Almanya’da sosyalistlerin kan kaybı sürerken ve sosyal demokrasinin solundaki en büyük örgüt Sol Parti (Die Linke) bir bölünmenin eşiğindeyken komşu Avusturya’da komünistlerin yükselişi sürüyor.

Salzburg eyaletinde haftasonunda gerçekleştirilen seçimde Avusturya Komünist Partisi (KPÖ), bundan önceki seçimlerde (2018) yüzde 1’i bile bulmayan oy oranını yüzde 11,6’ya çıkararak, tarihi bir başarıya imza attı. Böylece 1949’dan bu yana Salzburg Eyalet Meclisi’ne yeniden girmeyi başaran KPÖ’nün, eyaletin aynı adı taşıyan başkenti ve büyük müzisyen Mozart’ın şehri Salzburg’daki oy oranı ise yüze 22’ye yaklaşıyor. Dün gazetemizin yazarı ve Genel Yayın Koordinatörü İbrahim Varlı ve Viyana’dan Serdar Paulo Erdost tarafından ayrıntılı olarak ele alındı.

Salzburg, 560 binlik nüfusuyla küçük bir eyalet. Ancak Varlı ve Edost’un analizlerinde de belirtildiği gibi, komünistlerin buradaki başarısı sadece Avusturya’da değil, tüm Avrupa’da kamuoyunun dikkatini çekiyor. Partinin Salburg’da oylarını artırması bekleniyordu, ancak yüzde 12’ye yaklaşan oy patlaması herkes için sürpriz oldu. Bu başarıda seçimlerde partinin liste başı adayı olan genç politikacı Kay-Michael Dankl’ın büyük bir rolü var. Bir diğer faktör de komünistlerin iki yıl önceki yerel seçimlerde Avusturya’nın ikinci büyük kenti Graz’daki başarısı. KPÖ oradaki seçimlerde yüzde 28’lik oyla diğer partileri geride bırakmış ve KPÖ’nün adayı Elke Kahr da Büyükşehir Belediye Başkanı seçilmişti. Gözlemciler, her iki seçimdeki başarıda komünistlerin dar gelirli kesimlerle samimi yakın ilişki kurabilmesi, kendi aylıklarından yapılan kesintilerle oluşturdukları yardım fonları aracılığıyla yoksullara düzenli kira yardımında bulunmaları gibi faaliyetlerin büyük rolü olduğuna işaret ediyor. KPÖ’nün daha önceki dönemlerde siyasi partilerden hayal kırıklığına uğrayıp, sistemden uzaklaşan sıradan insanlarla kurulan sıcak ilişkilerin sürdürülmesi halinde, başkent Salzburg‘da gelecek yıl yapılacak yerel seçimlerde de en büyük parti olması ve belediye başkanlığını kazanması mümkün. Analistler, KPÖ’nün son seçimde sadece sosyal demokratlardan değil, tüm partilere yakın kesimlerden oy almış olabileceğine işaret ediyorlar.

ALMANYA SOL PARTİ BÖLÜNME TARTIŞMALARI

Avusturya’da sosyal demokrasinin solundaki sol, Ukrayna savaşında tavır, göç ve kimlik politikaları gibi konulardaki tartışmaları, görüş ayrılıklarını öne çıkarmadan başta konut ve sosyal yardım konuları olmak üzere sıradan halkın öncelikli sorunlarını öne çıkarıp, bunları birlikte çözmeye yönelik örnek davranışlarıyla başarılı olurken, Almanya’daki Sol Parti bölünme tartışmalarıyla kaynıyor.

Geçmişte parti yönetiminde üst düzey görevler üstlenen ve başta Ukrayna savaşı olmak üzere birçok konuda partinin şimdiki yönetimiyle büyük görüş ayrılığı içinde olan Sahra Wagenknecht’in önümüzdeki dönemde partiden ayrılıp, yeni bir parti kuracağına dair söylentiler devam ediyor. Almanya’nın Ukrayna’ya silah vermesine ve Rusya’ya yönelik ekonomik ambargolara katılmasına kesin olarak karşı olan Wagenknecht, partinin çeşitli kesimlerinden gelen böyle bir yola gitmemesi yolundaki çağrılara halen kesin bir yanıt vermedi. Ancak onun, feminist gazeteci yazar Alice Schwarzer’le birlikte ilk çağrısını yaptığı ve şubat sonunda Berlin’de onbinlerce kişinin katılımıyla gerçekleştirilen barış yürüyüşüne parti yönetiminin destek vermemesi, anlaşmazlığın uzlaşmazlığa dönüştüğü işaretlerini veriyor.

Bu arada ana akım medyada Wagenknecht’in sadece Rusya konusunda değil, başka konulardaki tavırlarına aşırı sağcı AfD (Almanya için Alternatif) partisi saflarında da sempatiyle karşılandığına dair yorumlar da ortalığı bulandırıyor. Son olarak “Washington Post”da yayınlanan Putin’in Almanya’da bir darbe planladığı ve bunun için Wagenknecht ile AfD’nin ortak hareket ettiğine dair iddialar, Alman medyasında da geniş yer buldu. Wagenknecht hem Rusya’yla hem de AfD’yle bir ilişkisi olmadığını açıkladı. Ancak aşırı sağcı dergi Compakt onu daha şimdiden “Almanya’ya en yakışan başbakan adayı“ olarak ilan etti bile!

Wagenknecht’in eşi, Alman sosyal demokrasinin ve daha sonra da Sol Parti’nin önde gelen isimlerinden Oskar Lafontaine, geçtiğimiz yıl partiden ayrılmıştı. Önümüzdeki dönemde Wagenknecht’in eşini politik olarak ne ölçüde takip edeceğini göreceğiz. Lafontaine, 1999 yılında da Federal Maliye Bakanı olarak yer aldığı SPD-Yeşiller koalisyonunun neo-liberal politikalarını protesto ederek, hem bakanlıktan hem de SPD’nin genel başkanlığından ayrılmıştı. Aynı NATO’nun, dolayısıyla Almanya’nın Yugoslavya savaşına doğrudan katılmasını da ağır bir biçimde eleştirerek, kendisi gibi SPD’den ayrılanlarla birlikte sosyalist Doğu Almanya’nın (DDR) eski iktidar partisiyle birleşerek Sol Parti’nin (Die Linke) kurulmasına öncülük etmişti. Son olarak kısa bir süre önce yayınlanan kitabı “Ami, it’s time to go! /Plädoyer für die Selbtbehauptung Europas” (Amerikalı, gitme zamanın geldi!/ Avrupa’nın kendisini kanıtlaması için savunma) başlıklı kitabıyla kendisinden söz ettiren Lafontaine, eşi Wagenknecht gibi sosyalistlerin öncelikle sıradan halk kesimlerinin acil sorunlarına yönelmelerini savunuyor.

Bakalım Almanya solu, kendileriyle aynı dili konuşan Avusturya’daki yoldaşlarının başarısından ders çıkarabilecek mi?