Google Play Store
App Store

Her gün çok çeşitli durumlarla ilgili çok çeşitli kararlar veririz. Gündelik hayatımızı yaşarken aldığımız bu kararların aslında nerdeyse tümünün politik kararlar olduklarını da çok fark etmeyiz. Bizim için politik kararlar ait olduğumuzu hissettiğimiz politik kimliğimizle verdiğimiz kararlardır. Verdiğimiz her kararın bir seçim yapmak olduğunu pek de düşünmeden sadece “oy verme” sırasında “politik seçim” yaptığımızı sanarız.

Sandığın başında kime oy vereceğimizi seçerken verdiğimiz kararla, gündelik hayatımızı yaşarken verdiğimiz kararlar arasında çoğu zaman fark vardır. Aslında gündelik kararlarımızı “özgürce” verebileceğimiz bir “politik düzen” seçtiğimizi düşünürüz. Bu iki karar arasında derin karşıtlıklar olabileceğini özgül bir örnekte daha açık seçik görebiliriz. Almanya’da kişisel hayatını muhafazakar, dindar, milliyetçi ilkelere göre yaşamayı planlayan bir Türk seçmen özgürlükçü, sosyal devlet ilkelerine bağlı, yabancı düşmanlığı karşıtı, laikliğe bağlı sosyal demokrat bir partiye oy vermekte bir sakınca görmez, tersine kazansın diye “dua bile eder”.

ANLIK DUYGULAR

İnsanların çoğu, seçim sandığının önünde düşünüp taşınarak, “nasıl bir dünyada yaşamak istediğini” ölçüp biçerek ve dünyanın gelecekte nasıl bir yer olmasını istediğine karar vererek oy vermezler. Demem o ki “demokratik sistemde” oy verme davranışı çoğunlukla “bilinçli politik seçmen” tarafından aklın terazisinde ölçüp biçilerek gerçekleşmez(di). İnsanlar çoğunlukla duygularının belirlemelerine göre oy verirler(di). Son çeyrek yüzyılı öncesinden farklı kılan önceden de duygularla verilen oy verme kararının artık neredeyse sadece “anlık duygularla” verilir olmasıdır.

Öyle ya da böyle aklın (politik bilincin) baskın olduğu ve sadece bireysel ve kısa vadeli değil, toplumsal ve uzun vadeli değişkenlerin de hesaba katıldığı oy verme kararının yerine, “şimdi şu anda” hissettiklerime göre karar verme yerleşmiş durumda.

Sosyal medyada canlı yayınlanan herhangi bir performansı anlık olarak beğenme, beğenmeme, paylaşma, linçleme ve hatta anında para göndererek desteklemeye benzetebiliriz bu durumu.

İlk bakıştaki bu benzerliği daha iyi çözümleyebilmek için “şimdi ve şu anda” verilen anlık kararların, gerçekten öncesiz ve sonrasız, bir şimdi anında olup olmadığına bakmalıyız.

Nasıl aklımız işlerken önceki bilgileri (geçmiş) kullanarak karar veriyorsa, duygularımız da önceki (geçmiş) duygularla ilişkilenerek ortaya çıkar. “Şimdi, şu anda ve bu halde” hissettiklerimiz, belleğimizdeki geçmiş duyguların hazırladığı bir kanaldan akar. Bugünkü duygularımız geçmiş duygularımızın yatağından çağıldar.

Şimdi ve burada bir karar verirken, duygularımız birbiriyle etkileşen iki değişkenin belirleyiciliğiyle biçimlenir. Geçmişten getirdiğimizi içinde yaşadığımız şimdi ile “hatırlarız”. Çok neşeli, keyifli bir dost sohbeti sırasında, aramızdakilerden biri ile ilgili duygumuzu belirleyen o kişiyle ilgili geçmiş duygularımızdır elbet. Ama o duyguları, geçmişte yaşadığımız andaki niteliğiyle değil, içinde yaşadığımız anın duygusuyla biçimlenmiş olarak hatırlarız. O kişi on yıl önce kalbimizi kırmıştır ya da ona hiç yakıştıramadığımız bir haline tanık olmuşuzdur ama şimdi neşeli, coşkulu ve keyfimiz çok yerindeyken “kalbimizin kırıldığı anı” bile daha yumuşak, hafif, “ya iyi biridir o, niyeti kalbimi kırmak değildi” diye hatırlarız. Tabii, unutmamak gerekir ki, geçmişteki duygularımız da içinde yaşadığımız andaki duygunun ortaya çıkış şeklini etkiler.

Şimdi otoriter tek adam rejiminin neden ülkenin havasına “korku pompaladığını” daha açık seçik anlayabiliriz. Korku aklı eritir. Korku, karar verme süreçlerinin aklın süzgecinden geçirilmesini askıya alır ve daha da anlık, kısa vadeli “şimdi, şu anda” beni tehlikeden koruyacak kararlar almalıyım “hissini” kışkırtır. Orta ve uzun vadeli “nasıl bir gelecekte yaşamak istiyorum” yerine, anlık ve kısa vadeli “başıma bir şey gelmesini nasıl engellerim?” ilkesini harekete geçirir.

Havaya yayılan ve iliklere işleyen korku yalnızlaşma, yalıtılma, korunaklı bir yere (eve, sanal aleme) çekilme ve isimsizleşmeye, görünmezleşmeye yöneltir. Bu içe kapanıp, görünmezleşme davranışı korkutanın olduğundan daha da korkutucu olarak algılanmasına neden olur.

Sürecin pratik sonucu, kısmen isimsizleşmiş anketlerde elde edilen veri ile sandıktan çıkan sonuç arasında derin farklılıklar olmasıdır. Tam da bu yüzden sokağı, meydanı boş bırakarak insanların korkmadan akıllarını kullanabileceklerini sanmak, insanların daha da korkmasına yol açar. Otoriter rejimlerin korku siyasetinin panzehiri meydanlarda yalnız olmadığını hissedecek kitleler inşa etmektir.

SOKAK SİYASETİ

Politikacılar eskiden kahvehane, pazar, esnaf gezerek aynı anda hem anket yaparlar, hem de anlık anketin sonuçlarından siyasal pratik gerçekleştirirlerdi. Anket ve eylem birbirini anlık olarak besler ve insanların da “sokakta”, “başkalarının yanında” konuşabilmesini sağlardı.

Ben muhalefetin yerinde olsam kesinlikle aday anketi yaptırmam. İnsanların günlük hayatlarını yaşarken yaşadıkları sorunları, inançlarını, olaylar, durumlar hakkındaki genel duygularını, kanaatlerini araştıran anketleri büyük dikkatle incelerim ve hemen anlık olarak sokakta, meydanda bu kanaatleri etkileyecek, biçimlendirecek pratikler gerçekleştiririm.

Sosyolojiye göre şekillenen değil, sosyolojiyi değiştiren eylem olarak sokak siyaseti yaparım.