Av mevsimi başladı

Erdoğan, seçimden önce muhalefeti yabancı finans merkezlerinin, faiz lobilerinin ve tefecilerin güdümünde olmakla suçluyor, terörle işbirliği yapıp ülke aleyhine faaliyet yürütmekle itham ediyor; “yerli ve milli” iktidarının küreselcilerin desteklediği bu odaklar tarafından alaşağı edilmek istendiğini öne sürerek seçmenine devreye sokulan hain planları durdurmaları için “sandıkları patlatma” talimatı veriyordu.

Seçim bitti, Erdoğan hem kabinesini hem de önemli kurumları yönetecek isimleri belirledi. Küresel güçlerle köprüleri yeniden kurabilmek için piyasa ekonomisinin aradığı kan Mehmet Şimşek’i Hazine ve Maliye Bakanı yaptı. Kariyerine ABD’nin önemli yatırım bankalarından Goldman Sachs’ta başlayan ve yıllar boyunca First Republic Bank gibi kurumlara üst düzey pozisyonlarda hizmet eden Hafize Gaye Erkan’ı Merkez Bankası Başkanı olarak atadı. Dışişleri Bakanlığı’nın tepesine, “Çözüm Süreci” günlerinde PKK ile kurulan diyaloğun kilit isimlerinden Hakan Fidan’ı getirdi. Ondan boşalan MİT Başkanlığı koltuğuna da ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) ve istihbarat teşkilatı CIA’e danışmanlık hizmeti veren Strafor adlı şirketin yöneticilerine geçmişteki yardımlarıyla bilinen İbrahim Kalın’ı oturttu.

Son yıllarda sık sık düşük faizi savunduğu için “faiz lobilerini kudurttuğunu” söyleyen Erdoğan, yeni dönemde bu yaklaşımının arkasında durmayacak gibi görünüyor. Seçim öncesi yarattığı “yerlilik-millilik” illüzyonunda önemli bir yer tutan ekonomik tercihler, Mehmet Şimşek ile birlikte yerini “rasyonel”, yani piyasanın beklentileriyle uyumlu bir programa bırakmak üzere. Çünkü iktidarın ideolojik anlatısını pekiştirerek seçimlerin kazanılmasına katkı sağlayan “heterodoks” model, propaganda edildiği gibi Türkiye’yi güçlendirmiyor, tam tersine batışı hızlandırıyordu. Şimşek’le beraber AKP’nin tüm hatalarının faturası halka yüklenerek bir “denge” tutturulmaya çalışacak.

***

Erdoğan’ın yıllar boyunca en öne çıkan özelliği, çelişkileri yönetebilme becerisiydi. Bugün de aynı şekilde devam ediyor. İhtiyaca göre yaptığı ters manevralar sonrası dümenin kontrolünü kaybetmiyor. Peki bunu nasıl yapabiliyor? Kuşkusuz temel neden, Türkiye’deki siyasi mücadelenin istikrarlı bir şekilde onu en avantajlı pozisyonda tutan hegemonya zemini üzerinde sürdürülüyor olması. Karşısında kendisiyle sağcılık yarışına girerek seçimde zafere ulaşacağını düşünen bir muhalefet oldu hep. Muhalefet, muhafazakâr kesimlere bir adım yaklaştıysa, Erdoğan muhafazakarları muhalefetten 10 adım uzaklaştırabildi. İdeolojik müktesebatı ve şahsi ikna gücünü kullanarak kimlik bazlı kutuplaşmayı ihtiyaç duyduğu düzeye kadar çıkardı.

Anaakım muhalefet, ekonomi konusunda da AKP’nin “eski başarılarını” tekrarlamaya talip olarak Erdoğan’a meydan okudu. Ülkeyi yönetme iddiasındaki aktörler, 2002-2010 arasındaki döneme öykünerek siyasal İslamcı rejime muhalefet etmeye çalıştı. Hâlâ da toplumun önüne yeni bir gelecek vizyonu, farklı bir ütopya konulamıyor. Geniş kesimlerde heyecan uyandıran, yurttaşların öncelikli taleplerini esas mesele haline getiren bir siyasal hikâye oluşturulamadığı için Erdoğan ülkedeki onca hasara rağmen seçimlerden galibiyetle ayrılıyor.

Algıları, düşünce kalıplarını ve davranışları belirleyen bu hegemonya nedeniyle seçim sonrası ekonominin başına Mehmet Şimşek’in getirilmesi, Erdoğan düzenine karşı olan kesimlerin bir kısmında bile memnuniyetle karşılandı. Çünkü muhalefetin “liyakat” eleştirisi dışında farklı bir perspektif koyamadığı ekonomide, sorunların büyük oranda Nureddin Nebati’den kaynaklandığı düşünülmüştü. Bu mantık mevcut vaziyeti ise “ekonomi biliminin gerçeklerine dönülecekse ortada itiraz edecek bir şey yok” diye karşılıyor. Anaakım muhalefet “işin ehline verildiğini” kabul ediyor olsa gerek, konuyla ilgili henüz dişe dokunur çıkış yapmadı. Yapmaması da normal. Çünkü temelde iktidarın piyasacı modele yaklaştığı koşullarda muhalefetin söylemi, hatta varlığı dahi boşa düşüyor.

Şimdi kemer sıkma politikalarıyla, “Merkez Bankası’nın bağımsızlığı” güzellemeleriyle, faiz artırımının ne kadar gerekli, TL’nin döviz karşısındaki eriyişinin ne kadar normal olduğunu savunan argümanlarla dolu bir süreç geçireceğiz. Medya organları günler, haftalar ve aylar boyunca topluma bunu empoze edecek. Bu politikaları, bir önceki döneme toz kondurmayan iktidar yanlıları açık açık, piyasa yanlısı muhalifler ise “profesyonelce” savunacak. Süreç içinde halk daha da yoksullaşacak, çalışan kesimlerin alım gücü daha da eriyecek.

***

Bir av mevsiminin içinden geçiyoruz. İktidar, on yıllardır tek doğruymuş gibi ezberletilen bir planla halkı acı reçetelere boğmak için hazırlık yapıyor. Sağı, sağcılık yaparak yeneceği hülyasına kapılan ancak iktidarı kazanamadığı gibi sağcılaşmanın arkasındaki rüzgârı da kuvvetlendiren anaakım muhalefet aklının yeni dönemde topluma ufuk açmaktan uzak olacağı aşikâr. Oysa başka bir düzen, daha adil ve eşitlikçi bir Türkiye mümkün.

Yenilgiden öğrenilmesi gereken, sağ siyasetin, sağa tavizler vererek mağlup edilemeyeceğidir. Halkı sabit bir yığın olarak gören, ilerici bir dönüşümdense kurallarını karşı tarafın koyduğu bir oyunda direnen milyonları pasifleştirerek hedefe ulaşacağını düşünen akıl iflas etti. Şimdi ülkenin en az yarısının kabullenmediği bu düzeninin karşısında emekten, adaletten, özgürlükten, demokrasiden ve barıştan yana bir Türkiye perspektifinin yaratılmasına ve bunun sokak sokak, mahalle mahalle, kampüs kampüs, fabrika fabrika örgütlenmesine ihtiyaç var. Av mevsiminde iktidara tek tek yem olmamanın yolu, alanlarda birlik olan, hakkı-hukuku için birbirine tutunan, kendi özgücünden ve iradesinden başka hiçbir güce bel bağlamayan örgütlü yurttaşların kolektif mücadelesinden geçiyor.