Avrupa seçimlerinden muhalefete dersler
Avrupa’da yükselen faşist hareketlerden, ABD’de milyarderlerin ve petrol şirketlerinin arkasında durduğu Trump’ın yeniden yükselişine kadar, tüm bunlar çürüyen kapitalizmin ayakta kalma çabasından başka bir şey değil. ABD seçimleri yaklaşırken Trump’ın bir yüzünü temsil ettiği öteki yüzünde de liberal merkezin temsilcisi olarak konumlanmış Biden’ın dermansızlığı sistemin nasıl bir çıkmaz sokakta olduğunun başka bir ifadesi.
Yol Politika Kolektifi
Derin bir eşitsizlik içinde parçalanmış toplumlar, sonu gelmez savaşlarla yok olan topraklar, ölüm ve göçler... Kimlikler üzerinden yükselen nefretle büyüyen din savaşları ve çatışmalar...
Kapitalist dünya düzeninin büyük çürümüşlüğünden bütün kıtalar payını alıyor. Bu çürümenin parçası olan toplumlar, henüz birbirine düşman olmaktan daha iyi bir çıkış yolu bulabilmiş değil.
Egemen sınıflar, kriz içinde ayakta kalmanın yolunu böyle buluyor. Avrupa’da yükselen faşist hareketlerden, ABD’de milyarderlerin ve petrol şirketlerinin arkasında durduğu Trump’ın yeniden yükselişine kadar, tüm bunlar çürüyen kapitalizmin ayakta kalma çabasından başka bir şey değil. ABD seçimleri yaklaşırken Trump’ın bir yüzünü temsil ettiği öteki yüzünde de liberal merkezin temsilcisi olarak konumlanmış Biden’ın dermansızlığı sistemin nasıl bir çıkmaz sokakta olduğunun başka bir ifadesi.
I
Avrupa’da sağ ve sol liberal merkezlerin çöküşünün ardından, açıkça Nazi’lere ya da Mussolini’ye sempati duyan neo-faşist hareketlerin yükselişi sürüyor. Göçmen karşıtlığını merkeze alan bu hareketler, aynı zamanda neo-liberal küreselleşmenin yarattığı eşitsizliğe itirazın da muhatabı haline geliyor. Kısmen korumacı politikalar ve sosyal hak vaatleri ile liberal merkezlerin temsilcilerine alternatif olarak öne çıkıyor.
Asıl sorun ise solun bu çatışmanın tümüyle dışına sürüklenmesi ve büyük oranda liberal merkezin bir parçası olmanın ötesine geçemeyen krizidir. Avrupa Parlamento seçimlerine bakıldığında, bazı yerlerde kısmi yükselişlerden söz edilse de sol, neo-faşist hareketlere karşı bir alternatif olmayı bırakın, merkeze yaklaştığı oranda politik arenadaki etkisini kaybediyor.
II
Böyle bir çürümede solun alternatif olmaktan çıkmış olması, en önemli dinamiklerden biridir. Sosyalizmin dünyanın üçte birinde reel bir alternatif olduğu 20. yüzyıl boyunca, kapitalizm de onun baskısı altında şekillenmek zorunda kaldı. Sosyal devlet uygulamaları ve tam istihdamla birlikte demokrasi iddiası, kapitalizm için sosyalizmle rekabetin bir gereği olarak gündeme geliyordu. Bu, Avrupa’da yükselen sınıf hareketlerinin de yürüttüğü mücadelenin kazanımlarıydı. Reel sosyalizmin çözülmesiyle başlayan dönem, kapitalizmin bu baskıdan kurtulması anlamına geldi.
III
Kapitalizmin alternatifsiz olarak yola devam edeceği yeni çağ, bir yandan demokrasi ve refahın ortaklaştırılması propagandasıyla yürürken, sermaye egemenliğinin kimi zaman askerî darbeler, kimi zaman ABD bombaları, kimi zaman da işbirlikçi iktidarların baskısı altında tesis edilmesi olarak yaşandı. Böyle bir geçiş süreci, birikmiş kazanımların tasfiyesi için toplumun örgütlü bütün dinamiklerinin ve birleştirici tüm öğelerinin parçalanmasını zorunlu kılıyordu.
21. yüzyıl, bu anlamda dinin ve kimliklerin geri çağrıldığı bir çağ olarak yaşanmaya başladı. Bugün, son seçimlerde iflas bayrağını çeken Avrupa Birliği, kültürel çoğulculuğa dayanan yeni bir demokrasi ve ulus devletleri aşan yeni tür bir küresel birliğin en görkemli medeniyet ufku olarak sunulmuştu.
ABD’nin Irak’a bıraktığı bombalarla başlattığı Büyük Ortadoğu Projesi’nin, bölgeye demokrasi ve özgürlük getireceği vaatlerinin üzerinden çok geçmeden şimdi ölüm, sürgün ve kanla parçalanmış toprakların son dramı Filistin’de yaşanmaya devam ediyor.
