Google Play Store
App Store
Avrupa ve Siyaset-3: Sağın korkutan yükselişi

Marcello Musto - Sosyoloji Profesörü, York Üniversitesi

Avrupa siyasi arenasında, politik ve ekonomik sorunlara yönelik merkezdeki sağ ve sol ortaklık, 1989 sonrası ikinci bir büyük değişime yol açtı. Son birkaç yıldır, eski kıtanın tamamında “siyasal” olana karşı derin bir nefret gelişti; bu da 1960-70’lerde olduğu gibi toplumsal değişime dair kolektif bir çaba ve sorumluluk yerine iktidarın kendisiyle özdeşleşen bir tiksintiye dönüştü.

Birçok ülkede siyaset karşıtlığı radikal solu da vurdu. Büyük oranda bu partilerin başarısız hükümet geçmişlerinden ötürü, mevcut havaya kapıldıkları ve geçmişte öne çıkardıkları radikal taleplerden vazgeçtikleri için de suçlandılar.

Avrupa’da güçler dengesinde önemli değişiklikler oldu. Diktatörlük sonrası İspanya ve Yunanistan’dakine benzer şekilde, iki parti ağırlıklı sistemler çöktü. Benzer eğilimler, on yıllarca oyların merkez sağ ve merkez sol arasında bölüşüldüğü İtalya ve Fransa’yı da etkiledi.

Siyaset karşıtlığı, popülizm ve yabancı düşmanlığı 

Siyaset-seçim alanı seçimlere katılımların düşmesi, yeni popülist ittifaklar, aşırı sağ güçlerin yükselişi ve bazı örneklerde neoliberal politikalara karşı sol alternatifin güçlenmesi ile önemli değişiklikler geçirdi.

Avrupa Parlamentosu seçimlerine katılımı da düştü. Bu Avrupa için giderek daha fazla teknokratikleşen ve daha az politikleşen bir modeli temsil eden kuruluşların, insanların ilgisini çekmemesinden kaynaklanıyor. Geçtiğimiz yıllarda yükselişe geçen AB karşıtı dalgaya önderlik eden bu post-ideolojik hareketleri, mevcut yolsuz sistemin yavan bir eleştirisi yönlendiriyor.

Birçok Avrupa ülkesinde yabancı düşmanı, milliyetçi ya da doğrudan neofaşist partiler, ekonomik krizin etkileri hissedildikçe yükselişe geçtiler. Bazı örneklerde, siyasi dillerini de dönüştürerek, klasik sağ-sol ayrımının yerine çağımız toplumuna özgü yeni bir mücadeleyi koydular: Marine Le Pen’in deyimiyle “üsttekiler ve alttakiler arasındaki” çelişki. Bu yeni kutuplaşmada, aşırı sağcı adaylar güya müesses nizama karşı “halkı” temsil ediyor ve tüm gücün piyasanın elinde toplanmasından yana olan elitlere karşılar.

Bu siyasi hareketlerin ideolojik kimliği de değişti. Irkçı unsurlar geri plana itilerek ekonomik sorunlar ön plana çıkarıldı. Etnik, mezhepsel ayrımlar yerine yoksullar arasındaki kavgaya oynayarak, AB’nin göçmen politikalarına karşı kör ve keskin bir karşıtlığa ağırlık verdiler. İşsizlik oranlarının yükseldiği, toplumsal çelişkilerin büyüdüğü bir atmosferde, göçmenlerin yerli işçilerin işlerine konduğu ve göçmenlerden önce yurttaşların işe alımda ve kamusal hizmetlerde önceliğe sahip olması gerektiği propagandası ile yabancı düşmanlığı yükseltildi.

Hem Fransa’da hem İtalya’da işçi sınıfının ve komünistlerin kalesi olarak bilinen bölgeler sağcı partilerin seçmen tabanına dönüştü. Uzun yıllar boyunca işçi hareketinin tartışmasız hegemonyasının sürdüğü yerlerde bu partilerin yükselişe geçmesinin sebepleri aynı zamanda geçmişte sosyal demokratlara ve komünistlerin sorunsallaştırdığı meseleleri gündem etmelerinden de kaynaklanıyor olabilir.

Sosyal politikaların ardına gizlenen sağ 

Sağ yalnızca küreselleşme karşıtlığı gibi klasik gerici yöntemleriyle değil aynı zamanda yeni sığınmacıların gelmesi ve toplumun “İslamizasyonu” korkusu üzerinden de çıkış yakalıyor. Fakat çok daha önemlisi, geleneksel olarak sosyal demokratlarla özdeşleştirilen, fakat merkez sol hükümetler kamu harcamalarını kısmaya uğraştığı, radikal sol da bu hükümetleri desteklediği, hatta kimi örneklerde içinde olduğu için artık söz üretemediği sosyal politikalar talep ediyorlar. Sağcı “refah” tabii başka şekilde ortaya çıkıyor: Geçmişteki gibi evrensel, kapsayıcı ve dayanışmacı değil, refah milliyetçiliği diye tanımlanan bir temelde. Bir başka deyişle, ulusal topluluğun yalnızca mevcut üyelerine özel haklar ve hizmetler sunuyor.

Dolayısıyla geçtiğimiz yıllarda popülist, milliyetçi ya da neofaşist sağ Avrupa’nın neredeyse her yerinde desteğini genişletmiş durumda. Birçok örnekte siyasal tartışmalarda üstün gelebildiklerini kanıtlamış durumdalar ve kimi dönemlerde merkez sağ ile ittifak da kuruyorlar. Son derece rahatsız edici bir salgın ve buna en başında sebep olan virüsün kendisiyle mücadele etmeden önlemek de mümkün değil: Brüksel’de hâlâ revaçta olan neoliberal düsturla.

Çevirmen: Yunus Emre Ceren