Anlaşma imzalandı mesele çözüldü mü?
Akla hiç uygun görünmeyen bir başka husus ise Selefi cihatçılarla veya onlardan bir tık daha pragmatik görünen siyasal İslamcılarla ortak bir gelecek kurulabileceğine inanmak ve yıllardır tam tersinin yaşandığını kanıyla canıyla deneyimlemiş halkları buna ikna etmeye çalışmaktır.

Engin Solakoğlu - Emekli Diplomat
Her devlet jeopolitik planlar ve alternatifleri üzerine çalışır. Devletler büyüdükçe, iddiaları arttıkça plan ve hedefleri de artar, kapsamları genişler, iddiaları büyür. Planların varlığı kendi başına devletin bunları yüzde yüz uygulayabileceği anlamına gelmez. Dünya siyaseti de halkları da doğal bilimlerdeki denklemlerde karşımıza çıkan sabitlere benzemezler.
Doğal bilimlerde bir konu anlatılırken çok kullanılan bir ifade vardır: “Olağan atmosfer koşullarında”. HTŞ ile SDG arasında imzalanan anlaşmaya bakarken aklıma ilk gelen söz öbeği şu oldu: Normal atmosfer koşullarında bir anlaşma iyidir. Neden olmasın ki? Çok uzun yıllar kanlı bir saldırının ve savaşın pençesinde kalmış, bir iktidar değişikliği yaşamış, çeşitli bölgeleri yabancı işgalin altında bir ülkede başat iki siyasi askerî gücün anlaşması iyidir elbette normal atmosfer koşullarında. Anlaşma iyidir, çatışmasızlık iyidir, barış daha da iyidir.
Ancak bu değerlendirmeyi yaparken kullandığımız fanusu ve cam tüpleri kaldırıp gerçek dünyaya geri döndüğümüzde tablo farklılaşabilir. Mutfaktan başlayalım. Bu anlaşmayı pişiren kimdir? SDG’nin siyasi ve askerî olarak en önemli müttefikinin ABD olduğunu biliyoruz. HTŞ’nin ise ABD’nin de içinde bulunduğu geniş bir uluslararası koalisyonun desteğiyle iktidara taşındığı net. O halde anlaşmanın ABD patentli olduğuna da kuşku yok. Tek bir maddeyi dahi okumadan sorumuzu soralım. ABD’nin hazırladığı/desteklediği/uygulatmak istediği herhangi bir metin bölge halklarının yararına mıdır?
ANLAŞMADA İSRAİL’İN YERİ
Anlaşmanın içeriğinin genel nitelikli vaatleri hayata geçer mi, geçmez mi belirsiz. O yüzden de içerikle zaman yitirmenin faydası sınırlı. Bir tek konunun altının çizilmesi gerekiyor yine de. Ülkedeki iki büyük güç öbeğinin Suriye’nin geleceğine, bütünlüğüne dair uzlaşmalarını ve fikirlerini barındırması gereken bir metinde koca bir eksik var. Eksiğin adı İsrail. Ülkenin başkentine 11 km mesafede sırtlan gibi duran İsrail’in devam eden ve daha da devam edeceği anlaşılan işgaline dair tek bir satır yok. O halde şunun rahatlıkla söyleyebiliriz. İsrail, komşu ülkesiyle ilgili bu derece önemli bir metnin içinde değilse neresindedir? Yanıtı basit. Arkasındadır. O halde ikinci soru gelsin: İsrail’in mutfağında bulunduğu bir anlaşmanın bölge halklarına faydası olabilir mi?
