Google Play Store
App Store

Atanmayan öğretmenlerin yaşadığı ekonomik ve psikolojik sorunlar her geçen gün büyüyor. İşsizlikle mücadele eden bu öğretmenler, kimi zaman farklı sektörlerde düşük ücretle çalışmak zorunda kalıyor. Eğitim sisteminde hak ettikleri yeri bulamayan bu gençlerin bazıları hayallerini gerçekleştirememenin verdiği duygusal yükle baş edemeyip yaşamına son veriyor.

Atan-a-mayan değil atanmayan öğretmenler

Ayşe Alan - Eğitimci, Yazar

Atanamayan öğretmenler konusu ülke gündemimizde her zaman önemli bir yer tutuyor. İktidarın öğretmenliğe dair kavrayış ve uygulamaları nüfusun geniş bir bölümünü etkiliyor. Bu durumun, öğretmenlik eğitimi alan yurttaşların mağduriyetini bir kriz haline dönüştürdüğü ortada.

Türkiye’de öğretmenliğin ayrıldığı uzman, kadrolu, sözleşmeli, başöğretmen, ücretli gibi statülere ek olarak her yıl on binlerce öğretmen adayı “atan-a-mayan öğretmen” statüsüne itiliyor. Buradaki “atan-a-mayan” ifadesi, sorumluyu belirsizleştiren bir anlam taşıyor. Atanmamanın nedenini ya öğretmen adaylarının yetersizliği ya da devletin olanaklarının atama yapmaya yetmemesi gibi bir alana sıkıştırarak “atama yapma işi”ni gerçekleştirmeyen iradeyi gizliyor. Oysa atanmaya hak kazananlar çoğunlukla politik tercihler ve sistemdeki eksikler nedeniyle atanmıyorlar.

DOĞRU İFADE “ATANMAYAN ÖĞRETMEN” OLMALI

ÖSYM ÖABT verilerine göre 2024 itibarıyla atama bekleyen öğretmen sayısı 413.131 iken bu yıl ataması yapılacak öğretmen sayısı 19.997. Sayıları 400 bini aşan bu gençler, üniversiteye giriş sınavından KPSS’ye kadar birçok engeli başarıyla aşmış; yani görev için gerekli yeterlilikleri sağlamış bireylerdir. Onları atanamayan kılan, politika yapıcıların eğitim sistemini yönetmedeki yetersizlikleridir. Bu yüzden doğru ifade “atanmayan öğretmen” olmalı. Çünkü bu ifade, meselenin yapısal bir soruna dayandığını ve temel sorumluluğun atamayı gerçekleştirmeyen kurumsal yapılar olduğunun altını çizmeyi sağlıyor. Meseleyi bu şekilde kavramsallaştırmak öğretmen adaylarının itibar ve haklarının savunulması açısından da daha doğru.

Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) atama süreçlerinde mülakatlar gibi subjektif değerlendirme yöntemlerini kullanması, “atanmayan” öğretmenler sorununu derinleştiriyor. KPSS’den yüksek puan alan birçok aday, mülakatlarda eleniyor ve yerlerine liyakatsiz kişilerin atandığı iddiaları ortaya atılıyor. Belli ki belirleyici olan adayların bireysel yetersizliği değil, sistemin adaletsizliği. Eğitimin niteliği ise bu adaletsizlikten doğrudan etkileniyor. Sınavdaki başarı sıralamaları mülakatlardan sonra öğretmenlerin puanlarının düşmesi, hatta şehirler arasındaki mülakatlarda puan uygulaması farkları olduğunun ortaya çıkması, bu sisteme olan güvensizliği ve mağduriyeti artırıyor.

