Arjantin’de krize karşı direniş-dayanışma deneyimleri
İşgal edilen fabrikalarda üretim ve satışta ortaya çıkan bütün sorunlara işçiler yine hep birlikte çözüm üretiyorlar. İşgal fabrikalarındaki en önemli deneyim demokratik karar alma mekanizması olarak meclis kültürünün benimsenmesi
Hande Gazey
Pınar Yüksek
Ekonomik kriz, Türkiye gündeminin en sıcak konusu. Uluslararası sermaye akışının dalgalandığı noktada bağımlı bir ekonomi olarak Türkiye’nin bu dalgalardan etkilenme oranı ise çok daha fazla. Türkiye’nin sıcak para girişlerine dayanan, tüketim ve ithalatı teşvik ederken üretim ve istihdama dayanmayan ekonomisi, dış borçlar, cari açık, enflasyon ve TL’de değer kaybı gibi kriz dinamikleri ile karşı karşıya.
Korkut Boratav ise BirGün’deki forumda zayıf halka olarak tanımladığı bağımlı ekonomilerin çok ciddi biçimlerde etkileneceğini ve kriz dönemlerinde adı Türkiye ile çokça anılan Arjantin’in bu durumdan sert biçimde etkilendiğini ifade ediyor ve cümlesini “Türkiye bu eşiğe geldi mi gelmedi mi?” sorusu ile tamamlıyor.
Arjantin’indeki durum ve gündelik hayata yansımaları–kriz ve takas 4.0
Arjantin’in yaşadığı ve “Türkiye’nin eşiğinde olduğu duruma” kısaca bakacak olursak; Dolar karşısında son aylarda Türk Lirası ile birlikte en çok değer kaybeden para birimlerinden biri Arjantin Pesosu. Ekonomik krize girmemek için önlemler alınmaya başlansa da problemin ana kaynağına dokunmayan çözümler sorunların artarak devam etmesine yol açıyor.
Benzer şekilde Arjantin’de de Maurico Macri’nin 2015 yılında iktidara gelmesiyle uygulamaya başladığı dış borçlanmaya dayalı ekonomik model de tökezledi. Mayıs 2018’deki rakamlar krizin ağırlığını gösteriyor: % 20’lik bir devalüasyon,% 40’lık faiz oranları, rezervlerden 8 milyar dolarlık bir kayıp var. Geçtiğimiz günlerde Macri, Para birimi Arjantin pesosunun bu yılın başından beri dolara karşı yüzde 18 değer kaybetmesi üzerine panikle Uluslararası Para Fonu’ndan (IMF) borç istediğini açıkladı. “Başka bir IMF” nin varlığını hayal ederek IMF ile yapılacak bir antlaşma söz konusu. Yunanistan örneğinde de görüldüğü gibi Arjantin ekonomisi uçurumun kıyısında.
Türkiye’de de IMF’den borç alınıp alınmayacağı tartışılırken, kriz, zamlar, hayat pahalılığı, işsizlik şeklinde derinleşiyor. Krizin yükünün emekçilere yıkılacağı koşullar karşısında halkın geliştirebileceği mücadele ve direnme yöntemleri neler olabilir? Aslında bu yazıda kısaca izini sürmek istediğimiz bu.
Geçen hafta Arjantin’deki takas pazarı ile ilgili haberler okuduk. Arjantin pesosunun dolar ve euro karşısında değer kaybetmesinin ardından faturalarını ve kiralarını ödeyemeyen Arjantinliler sosyal medyada oluşturdukları takas grupları ile haberleşiyorlar ve çeşitli günlerde takas pazarları kuruyorlar. Bu sosyal medya gruplarına binlerce kişi üye ve üyeliklerin hızla artışından söz ediliyor. Grupların ve kurulan takas pazarlarının ağırlığını kadınlar oluşturuyor.
Arjantin’de şimdi sosyal medya gruplarına taşınmış olan takas pazarı ve takas ağları sadece bir örnek, ve 2001 krizinin gündelik yaşamı etkilediği noktada ortaya çıkan alternatiflerden ve dayanışma pratiklerinden gelen bir geçmişi var.
