Âşık Veysel'in izinde adım adım

Türkan KINAY SOOMRO
Âşık Veysel’i nasıl bilirsiniz? Gözleri görmeyen “Uzun ince bir yoldayım/Gidiyorum gündüz gece” türküsünü çalıp çığıran Sivaslı ozan.
‘Gönül Gördü Dil Söyledi’de Yaşar Seyman, beslendiği kaynaklardan başlayarak yaşamı boyunca Âşık Veysel’in ozanlığını, kişiliğini, kâmil insan olma yolculuğundaki dönüşümünü, sadece ülkemizde değil dünyada da bilinirlilik serüvenini kendi deyimi ile aşkla anlatıyor.
Tasavvuftaki hamdım, piştim, yandım anlatımının karşılığı Yaşar Seyman’da ırmak betimlemesinde hayat bulur.
Diğer eserlerinde de sıkça karşılaştığımız gibi yaşam bir ırmakla betimlenir. Irmak küçücük bir gözeden doğar, yavaş yavaş bazen nazlı nazlı, bazen coşkuyla, engelleri bazen üzerinden geçerek, bazen çevresinden dolanarak aşar. Kendisine doğru akarak ona karışan derelerden, küçük akarsulardan beslenir. Bunu yaparken çevresine hayat vererek sürdürür yolculuğunu. Uzun bir yolculuktan sonra denize ulaşır oradan da okyanusa karışır.
Sufizm’de de su böyle tanımlanmaz mı? Su sabır ve sürekliliktir. Su engelleri aşmak için ya etrafından dolaşır ya da sabırla kayayı delerek yoluna devam eder.
Âşık Veysel de tam da bunu yapar. Ancak yaşamı boyunca hem sürekliliğini sağlayacak destekçileri hem de sabırla delerek geçmesi gereken zorlukları vardır.
Şansı ise içine doğduğu inanç sistemidir.
Her şeyden önce inancının yasakları, tabuları yoktur. Onun inancında kadın erkek ayrı değil her biri birer candır.
Birlikte çalışılır, birlikte sofra paylaşılır, emek de bereket de pay edilir.
Sivas’ın Şarkışla ilçesinin Sivrialan köyünde doğan ozan için görmezliği bizim gözümüzde engel gibi görünse de bu engeli onun bilgelik yolculuğunun mihenk taşıdır.
Dünyayı gözleriyle değil gönlüyle algılamayı öğrenir.
Anadolu bilgelik geleneğini kuşaktan kuşağa taşıyan bir damar vardır. Bu damardan beslenmiş hatta bu damarın kendisi olan ulu ozanlar Seyyid Nesimi, Yemînî, Fuzuli, Şah İsmail Hatâî, Pir Sultan Abdal, Virâni, Kul Himmet’tir. Bu ulu ozanlar Âşık Veysel’in de besin kaynağı olurlar. Âşık Veysel de onların bilgeliklerinden payını alır, onların deyişleriyle, felsefeleriyle hemhal olur kendisini büyütür.
Görmezliği, insanı, havayı, suyu, toprağı, ağacı, kuşları sevmesine, âşık olmasına engel olmaz.
İlk eşi Esma’ya âşık olmuştur.
Ancak Esma kendisini terk ettikten sonra Tapduk Emre türbesine hizmet eden Yunus misali, Yalıncak Türbesine hizmet eden gönül gözü açık Gülizar ana dayanağı, gözü, yoldaşı olur.
İlk eşinde beşerî aşkı yaşarken belli ki ikinci eşi onun manevi yolculuğunun da eşlikçisi olmuş.
Gönül Gördü Dil Söyledi’de Yaşar Seyman Âşık Veysel’le ilgili kayıtlara geçmemiş ancak onun gerçek kimliğini gün yüzüne çıkaracak olayların peşine de düşüyor.
Mecit köyündeki Salman Baba ile buluşmaları, cemlerde zâkirlik yapması gün yüzünde olmayan detaylar.
Yine görme engelli Şah Turna ile seyahatinde aralarında şöyle bir diyalog geçer.
“Şah Turna, bak kızım; şehir, şehir, konser, konser dolaşıyoruz. Plakların satıyor, sesin güzel turna avazı sanki. İkimizin de gözü görmüyor, bırak bu ezen ezilen, özgürlük, demokrasi siyasi parçaları; biraz dingin şeyler söyle, bir zalimin taşına rastlarız, başımıza belalar açacaksın” der.
Bir zalimin taşına rastlama ihtimali göremiyor olmanın savunmasızlığında onu ürkütür.
Her kitabında olduğu gibi Yaşar Seyman bu kitabında da bizleri iki dünya insanı ile tanıştırıyor. Hem de ne tanıştırma! Belki Arjantinli Jorges Luis Borges ve Mısırlı Taha Hüseyin, Âşık Veysel’le hiç tanışmadılar ama Yaşar Seyman kurgusuyla üç görmeyen dünya sanatçısı Aşık Veysel’in kalem ve kader kardeşi oluveriyorlar onun kaleminde.
Borges’in psikoloji öğretmeni ve avukat olan babası kendisine satranç tahtasında Zeno’nun paradoksunu öğretirken, Mısırlı Taha Hüseyin Kahire Üniversitesi’nde Edebiyat Bölümü’nden mezun olur. Ardından Sorbonne Üniversitesi’nde lisans eğitimi alır ve doktorasını tamamlar. Bizim Veyselimizin payına düşen ise babasının kendisine verdiği bir kırık sazdır. Ancak o kitabı olmayan halk bilgelerinden beslenir.
Beslenme kaynaklarının farklılığına rağmen bu üç yaratıcı insan bir noktada eşitlenir. Ve bu noktada üçü de gelecek nesillerin düşün dünyasını aydınlatacak eserler bırakırlar.
Bu kitap sadece Âşık Veysel kimliği ile sınırlı değil.
Yaşar Seyman da yazın serüveninin doruklarında dolaşıyor. Oradan ses veriyor bizlere. Kelime dağarcığımıza içimizi ısıtan kelimeler armağan ediyor.
Bunlardan biri “şafaklaşmak” nasıl kullanırdınız? (sf 152)
Kitapta çok mutlu olunan, size doyurucu gelen zamanın sabahlara kadar sürmesi anlamında kullanılmış.
Betimlemeleri de yüreğimize dokunuyor.
“Uçaklarla kentlerin üzerinden geçerken her şiirini bulutlara emanet ederek bir kentin üstüne bıraktım. Onlar da aydınlansın, senden yoksun kalmasınlar”
Yazmak O’nun için ölümsüzlüğe bir nida bırakmak gibi;
“Çiçek açıp soluyor, kelebeğin ömrü bir gün oluyor, gelincik narin ömrünü doğada çok az görünerek tüketiyor, doğa mevsimlere göre renk alıyor, renk veriyor. Bir tek kalemin ucundan dökülen gelincik, kalemin ucunda açan çiçek, kalemin ucunda uçuşan kelebek ölümsüz oluyor. “
Bize de bu kitap yoluyla Yaşar Seyman’ın kaleminden dökülen sözcüklerini ve Âşık Veysel’i geleceğe, sonsuzluğa, bizden sonraki nesillere emanet edelim ki onların da yolunu aydınlatsın.
Âşık Veysel’in türkülerini dinleyebilir, onun hayat hikâyesini, şiirlerini okuyabilirsiniz. Ancak Seyman’ın da söylediği gibi tanımak arı bir bilinç ister. Kitabın bu bilinçle anlamak üzere okunmasını diliyorum.
Aşk ile…