Google Play Store
App Store

Halkın geniş kesimleri ve öğrenciler salt İmamoğlu’na destek için meydanlara çıkmadılar. İktidarın yoksullaştırıcı politikalarına, adaletsizliğin kök salmış olmasına, işsizliğe, her türlü gericiliğe, eşitsizliklere ve yolsuzluklara karşı da seslerini yükselttiler.

Aslında herkes farkında

Herkes farkında: Ne ekersen onu biçersin! Siyasi istikrarsızlık üretmenin bedeli iktisadi istikrarsızlıktır. Bunu 18-19 Mart siyasi operasyonu sonrasında istikrar programının çökmesiyle bugünlerde yeniden deneyimledik. Üstelik tüm olumsuzluklar henüz yaşanmış değil.

Herkes farkında: İktidar siyasetçilerinin ve onların rant/kâr ortaklarının suç sicilleri iyice kabardı. Bunlar siyasi münavebeye (demokratik iktidar değişimine) asla razı olmayacaktır; çünkü sadece hortumları kesilmeyecek, birikmiş suç dosyaları da ortaya saçılacaktır. Bu nedenle, güçlü bir muhalefet liderliği muktedirlerin en son isteyeceği şeydir.

Herkes farkında: Halkın büyük bölümü için bir yoksullaştırma programı uygulanırken, dolayısıyla toplumdan rıza üretme olanakları giderek daralırken, üstelik muhalefet son seçimlerden birinci parti olarak çıkmış ve iktidarın toplumsal tabanı ve siyasi dayanakları iyice zayıflamışken; muhalefetin güçlü bir CB adayı çıkarması durumunda iktidar, altındaki zeminin iyice kayacağının farkındadır. Zaten genel oy hakkını işine yaradıkça kullanan, yaramadığı zaman bir ayakbağı olarak gören bir dinci-despotik yönetim, tüm anayasal haklara faşizan yöntemlerle saldırmakta duraksamaz. İmamoğlu’na, CHP’ye, bağımsız/eleştirel medyaya saldırıların altında başka neden aramaya gerek yoktur.

Herkes farkında: Gerçi bu saldırıyı kolaylaştıran başka nedenler de vardır: İktidar, içerdeki anti-demokratik yönelişlerine dış tepkilerin çok yüksek olmayacağı bir konjonktürün çalıştığının farkındaydı. Üstelik içerde zayıfladıkça dış tavizlere daha yatkın bir konuma rahatça kayabileceğini (daha önce de örneklerini sergilediği üzere) dış güçlere açıkça göstermekteydi. İşte Erdoğan-Trump arasındaki 16 Mart’taki uzun telefon görüşmesi, 18-19 Mart’ın adeta “açılışı” olmuş gözüküyor. İktidarın içerde giriştiği yeni despotik baskıların ABD ve Avrupa’da göstermelik tepkilerle geçiştirilmesinin, Suriye, İran, Ukrayna, Rusya, Karadeniz/Boğazlar (Çin’le ilişkiler?) başlıklarında çeşitli ödünlere yol açmış olabileceğinin herkes farkında. Ayrıntıları kısa/orta dönemde yaşanarak görülecek. Hakan Fidan’ın 19 Mart’tan bir hafta sonraki ABD temasları, çok fazla beklenmeyeceğinin işareti olabilir.

Herkes farkında: Her durumda, beklemediği ölçüde kitlesel tepkilerle karşılaşmış olması ve bunlara rağmen iktidarını sağlama alma kaygıları, Cumhur ittifakının emperyalizm yanında saf tutmasını hızlandırdığının herkes farkında. Denklem şöyle de kurulabilir: İçerideki demokratik taleplere karşı geri adım atmamanın faturası, emperyalizm karşısında geri adım atmak olarak sonuçlanmakta. İçerde faşizan uygulamalardan hiç taviz vermemenin, iktidarını her ne pahasına olursa olsun korumanın karşılığı, dışarda bol kepçe taviz vermek olmakta. Yürütmeyi/yasamayı/yargıyı tek adamın temsil etmesi halinde bu denklem çok daha kolay kurulabilmekte.

Herkes farkında: İktidar, muhalefeti İmralı açılımı üzerinden bölme ve Suriye’de ABD ve İsrail ile yakınlaşma girişimlerini Ekim 2024’ten itibaren başlatmıştı. Dolayısıyla bu sürecin 18-19 Mart saldırılarını kolaylaştırıcı bir unsur olarak kullanılmak istendiğinin herkes farkında. Anayasa değişikliği başlığında daha net görülebilecek.

