçileri, online alışverişlerle iyice kritik bir konuma gelen lojistik ve depo emekçileri, yerel yönetimlerde çalışanlar kararlı direnişler sergiliyorlar. Üniversiteler açılıyor ancak gençlere yurt ve barınma olanakları sunulamıyor. Faizlerin keskin bir biçimde artırılmasıyla, bireysel kredilerin geri ödenmesinde büyük sorunlar yaşanacağı, buradan yurttaş tepkileri yükseleceği ayan beyan görülüyor. İşte böyle bir kavşakta, toplumsal muhalefet dinamiklerini korkutmak, yıldırmak, sindirmek için önden yüklemeli bir gözdağı amaçlanmış olabilir.

Bir yandan, demokratik-özgürlükçü bir anayasa yaratma projesi ısıtılıp tekrar toplumun önüne konulurken, bir yandan da Gezi Davasında böylesine hukuksuz, ölçüsüz bir karar açıklanması çelişkisi yaşanıyor.

Açık konuşmak gerekirse, 28 Mayıs’ta gerici, baskıcı, keyfi bu rejimi daha da derinleştirme planını geri püskürtme fırsatını değerlendiremedik. Şimdi hedeflerimizin gerisine düştüğümüz bu noktada, yeni barikatı Gezi’deki arkadaşlarımıza sahip çıkma hattından kurmalıyız. Bu direnci zerre kadar bir suçu bulunmayan arkadaşlarımıza vicdani sorumluluğumuzun gereğini yerine getirmek için de, yarın benzer başka bir düzmece davada okkanın altına gitmemek için de göstermeliyiz. Tüm olanaklarımızı dünyada ve ülkemizde bu keyfi uygulamayı teşhir için seferber etmeliyiz.

Aksi takdirde hiçbirimizin ileride, “Ben de oradaydım, Geziciler arasındaydım” demeye hakkı da yüzü de olamaz. Vicdan terazisi aksine, “Arkadaşlarıma yeterince sahip çıkamadım, benim de bu işte vebalim var” demeyi gerektirir.