Anlaşmaya dair üçüncü ve bana göre en önemli mesele ise zamanlama. Anlaşmanın içeriğindeki temel meselelerin geçen yılın sonundan beri iki taraf arasında tartışıldığını ve ana hatlar üzerinde az çok bir uzlaşma bulunduğunu biliyoruz. Suriye’nin tepesine oturtulan HTŞ rejimi en kanlı katliamını gerçekleştirirken, sokaklarda yüzlerce ve birçok kaynağa göre binlerce Alevinin cesedi yatarken, Batı basını meselenin üzerine şahin gibi atlamış ve HTŞ’nin yönetme yeterliliğini ve meşruiyetini sorgulamaya başlamışken birdenbire ajanslara düşen bir fotoğraf ve bir metin görüyoruz. HTŞ’nin başı Colani ve Şam’a bir ABD askerî helikopteriyle taşınan SDG’nin başı Mazlum Abdi el sıkışıyor. Metin ise özetle bir anlaşma imzalandığını, Suriye’nin kurtulduğunu söylüyor. Katliam olmuşsa ne gam? “Önümüzde nurlu ufuklar var.” Bu zamanlamanın tesadüf olma ihtimali mevcut mudur?
PRAGMATİZM İLE İNKÂR
Anlaşmanın dış etkilerinden bahsedeceksek HTŞ’ye zaman kazandırdığını söyleyebiliriz. SDG ise ABD bakımından güvenilirliğini –ki buna bağımlılık da denilmesi mümkün– böylesine kritik bir dönemde giriştiği bu diplomatik egzersizle kanıtlamış oldu. Bu anlaşmanın hangi vadede ve hangi ölçüde hayata geçebileceği de önemli. Sadece Suriye değil, dünyanın herhangi bir bölgesinde bir hafta sonra ne olacağını tahmin edemediğimiz bir jeopolitik dengesizlik durumu içinde yaşıyoruz. Sadece buradan bakarak iki taraf arasındaki anlaşmanın daha çok su kaldıracağını söyleyebiliriz. Üstelik biz bu anlaşmayı tartışırken masaya bir de geçici/taslak anayasa bombası düştü. O metinde öngörülen düzen ile SDG’nin ana omurgasını oluşturan PKK/YPG/PYD çizgisinin bugüne dek anlattığı hikâye arasında bir uçurum mevcut. Siyasette pragmatizmin bulunduğu tartışılmaz ama pragmatizm ile inkâr arasında da bir fark olmalı. Aksi takdirde bu garip düzeni desteklemek zorunda olduğunuzu cepheye sürdüğünüz silahlı militana da sizi yıllardır siyaseten destekleyen milyonlara da zor anlatırsınız. Nitekim PKK bu konuda rahatsızlığını dile getiren bir açıklama yaptı bile. O halde bu anlaşmanın kıymeti harbiyesi nedir? Daha açık bir şekilde sorarsak, anlaşma imzalandı mesele çözüldü diyebilir miyiz?
Bana sorarsanız bir süre sonra bu anlaşmadan geriye son derece ustaca devreye sokulmuş bir zamanlama hamlesinden başka bir şey kalmayacaktır. Biz belirli bir vade içerisinde, uygulama zorlukları sebebiyle tarafların yeniden bir araya geleceklerini, şayet o sıradaki siyasi konjonktür gerektiriyorsa yine “tarihsel” bir anlaşma daha imzalayacaklarını göreceğiz.
İSTİKRAR DEĞİL ZAMAN KAZANILDI
Şu an için Suriye’de etkili konumda bulunan ABD, İsrail, İngiltere, Fransa ve Türkiye de dahil hiçbir ülkenin Suriye haklarının kardeşlik ve bir arada barış içinde yaşamaları için hayırlı bir çaba içine gireceklerini düşünmek akla yakın görünmüyor. Akla hiç uygun görünmeyen bir başka husus ise Selefi cihatçılarla veya onlardan bir tık daha pragmatik görünen siyasal İslamcılarla ortak bir gelecek kurulabileceğine inanmak ve yıllardır tam tersinin yaşandığını kanıyla canıyla deneyimlemiş halkları buna ikna etmeye çalışmaktır.
Netice olarak, Suriye bu anlaşmayla istikrar kazanmış değildir. Tüm ilgili taraflar bakımından kazanılan zamandan ibarettir.