DAİMA VE EN ÇOK KAYBEDENLER EMEKÇİLER

Şimşek ekibinin Haziran 2023 sonrasında yürüttüğü örtük IMF programı esasen kör topal gidiyordu. Emekçilere büyük bedeller ödetilmesine rağmen, enflasyonun geriletilmesinde istenen ivme yakalanamamış, yüksek faiz ve düşük kur eşleşmesine rağmen dış kaynak girişleri yetersiz kalmıştı. Şimdi 19 Mart faşizan darbesiyle bu program da büyük darbe almış durumda.

Peki şimdi ne olacak? Elbette sermayenin aradığı ekonomik istikrar kolayca tesis edilemeyecek. Üstelik bu kesimlerde de önemli kayıplara uğrayanlar olacak. Öncelikle de “darbe”ye açık pozisyonda yakalananlar… Dışardan borçlanmanın maliyetleri de (artan CDS’ler üzerinden) fırlamış durumda. Haftalık repo yerine gecelik fonlama faizlerinin yüzde 46’ya yükseltilmesi  tüm kredi/finansman maliyetlerini yukarı çekecek. Bunun mevduat faizlerini kısmen yükseltmesi mümkün ama bu kadarının dövize kaçışı frenlemesi zor. Sermaye girişleri tıkanırken çıkışları durdurmak bile zorlaştı. Rezervler eritilerek döviz kurlarının ne kadar tutulabileceği de belirsiz. Kur istikrarı ve yüksek faizle sıcak para çekmenin de sınırlarına gelinmiş olabilir. Yatırımlar ve büyüme daha da zayıflayacak, bütçe faiz giderleri ve bütçe açıkları yükselecektir. Bu koşullarda iktidarın “erken seçim” isteksizliği de pekişecektir.

MÜDAHALELERİN YÜKSEK MALİYETLERİ

Son 3,5 yılda peş peşe iki farklı müdahale örneği yaşandı. Birincisi Aralık 2021’de görece siyasi istikrar ortamında, ikincisi ise Mart 2025’te iktidarın siyasi tabanının eridiği eğik düzlemde. Gerek 2021 gerekse 2025 müdahaleleri, hangi nedenlerle yapılmış olurlarsa olsunlar, nihai amaçları itibariyle benzerdi: İktidarın lehine siyasi sonuçlar elde etmek. Birincisinde, yanlış ekonomik tercihlerle de olsa ekonomi alanını (büyümeyi canlı tutarak, sermayeye/seçmene ucuz kredi olanağı sağlayarak…) seçimlere elverişli hale getirmek; ikincisinde iktidarı tehdit eden siyasi süreci dümdüz ederek lehine çevirmek.

Her ikisinin de çok olumsuz ekonomik maliyetleri oldu ve olacak. Birincisinden istenilen siyasi sonuç kısmen alındı (2023 seçimleri), kısmen alınamadı (2024 seçimleri). Son bir yıldır iktidarın yaptığı şey, Mart seçimlerinin sonuçlarını yargı zoruyla geri çevirme dayatmaları oldu. Mart 2025 darbesi kısmen bunun içindi ama toplumsal direnişler İBB’ye kayyım atanmasını önledi. İktidarın, alanı dişli siyasi rakiplerinden temizleme ve kendi ömrünü uzatma çabaları da olumlu sonuçlanamayacak. Faşizan darbenin, Gezi Direnişinden bu yana görülen en büyük toplumsal direnişleri tetiklemiş olması henüz sadece bir başlangıç gibi görünüyor.

Halkın geniş kesimleri ve öğrenciler salt İmamoğlu’na destek için meydanlara çıkmadılar. İktidarın yoksullaştırıcı politikalarına, hukuk tanımazlığın/adaletsizliğin kök salmış olmasına, işsizliğe, diplomalı işsizliğine, diplomaların bile hükümsüz kılınmasına, her türlü gericiliğe, tarikat dayatmalarına, eşitsizliklere ve yolsuzluklara karşı da seslerini yükselttiler. Meydanlar, katmerlenen sömürüye karşı daha kitlesel katılımlarla direnecek işçileri de bekliyor.