Google Play Store
App Store

Televizyonda bir 'tinerci yakalama' haberi vardı dün. Bazı kanallar yakalanan gençlerin aynı zamanda 'hırsız' da olduğunu söyledi. Her neyse... Yaşları yirminin altında üç ge

Televizyonda bir 'tinerci yakalama' haberi vardı dün. Bazı kanallar yakalanan gençlerin aynı zamanda 'hırsız' da olduğunu söyledi. Her neyse... Yaşları yirminin altında üç genç, Fatih Unkapanı'nda vatandaşlara saldırdıkları iddiasıyla ihbar edilmiş. Polis ekipleri olay yerine gelmişler, duruma müdahale edecekler. Gençler bıçaklı. Biri bıçağı kendine dayamış, "gelmeyin" diyor. O esnada, artık sivil polis mi yoksa vatandaş mı tam anlaşılmıyor, biri arkadan yanaşıp elindeki sopayla (demir çubuk da olabilir) eli bıçaklı gence girişiyor. Ardından polisler... Sokak bir anda karışıyor. Bağırış çağırış... İnip kalkan sopalar, coplar... Polis havaya ateş açıyor. Onu da tam anlayamıyoruz. Hadiseye müdahil olmak isteyen linççi vatandaşları mı uzaklaştırmak istiyor, tinerci/hırsız gençleri etkisizleştirmek mi belli değil. Ortalık tam bir can pazarı...

Sözünü ettiğimiz hadise, o esnada yakınlarda bir yerlerde bir televizyon ekibi olduğu için ekranlara yansıdı. Zaten ilk değil. Arada bir bu tür görüntüler izliyoruz. Televizyon değil de gazetelere baktığımızda, geçmişte 'üçüncü sayfa haberi' olarak isimlendirilen, içinde şiddet olan haber türü artık birinci sayfa manşetlerine taşındı.

Netice olarak şöyle bir tablo ile karşı karşıyayız:

Öğrenci öğrenciyi bıçaklıyor... Öğretmen öğrenciyi dövüyor... Tinerci vatandaşa saldırıyor... Vatandaş hırsızı linç ediyor... Polis zanlıyı sille tokat yakalama derdinde... Ülke insanı, 'kutsal' ailesinin namusuna halel geldiği anda tetiğe asılmak için alesta bekliyor.

Bütün bir toplum çıldırmış olabilir mi? Ya da bu çıldırma halinin gerisinde ne var?

• • •

Hükümet, iş başına geldiğinden bu yana en çok ekonomi politikalarıyla övünüyor. 'Hükümetin ekonomi politikası' diyoruz ama aslında herkesin malumu; uygulanan IMF programı... 2001 krizinin ardından Kemal Derviş eliyle yürürlüğe sokulan program...

Övünç vesilesi haline getirilen bu ekonomi programının iki 'küçük' problemi var; çözülemeyen ve giderek büyüyen: Aş ve iş.

Ekonomist Mustafa Sönmez son yazısında devletin ekonomiye dair nasıl bir yalanın arkasına saklandığını anlatıyor.

Türkiye İstatistik Kurumu'na(TÜİK) göre, 4 kişilik hanenin aylık açlık sınırı 182 YTL. Bu hesaba göre 2004 yılında Türkiye'de yaklaşık 909 bin kişi açlık sınırının altında.

Yani TÜİK diyor ki, (2004 yılı itibarıyla) 4 kişilik aile, kişi başına günlük 2100 kaloriyi 182 YTL ile alabilir, bir ay boyunca üç öğün beslenir. Bu, 4 kişi için günde 6 YTL, öğün başına 2 YTL demektir. Dalga geçmenin de bir adabı olur!

Oysa, Türk-İş'in araştırmasına göre, 2004 yılı için açlık sınırı 513 YTL. Böyle olunca da açlık sınırının altındaki nüfus 909 bin değil, en az 3-4 milyonu buluyor.

Sönmez,devam ediyor:

"Açlık sınırının yanında bir de yoksulluk sınırı var. O da gıda ve gıda dışı harcamaları, yani barınma, ulaşım, sağlık, eğitim vb insani ihtiyaçlar için yapılan harcamalar. TÜİK, yoksulluk sınırını 4 kişilik aile için ayda 429 YTL olarak belirlemiş ve bu gelirin altında kalanları da nüfusun yüzde 26'sı olarak ilan etmiş.

Oysa, aynı 4 kişinin gıda ve gıda dışı harcamaları için ayda gerekli asgari gelir Türk-İş tarafından 1600 YTL olarak belirlenmiş. Eğer, Türk-İş'in yoksulluk tarifi kabul edilseydi, yoksulların oranı TÜİK'in açıkladığı gibi nüfusun yüzde 26'sında kalmaz yüzde 40'ları bulur, 18 milyon yerine 28-30 milyon insanın yoksul tanımına girdiğini görürdük."

• • •

Aynı TÜİK, iki gün önce işsizlik rakamlarını açıkladı. Detayına girmeyeceğim. Sadece şu rakamlara bakın: Ülke genelinde genç nüfusun yüzde 21.5'i, kentlerde ise yüzde 22.9'u işsiz. Yukarda TÜİK'in açlık ve yoksulluk sınırları üzerine kullandığı ölçütlerin 'iyimserliğinden' söz etmiştik. Aynı 'iyimser' yaklaşım, işsizlik rakamlarına da yansıdıysa, varın siz düşünün karşı karşıya olduğumuz tabloyu...

Allah aşkına, böyle bir ülkenin geleceğine umutla bakabilir miyiz?