1989 yılında Erzurum’dan Ankara’ya gelip üniversiteye başladım. Yoksul bir aileden geliyordum. Yoksul olduğumu bilmeyecek kadar yoksul bir hayal zenginiydim. Yani ekonomik yoksulluktan daha derin bir kültürel yoksulluk söz konusuydu. Neden yoksul olduğumu sebep sonuç ilişkisi içerisinde üniversitede öğrendim. Bana durumumu anlatan ve kurtuluş yolunu gösteren de sol felsefeydi.

Üniversiteden mezun oldum. Zor sınavları geçerek Hazine Müsteşarlığı’nda işe başladım. Hazine’de çalıştığım yıllarda otoriteyle hep problemim oldu. Devlette bayağı yontuldum. Sonra AKP iktidara geldi. Ben de yurtdışına gittim. Yurtdışında eğitim aldım. Uluslararası kuruluşlar adına çalıştım. Sürekli Batı medeniyetiyle Türkiye’yi karşılaştırdım. Eksik parçaları bulmaya çalıştım.

Geri kalmışlık sorununu anlamak kolay değil. Coğrafya, kültür, ekonomi, din, iklim gibi bir dolu değişkeni tarihsel süreçte karşılaştırmak gerekiyor. Benim gibi duygusal amatör için sonuç almak kolay değil. Bu anlama sürecinde Cumhuriyet tarihine daha yakından bakma fırsatım oldu. Hiç önyargısız Cumhuriyet tarihini çeşitli kaynaklardan okumaya çalıştım.

Büyüdüğüm muhafazakâr mahallede kulaklarımıza üflenen Cumhuriyet aleyhtarı düşüncelere ve üniversite yıllarında “Mustafa Suphi - Dersim Olayları” üzerinden anlatılanların yarattığı kafa karışıklığına rağmen içgüdüsel bir Atatürk sevgim hep vardı. Erzurum’da Atatürk’ün İslam’a hizmetlerini duyunca Ankara’da Mahir Çayan’ın Atatürk’ü “ilerici devrimci” olarak tanımladığını okuyunca çok mutlu olurdum.

Geri kalmışlığı anlamaya çalıştıkça Atatürk’e ve Cumhuriyete karşı duyduğum içgüdüsel sevgi bilinçli bir saygı ve bağlılığa dönüşmeye başladı. Batı medeniyetinin nesilleri feda ederek ulaşmaya çalıştığı aydınlanmaya bu bedelleri ödemeden ulaşmaya çalışan kurucu kadroları anlamaya başladım.

Bir de son yıllarda AKP’nin başını çektiği siyasal kültürün Cumhuriyet tarihine ve kurucularına açık saldırıları ve Cumhuriyet düzeni yerine önerdikleri baskıcı ve gerici düzen Atatürk’e ve devrimlerine sevgi ve saygımı koruma ve kollama güdüsüne dönüştürdü.

Bugün milyonlarca insanın benim gibi düşündüğünü hissediyorum. Gerici saldırılara karşı savunma hatlarını korumaya çalışıyoruz. Atatürk Cumhuriyeti bugün bizim için sadece tarihi bir saygı ve bağlılığı değil, demokrasi ve laiklik başta olmak üzere yaşam biçimimizi ifade ediyor. Atatürk ve Cumhuriyet’e yapılan her saygısızlığı doğrudan yaşam biçimimize saldırı kabul ediyoruz.

Ancak bu koruma ve kollama hissiyle çekildiğimiz savunma hatları bizleri tuhaf bir muhafazakârlığa itti. Birbirimizi Atatürk üzerinden övüp Atatürk üzerinden yermeye başladık. Farkına varmadan devrimci Atatürkçülüğü statükocu Atatürkçülüğe dönüştürdük.

Bir de bunun üstüne Atatürkçü görünümlü Atatürk düşmanları ortaya çıktı. Sosyal medyada en faşist fikirlerini Atatürk üzerinden anlatan bir güruh Atatürkçülüğü kişisel ihtiraslarının sopası haline getirdi. Bu Atatürk düşmanları Atatürkçülüğü en masum, en insani fikirlerin düşmanı gibi göstermeye çalışıyor:

Kürt sorununa barışçı mı bakıyorsun? Sen PKK sempatizanı Atatürk düşmanısın! Muhafazakârları anlamaya mı çalışıyorsun? Sen laiklik karşıtı Atatürk düşmanısın! Dersim olaylarına mı üzülüyorsun? Sen bölücü ve Atatürk düşmanısın!

Ben bu Atatürk düşmanlığa isyan ediyorum. Benim Ata’m sizin anlattığınız değil. Ben bir Atatürkçüyüm. Ben bir Cumhuriyetçiyim. Atatürk’ü Atatürk düşmanlarına teslim etmeye de niyetim yok.