Google Play Store
App Store

Kışın insan kendini toplar, sarıp sarmalar, yazınsa bırakır kendisini, açar, akar... Dostluğun, aşkın, daha pek çok şeyin yokluğu yaz mevsiminde daha belirgindir. Bu yüzden bahar ve yaz mevsimleri depresyonu da beraberinde getirebilir. Çünkü yaşamın anlamı ancak başkalarıyla birlikte ortaya çıkar. Bifo Berardi’nin ‘Gelecekten Sonra’da yazdığı gibi, kişiler ‘‘anlamsızlığın uçurumu’’ üzerinde dostlarıyla inşa ettikleri köprü sayesinde yaşamın anlamına kavuşur, o uçurumun neden olduğu depresyondan korunurlar. Depresyon o köprünün görülmemesi halidir: ‘‘Depresyon dostluğa güvenmez ya da onun ne olduğunu bilmez. Bu yüzden de anlamı algılamaz, çünkü ortaklaşılan bir uzamda değilse, anlam yoktur.’’

KÖPRÜ

Bu çağı kaygı çağı olarak tanımlayan düşünürler olmuştu. Eğer insanlar arasında bu köprüler kurulamazsa, sonraki çağın depresyon çağı olması kaçınılmaz. Dostluğun anlamını en iyi bilenler ergenler ve yaşlılardır, çünkü iki grup da ‘‘anlamsızlığın uçurumu’’yla daha çıplak bir biçimde karşı karşıyadır. Aileler şikâyet eder ergen çocukları için, arkadaşları bizden daha önemli diye. Bundan daha doğal bir şey yok, sizden alabildiğini aldı ve kendi anlamını bulabilmesi için başkalarıyla kuracakları dostluklara ihtiyaçları var. Ölümle karşı karşıya gelmiş ya da derin bağ kurduğu bir yakınını kaybeden biri için de dostluk yaşamın anlamıyla eşdeğer gibidir. Eğer ki o bağ kurulamaz, Berardi’nin bahsettiği o köprü inşa edilemezse depresyon kapıdadır.

SAYDAMLIK

Yakınlarda ölen Paul Auster ile yazar dostu J.M. Coetzee arasındaki mektuplaşmalardan oluşan ‘Şimdi ve Burada’ adlı kitapta Auster şöyle yazmıştı: ‘‘Hiçbir zaman göründükleri gibi olmayan aşk ve politikanın aksine, dostluk olduğu gibi görünür. Dostluk saydamdır.’’ Yaşamın anlamını aşk ve politikada arayanların hayal kırıklığına uğraması daha olası. Dostlukta da hayal kırıklığı yaşanmaz değil, yaşanıyorsa demek ki Auster’ın bahsettiği o saydamlığa sahip değilmiş ilişki, başka bir şeymiş. Coetzee, Auster’ın bu saydamlık tespitine katılmaz, bir dostu banka soymaya kalkışsa ya da dostunun genç bir metresi olduğunu öğrense hayal kırıklığına uğrayacağını ama şaşırmayacağını, her insan içinde bir gizem olduğunu yazar, demek ki ‘‘dostluğumuz sandığım kadar yakın değilmiş’’ diye düşüneceğini. Coetzee’ye göre en uzun ömürlü dostlukların temelinde iki kişinin birbirine duyduğu hayranlık vardır: ‘‘Her ikiniz de aldığınızdan fazlasını veriyor, verdiğinizden fazlasını alıyorsunuzdur; bu alıp vermenin karşılıklılığı içinde dostluk tomurcuklanır...’’ Saygının sona erdiği yerde dostluk da biter.

BULAŞICI

Dostluğun aile ilişkilerinden farkı, biri diğerini olduğu gibi görüp kabul ederken, aile ilişkilerinde şekil verme işler sürekli. Bazı evlilikler ve aşklarda da sürekli birbirini değiştirme mücadelesi yaşanır, ilişkiye bir türlü yerleşemez kişi. Deleuze ‘Diyaloglar’da şöyle der: ‘‘Nevroz en korkunç kuvvetine, bulaşıcı dağılımına erişmiştir: benim halime girmedikçe seni bırakmayacağım.’’ Ebeveynlerin kendi travmalarını kuşaklar boyu çocuklarına aktarmalarının kaynağı budur, benim halime gelmedikçe, yani bana dönüşmediğin sürece seni bırakmayacağım. Aşkın da en saplantılı hali bu olsa gerek, karşındakiyle bütün, bir olmak; dostluğun karşıtı...

Yaşamın anlamını kitaplarda ya da başka bir yerde hazır olarak bulamayız, onu ancak başkalarıyla birlikte yaratabiliriz, aşkta, doslukta, toplumsal dayanışmanın olduğu yerlerde ‘‘anlamsızlığın uçurumu’’ üzerinde inşa edeceğimiz köprülerle...