Artı zevk
Hunharca saldırılar, cinnet geçirmeler eksik olmuyor haber bültenlerinde, viral videolarda. Eskiden de bu kadar çok oluyor muydu, yoksa sosyal medya olmadığı için görülmüyor muydu bilmiyorum. Psikologların, antropologların, sosyologların, adli bilimcilerin sıkı çalışması gereken bir sorun olduğu belli. Mesele hukukta ya da güvenlikte yaşanan eksiklik ya da boşluklardan ibaret değil. Sorunun ana kaynaklarından biri, neoliberalizmin dayattığı aklın, megalomani, nefret ve yıkıcı narsisizmi somutlaştıran karakterler yaratması. Aynı zamanda şair olan psikanalist Jorge Aleman, ‘Lacan and Capitalist Discourse’ adlı kitabında, bu tür olaylar ve dayatılan aklın uygarlığın çöküşünün başlangıç işaretleri olduğunu iddia ediyor.
SIRADANLAŞAN KÖTÜLÜK
Jorge Aleman, bu tür karakterlerin ve olayların artık Hannah Arendt’in "kötülüğün sıradanlığı" kavramıyla açıklanamayacağını, sıradanlaşan kötülüğün yeni ve tehlikeli bir biçimiyle karşı karşıya olunduğunu iddia ediyor. Bu dönemin ayırt edici özelliği, zarar verirken kurban olduğunu iddia eden sadist bir narsisist kişilikle karşı karşıya olunması. Bu kişilik sadece gündelik hayatta değil siyasetçiler arasında da öne çıkıyor. Nefret söylemi yayan siyasetçiler, tehdit eden futbol kulübü başkanları, öğretmenini öldüren öğrenciler, doktorlara saldıran hastalar, trafikte cinnet geçirenler, hayvanlara işkence edenler...
BOZULAN DUYGULAR
Aleman, neoliberalizmin bozduğu duyguların başında utancın geldiğini yazmış. Toplumsal ve etik çözülmeler yaşanırken sadece hayatta kalmanın önemli olduğu bu depolitizasyon sürecinde utanç, sahip olunamadığında, başarısızlığın ya da yetersizliğin kabulünde karşımıza çıkıyor. Benjamin Kilborne, ‘Utanç ve Haset’ adlı kitabında, bu çağın utançla ilgili temel sorununu yazmış: "Nasıl göründüğümüzü kontrol ederek nasıl hissettiğimizi kontrol etmeye çalışıyoruz. Bu dinamikler hem utanca hem de hasede yol açıyor..." Kendisinin de yazdığı gibi, bu yeni bir iddia değil. Ama asıl mesele, bunun, yani hislerimizi görüntümüz aracılığıyla kontrol etmeye çalışmanın başlı başına imkânsız bir uğraş olduğu. Nasıl göründüğümüzle bu kadar meşgul olduğumuz sürece, utanç ve hasetten paçamızı kurtarmamız mümkün değil. Lacan‘ın da söylediği gibi, Yasa yasaklamak yerine zevk talep ediyor. Kapitalizmin çalışmayı, başarıyı ve kariyeri yücelten şiarının yerini, geç kapitalizmde eğlenmenin ve zevkin yüceltilmesi aldı. Medya başta olmak üzere bütün kanallardan yapılan çağrı hep aynı: Eğlen! Zevk al!
MİZANTROPİ
Heinz Hartmann‘ın ‘Ben Psikolojisi ve Uyum Sorunu’ adlı kitabında Freud’un şu sözüne rastlamıştım: "Dürtüsel yatkınlıklarımız ve çevremiz göz önüne alındığında, diğer insanlara duyduğumuz sevgi, insanoğlunun varlığını sürdürmesi açısından en az teknoloji kadar vazgeçilmez sayılmalıdır." Teknolojiye verilen önem artarken, ötekine duyulan sevginin azalması, hatta insan sevmezliğin, mizantropinin bir salgın gibi yayılışı, uygarlık krizini derinleştiriyor. Kapitalizm, sevgi yerine artı değeri artı zevke dönüştüren bir toplumsallaşmayı yaygınlaştırıyor, eğlen ve zevk al emri uyarınca. Sevgi yerine artı değer ve artı zevk öne çıkınca, bastırılan anlamsızlık ve boşluk duyguları, yaygınlaşan depresyon ve kaygı, kaçınılmaz.
İnsanları birbirlerine ve diğer canlılara bağlayan o görünmez bağlar olmadığında kişi dünyayla baş edemez, başkalarıyla nasıl ilişki kuracağını bilemez, iyicil ve kötücül fantezilerin içinde kaybolur. Benliğini oluşturan parçaları bir bütün olarak tutan bağlar zamanla kopar. Neoliberalizm, kopan bu bağları tüketime bağlayarak varlığını sürdürür, utanç ve hasetle...