Antakya’ da geçen bir haftadan sonra ne yazılabilir?

Coğrafya, tuhaf bir yanılsamaya neden oluyor. Antakya’ya giderken otoyol boyunca çevrede olağandışı bir görüntüyle karşılaşmıyorsunuz. Dağı tırmanıp, Sarıçam ve Belen’e geldiğinizde moloz kamyonları ve az sayıda çadırlar belirmeye başlıyor. Belen Geçidi sonrası ovaya inip Serinyol üzerinden Antakya merkeze ilerlerken başka bir dünyaya geçmiş gibi hissediyorsunuz. 

Yol boyunca yıkımın yaygınlığına, şiddetine ve ürkütücü görüntülerine giderek daha çok tanık olmaya başlıyorsunuz. Kuzeytepe’den Harbiye’ye doğru 10- 15 kilometrelik bir hat boyunca her iki yanında tek bir sağlam bina kalmamış caddeler boyunca ilerlerken, “kıyametsonrası” ıssızlık duygusu yoğunlaşıyor.  Havada hala asılı duran korkuyu, korkunun derinlerine sızmış kayıp ve yasın acısını solumaya başlıyorsunuz.

ÖFKE

Tandır ekmeği pişiren kadın, doktor olduğumu ve “devlet” görevlendirmesi ile gelmediğimi öğrendikten sonra “bizi kendi milletlerinden saymadılar, altıncı günde görebildik devleti” diyor. Psikiyatr olarak görüştüğüm kocası kanser hastası kadın, Müftülükte kurulan yardım noktasının önünde, utandığından bir şey talep edemeden biri onu “görsün ve bir ihtiyacın var mı” diye sorsun umuduyla beklediğini, sonunda utancını yenebilip, ihtiyacım var dediğinde, eline tutuşturulan torbadaki atlet ve külotla kalakaldığını anlatıyor.  

DEVLET

Devlet, denilen yapıya anlam katan onun bir “organizasyon” vaat etmesi. Antakya’ da organizatör devletin bir yanılsamadan başka bir şey olmadığı çırılçıplak ortada. Üçüncü aya gelindi ve devlet hala hiçbir şeyi “organize” edememiş. Henüz çadırkentlere 70 bin, konteynerkentlere ise 25 bin insan yerleşebilmiş. Düzenli barınma koşullarına ulaşabilen insan sayısı çok az. Şehirde kalan, gidecek yeri olmayan büyük çoğunluk hasarlı binalarının yanına kurdukları çadırlarda kalıyorlar.

DAYANIŞMA

İnsan bir imkanlar bütünü. Herkes yanı başındakinin elini tutup, ancak birlikte göğüs gerebileceğini hemen kavrayabiliyor. Armutlu yakınlarında küçük bir parka kendi olanaklarıyla yirmi kadar çadır kurup, bir grup oluşturmuşlar. Ortak mekan oluşturmuşlar. Birlikte yemek yiyorlar, birlikte karar alıyorlar. Ellerinde ne varsa paylaşıyorlar.

Dayanışma Gönüllüleri, Sol Parti, TİP, Halkevleri, devrimciler herkes bir ucundan örüyor dayanışmayı. Çok sayıda pırıl pırıl gençler çalışıyor merkezlerde. Gün boyu şehre dağılıyor insanların ihtiyaçlarını gidermeye çalışıyorlar. Geceleri kendi kurdukları kamp çadırlarında açık alanda geceliyorlar. Eğitim, sağlık ve hukuk konularında danışmanlık ve destek sağlıyorlar. Çocuklarla birlikteler ve çocuklar için yapılması gereken çok şey var. 

Türk Tabipleri Birliği TTB ve Türkiye Psikiyatri Derneği TPD, gönüllü doktorları kurdukları poliklinikleriyle hizmet veriyorlar. Sağlık Emekçileri Sendikası SES gönüllüleri de bölgede. Düzenli ve düzensiz yerleşim alanlarına sağlık hizmeti götürüyorlar. Türk Eczacılar Birliği TEB, iki ay boyunca kurduğu çadır eczane ile ücretsiz ilaç desteği sağlamış.

BİR UYARI

Antakyalıları en çok üzüp, öfkelendiren, “Çok güzel bir kentmiş, deprem öncesi göremediğime pişmanım” gibi ifadeler.

BİR ÖNERİ

Antakya başının çaresine bakabilecek güçte. Bu yıkımdan ayağa kalkacak kadar direngen. Umutları, öfkeleriyle bileniyor. Burada yeniden doğacak hayatın bir parçası olmak istiyorsanız gidin Antakya’ya. Yardım etmeye değil birlikte bir hayat kurmaya inanıyorsanız gidin. Yardım istemiyorlar, omuz verecekseniz gelin diyorlar.