ATANMA KRİZİNİN SORUMLUSU ÖĞRETMENLER DEĞİL

MEB’in yıllardır süregelen plansız politikaları bu krizin ana nedenlerinden biri. Eğitim fakültelerinden her yıl binlerce mezun veriliyor. Bu sayı ihtiyaçla doğru orantılı değil. Bir yandan, ülke genelinde öğretmen açığı olduğu açıklanıyor; diğer yandan kadrolar sınırlı tutuluyor ya da ücretli öğretmenlik gibi geçici çözümlerle bu ihtiyaç giderilmeye çalışılıyor. Öğretmen açığını gidermek için ücretli öğretmenler çalıştırılırken, kadrolu atamaların artırılmaması ciddi bir çelişki. Ücretli öğretmenlerin asgari ücretin dahi altında maaşlarla çalıştırılıyor olması da sistemin bir başka ayıbı.

Atanmayan öğretmenlerin yaşadığı ekonomik ve psikolojik sorunlar her geçen gün büyüyor. İşsizlikle mücadele eden bu öğretmenler, kimi zaman farklı sektörlerde düşük ücretle çalışmak zorunda kalıyor. Eğitim sisteminde hak ettikleri yeri bulamayan bu gençlerin bazıları hayallerini gerçekleştirememenin verdiği duygusal yükle baş edemeyip yaşamına son veriyor.

İMAMLAR ATANIRKEN ÖĞRETMENLER NEDEN ATAN-A-MIYOR!

Atanmayan öğretmenler sorunu bir kriz haline dönüşmüşken üst üste okullara din görevlilerin atandığı haberlerini alıyoruz. En son İzmir Bornova’da 99 okulda imam, müezzin ve vaizler görevlendirildi. Bu uygulama, ÇEDES (Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum) projesi kapsamında gerçekleştiriliyor.

Okullara din görevlisi atanması, Türkiye’nin laik ve bilimsel eğitim ilkelerine yönelik büyük bir tehdit oluşturuyor. Eğitim, çocukların eleştirel düşünme, bilimsel bilgiye erişim ve özgür irade geliştirme sürecidir. Bu sürece dinsel referanslarla müdahale edilmesi, çocukların tarafsız ve objektif bir eğitim alma hakkını ihlal eder. Üstelik bu adım, sadece laiklik ilkesine değil, aynı zamanda toplumsal barışa da zarar verir.

Okullar, farklı inanç ve kimliklerin eşit şekilde temsil edildiği bir alan olmalı, kamusal eğitim cemaat ve tarikat etkilerinden korunmalıdır. Oysa mevcut politikalar ideolojik dayatmalar için zemin hazırlıyor. Bunun eğitimdeki mevcut sorunları çözmeyi nasıl zorlaştırdığını, eğitim ortamımızı nasıl da kalitesizleştirdiğini hep birlikte izliyoruz.

EĞİTİMİN ASIL İHTİYACI YETERLİ SAYIDA NİTELİKLİ ÖĞRETMENDİR

Çocuklarımızı birey değil, bir ideolojinin taşıyıcısı olarak görmek onlara verilecek en büyük zararlardan biri. Eğitim sistemindeki temel sorunlar çözülmemişken, okullara imamların atanması büyük bir adaletsizlik ve çelişkidir. Yüz binlerce atanamayan öğretmen, yıllardır görev beklerken, eğitimle ilgisi olmayan kişilerin bu alanlara yerleştirilmesi kabul edilemez.

Okulların gerçek ihtiyacı, bilimsel, laik ve pedagojik donanımla çocukların gelişimine katkı sunacak öğretmenlerdir; imamlar değil. Öğretmen adayları sınavlarla boğuşurken, yıllarca emek verdikten sonra atanamayıp ekonomik zorluklarla boğuşurken, bu tür ideolojik uygulamalar, eğitimi bir kamu hizmeti olarak değil siyasi bir araç olarak görmenin bir sonucu.

Devlet kaynakları eğitimdeki asıl ihtiyaçlara yönlendirilmeli; öğretmen açığını gidermek, kalabalık sınıfları azaltmak ve çocuklara nitelikli eğitim sunmak için kullanılmalı.