Google Play Store
App Store

Nereye baksak şöyle bir sorun çıkıyor: Belirsizlik, kurumlara ve akla gelebilecek her şeye karşı güvensizlik. Öyle bir tekinsiz atmosfer yaratılıyor ki, her an her şey olabilir duygusu insanların içine işliyor. Şeffaflık ve güven, bir toplumun düzgün bir biçimde işlemesinin en önemli araçlarıdır.

BİZ BENLİĞİ

İlginç olan, toplumun iktidarı destekleyen tarafı için şeffaflık ve güven ihtiyacı o kadar da yakıcı bir sorun gibi gözükmüyor. Bunun nedeni, iktidarla kurdukları çıkar ilişkileri dışında, "biz benlikleri" diye tarif edilen kültürel bir farkla açıklanabilir belki. Geniş ailelerde, tarikat ve benzeri yapıların egemen olduğu toplumsal gruplarda neredeyse hiç yalnız kalmadan büyüyen bir çocuk, uzun süreli simbiyotik bir yaşamın sonucunda, kendi aile deneyimine benzer şeyler yaşamış kişilere karşı koşulsuz bir güven duygusu geliştirir. Tam tersine, özerkliği, ayrışmayı, bireyleşmeyi teşvik eden kişilerin çocukları, başkalarına koşulsuz güvenme yerine özgüvenlerini geliştirmeye yatırım yaparlar ve bu açıdan başkalarına karşı daha gerçekçi bir tutum geliştirebilirler. "Biz benliği"ne sahip birisi, kendisine benzediğini düşündüğü lidere yönelik "ne yapıyor ve ne düşünüyorsa doğrudur, bizim bilmediğimiz şeyler vardır" diyerek güven karmaşası yaşamaz. Bireyleşmiş biri içinse liderin kişiliğinin bir önemi yoktur, yapıp ettikleriyle ilgilenir ve güven duymak için somut nedenler arar. "Biz benliği"nin güçlü olduğu toplumlarda demokratik kurumların gelişemeyeceği açık. Biliniyor ki, dini ya da ideolojik radikalleşme, gerçekte derindeki bir şüpheye karşı savunmadır. Kişi şüphesini ne kadar bastırırsa, o şüphenin tersi yönünde radikalleşir.

TRAVMATİZE GELECEK

Ama artık koşullar bizi öylesine tekinsiz bir tekillikler çağına doğru çekti ki, "biz benliği"ne sahip olan kişilerin yaşadıkları güvensizlikleri derinlere bastırma tecrübeleri çoğunlukla olumsuz sonuçlanıyor. Romantik yakınlık geliştirmek, artık çok daha zor. Evlilik sözleşmeleri, bu güven karmaşası içinde işlevsizleşiyor. Çalışma hayatı, çocuk yetiştirmek, toplum yaşamının ritüellerine katılma, siyasi yaşamda söz hakkı sahibi olma, güven ve güvensizlik sarmalı içine sıkışıyor. Travmatize olan bireylerin sayısı her geçen gün artıyor. Örneğin Yenidoğan Çetesi'nin travmatize ettiği kişilerin adalet beklentisi ne kadar karşılandı? Adalet beklentisi karşılanmayan kişiler, yas ve affetme sürecini nasıl yaşayıp tamamlayacak? Toplumda birbirine ya da kurumlara karşı kin besleyenlerin sayısı bu denli artmışken, nasıl olup da geleceğe umutla bakılacak?

MİYOP FAYDACILIK

Bir yandan, sadece "biz benliği" yaşayanlar bir güven bunalımıyla karşı karşıya değil. Rönesans sonrası ortaya çıkan insan olmaya inanmak, bütün bu hayal kırıklıklarıyla zorlaştı. Bireysel insan zihnine olan inancın kaybını, yapay zekâya yönelik ilgiden anlayabiliriz. Çünkü insan zihni mükemmellik beklentisini karşılamıyor, zayıf ve kör noktaları olan hatalı bir yapı gibi görülüyor. Teknoloji ve eğitim, yaşam üreten bir anlama göre değil, daha çok kâr ve büyümeye yönelik girişimciliği teşvik edecek şekilde yönlendiriliyor. Bu da bir tür miyop faydacılığa sürüklüyor insanlığı, herkesin sadece önüne, zevkine, kârına baktığı, gezegeni ya da toplumun genelini umursamadığı bir ahlaka...

YENİ BİR RÖNESANS

Uygarlığımız zihinsel bir acı içinde kıvranıyor. Bu acıya karşı verilen tepkiler kişiden kişiye değişiyor: Acıyı bastırmaya yönelik sürekli bir zevk arayışı, saldırganlık, paranoyaya varan bir güvensizlik ya da depresyon. Ama acıyı asıl sona erdirecek şey, yeni bir Rönesans'ın ortaya çıkışı olacak, korkmadan uygarlığı kuşatan bu zihinsel acının içinden geçip insan olmaya ve dünyaya inancı tazeleyecek bir yaratıcılığın tohumları atılarak... Anlam arayışı olmadan insanlık bir hiç.