Türkiye’de de krizin gündelik hayata yansımaları da yavaş yavaş başlamış durumda. 2001 krizinin ardından gelişen öfke ve tepkinin radikal bir düzen eleştirisi ile buluşmadığı, muhalefet hareketinin bu konuda adım atamadığı noktada siyasal islamın yükselişine tanık olduk. Bugün, krizin emekçilerin hayatlarını çok daha derin bir şekilde etkileyeceği açıkken muhalefet hareketi krize karşı hangi mücadele pratiklerini geliştirebilir? Bu noktada Arjantin’e, halkın krizle mücadele yöntemleri, bir kısmı bugün de varlığını sürdüren dayanışma pratikleri ve örgütlenmeler bağlamında bakmak istedik.
Piquateros Hareketi
Türkçe’ye ‘Barikatçılar’ Hareketi olarak çevrilebilecek bu hareket aslında Arjantin’de 2001 krizi öncesinde, 1990’lı yıllarda, daha ziyade Arjantin’in taşra diyebileceğimiz kesimlerinde ortaya çıkıyor. Hayri Kozanoğlu’nun Küreselleşme Heyulası kitabında da tanımladığı gibi daha çok kamu işletmelerinin çevresinde, bu işletmelerin sağladığı istihdamın, bununla birlikte ticaretin ve sosyal hizmetlerin geliştiği bölgeler. Bu işletmelerin özelleştirme dalgası ile birlikte kapatılması ya da büyük işten çıkartmaların yaşanması, sadece bu işletmelerde çalışanları değil tüm bölge halkını yoksulluğa sürüklüyor. Bu bölgede yaşayanlar da bu durum karşısında bölgeden geçen kamyonların yollarını keserek seslerini duyurmaya çalışıyorlar.
Bu yol kesmeler iki anlamda incelenebilir birincisi talepler; ikincisi bunların yarattığı örgütlenme biçimleri. Genel olarak, ödenemeyen faturalar nedeni ile kesilen gaz ve elektriğin bağlanması; vergilerin indirilmesi; gıda, ilaç, elbise ihtiyaçlarına, toplu ulaşıma yönelik talepler öne çıkıyor. Eylemin ve mücadelenin çekirdeğinde “barikat gözcülüğü” var. Örgütlenme düzeyinde ise kararların demokratik ve katılımcı bir şekilde alındığı, içerisinde işsizler, işçiler, küçük çiftçiler, esnaflar ve öğrencilerin bulunduğu meclisler mevcut.
Hareket daha sonra büyük kentlere ve sanayi bölgelerine de sıçrıyor. Özellikle 2001’de yürürlüğe giren, corralito ile banka hesaplarının dondurulması ve bankalar yurtdışına milyonlar transfer ederken para çekme işleminin haftada 250 pesoya sınırlandırılması Piquateros hareketinin şehirli ‘orta-sınıf’larda da karşılık bulmasını sağlıyor. 2001 Aralık ayında, Arjantin Başkanlık Sarayı’nın önünde kitlesel bir protesto düzenleniyor ve baz göstericiler Kongre’yi işgal ediyor. Başkan De La Rua’yı deviren bu büyük protestoların ardından büyük şehirlerde de mahalle meclisleri oluşuyor. Mahalle meclisleri, kriz koşullarında acil ihtiyaçları karşılamaya yönelik girişimler fakat bir yandan da kriz karşısında politik mücadelenin de adresleri oluyorlar. 2001’deki büyük protestoların ardından Buenos Aires’te yaklaşık 120 mahalle meclisi olduğu kaydediliyor.
Mahalle meclisleri ve takas ağları
Meclisler, değişik toplumsal kesimlerin ortak talepler etrafında oluşturdukları direniş odakları olarak önemli bir deneyim. Özellikle de 2007-2008 krizinin ardından çeşitli Türkiye’de Gezi’den İspanya’da Öfkeliler Hareketine temsili demokrasinin krizi olarak tariflediğimiz ve meclisler-ortak karar alma süreçleri odaklı mücadeleleri de önceleyen bir süreç ve örgütlenme deneyimi olarak önemli bir yeri var.
