Demokrasi denilen oyunun pek çok zorlu ve cefalı yanı olmakla birlikte, bu oyun esnasında pek çok travma yaşama, pek çok sıkıntı çekme, hattâ ağır eza ve cezalara maruz kalabilmekle birlikte en güzel yanı, elimizde "sandık" denilen çok kullanışlı, etkili ve basit bir silahın bulunmasıdır.

Neticede, bir sabah kalkıp yakında bir okula gidiyor, bir sınıfa giriyorsunuz. Orada elinize bir oy pusulası ve bir zarf ile bir mühür tutuşturuyorlar. Minik bir perdenin arkasına geçip, o mührü, tercihiniz olan adaya veya partiye basıyor ve tarihin akışını değiştirebiliyorsunuz.

Bu kez de; bütün zorluklara, engellemelere, baskılara, tehditlere, atılan dayaklara, sıkılan kurşunlara, yitirdiğimiz canlarla ödediğimiz ağır bedellere ve maruz kaldığımız eziyetlere rağmen, aynı şeyi yapabilme olanağı elimizde.

O şans ayağımıza kadar gelmiş bulunuyor.

Şunun şurasında 38 gün kaldı.

Yeter ki, o gün geldiğinde elinizdeki o ufacık mührün nelere kadir olduğunu o an hatırlayın. Bunca yılın, (sadece geçen 21 yıllık AKP iktidarını kastetmiyorum) kan, zulüm, soygun, utanç, ölüm dolu kâbusundan uyanabilmenin çaresi belli. Tercihimizi doğru yere kullanmanın şansı elimizde.

Tabii ki, bir gazeteci olarak her seçimde ısrarla yaptığım gibi, oyunuzu "filanca partiye, falanca adaya verin" dememe ilkeme sadık kalacağım.

Ancak, kime vermeyeceğinizi, vermemeniz gerektiğini hatırlatmak zorundayım.

Ülkeyi, emperyalist tekellerin azgın ve açgözlü soyguncuları ile işbirliği yaparak bir "yağma ve talan sofrasına" çevirenlere...

Ülke emekçilerinin emeğini, iliğini kemiğini sömürüp, değil yoksulluk sınırı, açlık sınırının bile altında inim inim inleyen bir yaşama mahkum edenlere...

Korunmaya ve kollanmaya muhtaç tüm canlı ve cansızlara; küçücük kız ve oğlan çocuklarından kadınlarımıza, masum hayvanlarımızdan doğal varlıklarımıza, çiçeğimize, çimenimize, ağacımıza kadar her türlü "saldırıya ve istismara açık" değerlerimize göz dikenlere...

İnsanları; "Bizden olan - olmayan, bizim gibi düşünen - düşünmeyen, bizim inandıklarımıza inanan - inanmayan, bizim cinsel yönelimimizden olan - olmayan, bizim dilimizi konuşan - konuşmayan, bizim kökümüzden olan - olmayan" diye bölen ve düşmanlaştıranlara...

Bu topraklarda sağcı ve gerici tüm unsurların on yıllardır vazgeçemedikleri utanmazca din sömürüsü ile, kendi kutsallarını başkalarına empoze etmekle kalmayıp, başkalarının kutsal değerlerini aşağılayarak, üzerinde tepinerek, hakaret ederek, herkesi ötekileştiren ve şeytanlaştıran düşünce sahiplerine...

Basının haber derleme, toplumu bilgilendirme, toplumun da "haberdar olma" hakkını ayaklar altına alanlara...

Bilimsel özerkliğin temeline dinamit koyanlara, bağımsız bilimsel bilgi üretip öğretmek isteyenlerin elini - dilini bağlayanlara. Üniversiteleri kayyum (komutan) güdümünde kışlalara çevirenlere...

Adliye’yi, kendilerine "Savcı ve yargıç süsü veren" atanmış cüppeli memurların, iktidara biat etmeyen on milyonlarca insanı "yargıladığı değil ceza dağıttığı" bir yer haline getirenlere...

Parası olmayanın kaliteli eğitime ve kaliteli sağlık hizmetine erişemediği bir sistemi yerleştirip, hak eşitliği kavramını tarihe gömenlere...

Parası olanın, askerlik hizmetini (vatan hizmeti) dekontla, olmayanın "elinde tüfekle, toz toprakta alçak sürünerek dağ başlarında sınır boylarında, başkalarının topraklarında savaşarak ve kimi zaman bayrağa sarılı tabutlarla eve dönerek" yerine getirdiği bir düzeni kuranlara...

Verginin adil toplanmadığı, kalın enseli kompradorların sıfır, bordrolu emekçinin çuvalla vergi ödediği bir düzeni kuranlara...

Ve yukarıda sayılanlara bir bu kadarının daha eklenebileceği bilcümle günah, hıyanet ve zulme imza atanlara vermeyeceğimizi artık biliyoruz, değil mi?

Ve "çare"nin, o elimizdeki mührü doğru kullanmak olduğunu da artık kavradık değil mi?

Kavramadıysak, ve çevremize de kavratamadıysak, hâlâ vaktimiz var.

Önümüzdeki 38 gün boyunca bunları avazımız çıktığı kadar haykırarak, tercihin doğru kullanılmasını sağlamak boynumuzun borcudur.

Bir yandan da, bu tarihi görevin yerine getirilmesinin önünde engel olan "Bencil ve umursamaz, sekter, bölücü" her türlü anlayışa karşı da mücadelenin önemini anlamak ve anlatmak önemli tabii.

Bir iki kelâm da, bugünkü ve geçmişte on yıllardır bu ülkenin başına çöreklenmiş bulunan emperyalist işbirlikçisi zihniyete karşı mücadele konusunda etmek istiyorum.

Anti emperyalist mücadele, bir "hobi" bir "kuru gelenek" bir "boş vakitleri değerlendirmek için hoş söylem" değildir.

Anti emperyalist mücadele, bizlere bu topraklar için kanını döken Mustafa Kemal Atatürk önderliğindeki dedelerimizin, Kızıldere’de can veren Mahir’lerin, Hüseyin’lerin, Ulaş’ların, darağacında tabureyi kendi tekmeleyen Deniz’lerin, Yusuf’ların, Hüseyin’lerin, bedellerini gençlikleri ile ödeyerek bıraktıkları bir kutsal mirastır.

Emperyalizmin geçen 75 yılına damgasını vuran Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO)’nun, Rusya’ya karşı savunma gerekçesi ile genişlemesine ses çıkarmayan, Finlandiya’nın örgüte dahil edilerek büyümesine ve dişlerini güçlendirmesine kayıtsız kalan her kim varsa, onlara hatırlatmak istedim.