IV
Solda ’90’ların ortasından sonra adım adım bu yeni postmodern liberal yönelimin parçası haline getirilmeye çalışıldı. Sosyalizmin yenilgisiyle birlikte tarihin de sonunu ilan eden kapitalistlere sınıfın sonuna ekleyen postmodern teorisyonler eklemlenerek sol içinde ciddi bir ideolojik parçalanmanın taşlarını döşediler.
Reel sosyalizmin yenilgisinin önemli etkilerinden biri, Avrupa’daki sosyal demokrat hareketlerin hızla yeni liberal çizgide bir dönüşüm sürecine girmeleri olarak yaşandı. Sosyal devletin tasfiyesine paralel olarak İngiltere’de Tony Blair’in başını çekeceği “üçüncü yol” solu, sosyal hak ve emekçi sınıflar mücadelesinden koparan ilk hamlelerden biri oldu. Radikal sol, reel sosyalizmin yenilgisi sonrasında dünya ölçeğinde yaşanan ideolojik krizin etkisi altında çok yönlü bir savrulma içinde güç yitimine uğradı.
Neoliberal küreselleşmenin yarattığı sarsıntılar ve kazanılmış hakların gaspına ilişkin girişimler, Avrupa ölçeğinde kimi zaman halk muhalefetinin yükseldiği karşı çıkışları da gündeme getirdi. Karşı küreselleşme hareketlerinin 1990’ların ortasından başlayarak yükselişi, 2008 krizi sonrasında İspanya’dan Yunanistan’a, Fransa’dan Avrupa’nın pek çok merkezine uzanan halk isyanları yaşanmaya devam etti. Ancak sol hareketler, bu toplumsal tepkileri örgütleyecek bir dinamizme ve politikaya sahip olamadığı oranda bu dalgalar geri çekilerek yerini neo-faşist hareketlere bıraktı.
V
Sol hareketler, sadece Avrupa ölçeğinde değil, Latin Amerika’daki pembe dalga ve iktidar deneyimlerinin birikimlerini bir yana bırakırsak, uzun zamandır bir alternatif haline gelemiyor. Bunun en önemli nedeni, neo-faşist hareketlerin manipüle ederek güç topladığı toplumun genel sorunları konusunda inandırıcı politikalara sahip olmaktan uzak kalmalarıdır. Bu anlamda kapitalist merkezlerin çöktüğü noktada toplumun yükselen radikal taleplerinin taşıyıcısı olamamışlardır. Siyaseti bir tür elitler düzlemine sıkıştırılmış bir parlamenter alan olarak gören yaklaşımlarla, son dönemde yükselen toplumsal hareketler içinde etkinlik kazanılamamış olması da buna eklenmelidir.
Sol, sağın manipüle ettiği göçmen sorunu karşısında somut politika üretemediği oranda, neo-faşist hareketlerin yükselen sosyal tepkileri manipüle etmesi kolaylaşmıştır. Bu hareketler, tüm sosyal ve ekonomik yoksunluğun kaynağı olarak göçmenleri işaretledikçe, kapitalist düzene de bir barikat oluşturmuştur. Kimsenin seçim ve sandığa eskisi kadar güvenmediği ve temsili demokrasinin itibarının yerlerde süründüğü noktada, sol, bunun eleştirisini faşist hareketlere bırakarak çöken liberal merkezin onarılmasını merkeze alan bir tür restorasyonla sınırlı bir politikaya hapsolmuştur. Buna, Ukrayna krizi karşısında ABD ve NATO’nun politikalarına karşı tutarlı bir anti-emperyalist ve savaş karşıtı tutumun izlenememiş olması da eklenmelidir.
VI
Gelinen noktada, Avrupa genelinde güç kazanan ve giderek sermayenin de desteğini arkasına almaya başlayan neo-faşist hareketlerin iktidara doğru yöneldiği bir aşamaya adım adım geçiliyor.
Belki şimdi, kapitalizmin çözülen ancak ayakta kalmaya devam eden çürümüş kabuğu bir süre daha böyle kalacak. Ortadoğu’yu kaplayan dinler ve mezhepler savaşından, Avrupa’daki ırkçı, göçmenleri, kadınları ve farklı kimlikleri düşmanlaştıran yeni Hitlerleşme sürecine kadar bu çürümüşlüğün parçaları görünüyor.
Bütün bunların karşısında, şimdi Fransa’da faşist harekete karşı sokakları doldurarak birleşik bir mücadele için öne atılan insanların öncülük ettiği eşitlik ve özgürlük arayışı da sürüyor. Bu süreçler, anlamak isteyen için sistemle uzlaşarak gidilecek yolun nereye varacağını gösteren zengin deneyimlerle dolu. Dünyanın her yerindeki ve ülkemizdeki tüm muhalefet için...