Meclisler öncelikle bir dayanışma ilişkisi üzerinden şekilleniyor, yerelin ihtiyaçları için anketler düzenleyen meclislerin, halk mutfakları, topluluk bahçeleri kurmak, ders programları oluşturmak; sağlık, basın, kültür ve diğer sosyal hizmetler ve politik eylemler için komiteler oluşturmak; hatta bazı binaları işgal ederek ortak kullanım alanları oluşturmak gibi deneyimler gerçekleştiriyor. Hatta topluluk fırınları gibi işletmeler kuruyorlar. Meclise yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamak için dâhil olanlar bir yandan da politik eylemlerin içerisine dâhil oluyor. Ekonomik krizi tartışmak ve eylemlilikler planlamak için günlük veya haftalık olarak bir araya geliyor. Meclisler ayrıca insan toplumsal hareketlerin protesto eylemlerine katılıyorlar.
Yine krizden önce de var olan Takas Kulüplerinin sayısı, nakit sıkıntısının ortaya çıkması ile birlikte, üç katına çıkıyor. Burada, bazı örnekleri, çamaşır makinası tamir etmek karşılığında 6 yumurta almak, birilerinin muhasebesini tutmak karşılığında onların senin arabanı tamir etmeleri vs. olan; gıdalar, mallar ve hizmetler üzerinden dayanışma ilkelerine dayanan alternatif bir ekonominin inşası mevcut.
İşgaller ve kooperatifler - “İşgal et, diren ve üret!”
Aslında bu üç kelimelik sloganları Arjantin halkının krizle mücadele etme yöntemi aynı zamanda da hayatta kalma stratejisi olan fabrika işgallerini bizlere özetliyor. İşçiler kriz sonucunda kapanan fabrikalarını işgal ediyor, hakları için direniyor ve hayatta kalmak için üretiyorlar. Arjantin’de işçiler patronların krizle birlikte aldıkları lokavt kararına karşı örgütlenme kararı alıyorlar. Özel mülkiyet hukukuna aykırı bir biçimde fabrikaya giriyorlar ve işgal süreci böylelikle başlamış oluyor. Süreç diyoruz çünkü işgal fabrikaları sürekli olarak kendini yenileyen, geliştiren ve işleyen bugün de hala devam eden bir deneyim. İşgal edilen fabrikalarda üretim ve satışta ortaya çıkan bütün sorunlara işçiler yine hep birlikte çözüm üretiyorlar. İşgal fabrikalarındaki en önemli deneyim demokratik karar alma mekanizması olarak meclis kültürünün benimsenmesi. İşçiler fabrika meclislerinde ortaya çıkan sorunların yanı sıra hem kendileri için hem de fabrikaları için daha iyi koşulları nasıl oluşturabileceklerini tartışıyor. Kooperatifleşme kararı da bu meclislerde verilmiş.
Bütün kararların sorumluluğu bütün işçilerde. Yani üreten de onlar yöneten de. Bu yüzden fabrikaların daha iyi çalışması için kendilerini geliştiriyorlar. Fabrikada çalışmaya başlayan işçi fabrika hakkında A’dan Z’ye her şeyi biliyor. Meclis kültürünün benimsenmesi fabrikaların sadece ekonomik birer işletme olma halinden de çıkarıyor. Fabrikalar işçiler için bir sosyal yaşam alanı. Tüm bölge halkıyla dayanışma içinde oldukları, konserler, resim sergileri düzenledikleri bir düzenleri var. Diğer kooperatifler ve işçiler ile olan ilişkiler de oldukça önemli. Bir fabrika kapandığı zaman eğer fabrikanın işçileri fabrikalarını işgal etmek istiyorlarsa diğer bütün kooperatifler onları destekliyor ve yardım ediyor.
Mesela işgal edilen bir ayakkabı fabrikası ürünlerinin satışını işgal edilen bir otelde gerçekleştiriyor. Aslında sadece krize karşı çıkmıyorlar aynı zamanda da neoliberal çalışma ve yaşam koşullarının alternatifini sunuyorlar.
Kısaca değindiğimiz tüm bu deneyimler, dayanışma ve kolektivizme dayalı yeni bir toplumsallık ve toplumsal ilişkiler ağı yaratırken; bir yandan da toplumsal muhalefet açısından herkesin karar alma süreçlerine eşit katıldığı, doğrudan demokrasiye dayanan, çeşitli toplumsal kesimlerin bir arada hareket ve mücadele ettiği örgütlenme biçimleri ortaya çıkartması açısından önemli.
Elbette tüm bu hareketleri ayrıntıları ve bütün bir kronoloji ile incelemek tek bir yazı için mümkün değil ama bu kadar büyük eylemliliklere ve geniş halk kesimleri içerisindeki örgütlülüğe rağmen bu hareketlerin neden sönümlendiği sorusu da çokça sorulanlar arasında. Üstelik bu soru sadece Arjantin için değil daha 2008 krizinin ardından birçok ülkede patlak veren eylemlilikler ve deneyimler için de geçerli. Dolayısıyla bu sorunun yanıtının tartışılması toplumsal muhalefetin mücadele pratikleri açısından önemli. Burada bu konu için ufak bir parantez açıp bitirmek zorunda olduğumuz için James Petras’tan kısa bir alıntı yapabiliriz: “(...) Yoksullaşmış, hızla alt sınıflar kategorisine düşen orta sınıf işçiler ve iflas etmiş esnaflar, uzman kesimler ve emekliler; önerileri ve taktikleri tartışmak için bir dizi mahalle meclisleri ve yerel konseyler kurdular. Bankalar milyonlarca öfkeli hesap sahibi tarafından tasarruflarının geri verilmesi talebiyle yerle bir edildi. Sahipleri tarafından kapatılmış 200’ün üzerinde fabrika, işçileri tarafından devralındı ve üretime geri döndü. Politik sınıf bütünsel olarak gözden düştü ve şu slogan ülke çapında ünlü oldu: Que se vayan todos! (Hepiniz defolun!) Bir taraftan çeşitli halk kesimleri yarı-kendiliğinden hareketlerle caddeleri işgal ederken, diğer taraftan bölünmüş radikal-sol örgütler tutarlı bir örgütlenme altında birleşme ve devlet iktidarını almak için bir strateji geliştirme kabiliyetinden yoksundular. İki yıl süren kitlesel hareketlilik ve çatışma sürecinden sonra, hareketler krizi çözme noktasında çıkmaza girdiler, yönlerini parlamenter seçimlere döndüler(...)” Sonrasında da hareketlerin parça parça sönümlenmesi var.
Radikal bir düzen eleştirisinin mevcut olmadığı, hareketlerin koordinasyonunun sağlanamadığı, ortak politik hedeflerin ve birlikte mücadele imkânlarının geliştirilemediği koşulların sonuçlarının yaşandığı bir süreç. Bugün sermaye düzeninin sadece ekonomik olmayan krizinden söz ediyoruz; büyük bir yıkıcılık arz eden ve kendi sınırlarına dayanan bu süreç, siyasal, kültürel, sosyal, ekolojik... krizleri de içerisinde barındırıyor. Sürdürülemezlik ve yıkıcılık mevcut ve buna yönelik isyan dalgalarının parlayıp söndüğü bir momenti de yaşadık 2008 sonrasında. Şimdi ise sistem kendisini otoriterleşme ve baskı ile sürdürme gayretinde. Bu çok değerli deneyimler bir yandan da radikal bir sistem eleştirisinin, sol bir alternatifin işaretinin ve inşasının önemine vurgu yapan dersler de içeriyorlar diyerek parantezi kapatalım.
Arjantin’deki deneyimler ve deneyimlerden çıkan dersler ışığında Türkiye’de gün geçtikçe emekçi halkın gündelik yaşamında daha fazla hissedeceği ekonomik krize karşı toplumsal yaşamın her alanında dayanışma ağlarının geliştirilmesi; borçluluk, işsizlik, temel ihtiyaçlara ve sosyal hizmetlere ulaşımda yaşanabilecek sıkıntılara karşı dayanışmayı, birlikte çözüm üretmeyi ve birlikte mücadeleyi esas alan deneyimlerin yaratılması ve bu deneyimlerin krize karşı emeğin radikal savunma programıyla buluşturulması önemli olacaktır.