Google Play Store
App Store

Ay’ın karanlık yüzüne bir uzay aracı iniyor; Amerikalı astronotlar yeni bir enerji kaynağı olduğu düşünülen Helyum 3 izotopunun peşindeler. Adamlardan biri gemiden uzaklaşıp bir kraterin ağzına geliyor ve… Ne görse beğenirsiniz: Uçan gemileri ve devasa binalarıyla bir insan kolonisi var Ay’daki bir kraterin içinde!

Pek şakacı Finlandiyalı sinemacıların yaptığı Iron Sky (Demir Gökyüzü) bu sahneyle açılıyor. Meğer 2. Dünya Savaşı’nın kaderi belli olup da 3. Reich çatırdamaya başlayınca Naziler bir grup ‘seçilmiş’i Ay’a göndererek 4. Reich’ın kuruluş ve bekasını sağlamaya çalışmışlar. Uygun zaman geldiğinde, Ay’daki kentlerinde inşa ettikleri Götterdammerung – ‘Tanrıların Şafağı’; Wagner’in küçük bir isim değişikliğiyle Nietzsche’nin Götzendammerung’una (Tanrıların Alacakaranlığı) saygı duruşunda bulunduğu operası. Yani, Nordik tanrıların cermen ırkını yeniden ayağa kaldıracağı mitolojik bir Germanya’nın sapkın ‘ari ırk’ kodlarından biri...- adlı devasa savaş makinesiyle dünyaya dönecek, önce ABD’ye sonra da dünyaya egemen olacaklar. Bu arada, yakaladıkları astronotun bir siyahi, yani bir ‘alt-insan’ (sub-human) olduğunu görünce Aylı Nazilerin ilk yaptığı iş, vücuduna ‘albinisier’ isimli bir ilaç zerkedip adamcağızı beyazlaştırarak ‘arileştirmek’ oluyor. Sonra aralarında bu ‘ari siyah’ın da bulunduğu küçük bir grup dünyaya, ABD’ye geliyor. Peki yakın geleceğin ABD’sinde başkan kim dersiniz? Gerçek hayatta başkan olmayı başarabilse anında Recep beyin kankası olacak kürtaj düşmanı Amerikan sağcısı Madam Sarah Palin! Bu arada 2. Savaş’ta faşizme karşı savaşan ABD değişmiş, neredeyse Nazilerin doğal müttefiki haline gelmiş... Yeniden seçilebilmek için elinden geleni yapan Başkan Hanım da kendini Nazilerin propaganda yeteneklerine teslim ediyor. Anlayacağınız, bazen sıkmasına rağmen Iron Sky’ın çok uçuk, absürd ve keyifli bir hikâyesi var.

‘Uçuk’ ve ‘absürd’ diyorum ama, son haftalarda okuduğum bazı kitaplar sayesinde gördüm ki, özellikle Ay ve Nazilerin uzay teknolojisi üzerine çok acayip teoriler üretilmiş ve bunlar piyasada hiç de uçuk ya da saçma olarak algılanmıyor. Buyrun: “Almanlar 68 ışık yılı uzaklıktaki Aldebaran gezegenine uzay gemisi yollamak üzere tüm imkanlarını seferber ettiler. Ortaya çapı 45 metre, yüksekliği 22,5 metre olan ışık hızına sahip Vril-7 adlı uzay gemisini yaptılar. 14 erkek 14 kadından oluşan bir mürettebat ile Nisan 1945’te yola çıktılar. Amaç Aldebaranlılardan askeri yardım alarak geri dönmekti. Uçuş Untersberg-Berchtesgaden’den başlamıştı. Gemi uzayda boyut değiştirdiğinde sürati saniyede üç ışık hızına yani 900 bin kilometreye çıkabiliyordu.”

Aldebaran? Askeri yardım? Işık hızına dair fizik yasaları!? Neyse ki uydurmabilim (pseudo-science) var da, tamamiyle akıldışı olduğu gerekçesiyle okurlarından küfür işitmemek için bir tek bilimkurgu yazarının bile yazmayacağı, hatta aklına bile getirmeyeceği böyle ‘şey’lerle karşılaşıyoruz. Buyrun, şimdi de Ay’a gidelim: “Ay’a bir iniş daha yapılırdı fakat Amerikalılar Ay’a gitmenin bir esprisi kalmadığını ileri sürerek bundan vazgeçtiler. Sahiden korkuyorlar mı? Bence evet, korkuyorlar, çünkü Ay’daki üslerde bulunan uzaylılardan çekindikleri için gidemiyorlar. Ay’a iniş yapan astronotlardan birinin aydaki yürüyüş sırasında bir kraterin yanına geldiğinde kraterin içinden kendisine gülümseyen, el sallayan uzay kıyafetleri içindeki uzaylıları görünce korkudan kapsüle kadar kaçışı biliniyor.”

Size daha tuhafını söyleyeyim; bu ‘şey’leri alıntıladığım kitabın adı, Türkler ve Uzaylı Ataları: “Ben kitap boyunca şu teoriyi savunuyorum. Bizi koruyan atalarımız veya akrabalarımız başka gezegenlerde yaşıyorlar ve onlar bizleri korumaya devam ediyorlar. İşte Anadolu’nun sırlarından bir tanesi budur.” Atatürk’ün Kehanetleri ve Uzaydaki İslamiyet gibi başka bir çok ‘bilimsel’ kitabı bulunan yazar, Türk-İslam sentezi yakıtı sayesinde sadece Ay yollarında değil Mars yollarında da ‘uçuyor’, uyduruk kubbelerin üstünden kayarak: “...Gezegenden gönderilen bir fotoğraf tartışmalara neden oldu. Gezegenin yüzeyinde kubbeli bir bina vardı. Nasa uzmanları bu fotoğrafı medyaya binanın bulunduğu bölümü keserek verdiler. Gerçek resim ise Nasa’nın içersinden basına sızdı ve olay oldu. O kubbeli bina bir cami olmasın?”

İşte böyle akılları çok seviyorum; kubbe görünce adamın aklına hemen cami geliyor. Oysa, ne bileyim, mesela hamam olamaz mı (Çarşamba, kadınlara...)?!

Tabii böyle akılların, şu ünlü “Neil Armstrong Ay’da ezan sesi duydu!” yalanına nasıl yaklaştığını da tahmin edersiniz: “Ay’da bir hitap tarzı vardı ki bunun Kur’an-ı Kerim’deki Ayetlere benzer bir esrarengiz müzik yayını olduğu kayda geçiyordu. Astronot Armstrong bunun ‘Ezan’ olduğunu, daha sonra görmeye gittiği Kahire’de öğrenince çok şaşırdı. O zaman biz ne demiştik. Uzayda Müslüman olan uzaylılar var diyorduk ve söylediğimiz de böylece gerçekleşmiş oldu. Bence Amerikalılar da bunu biliyorlar, fakat saklıyorlar.” İşte gerçek Götterdammerung budur!

Gördüğünüz gibi, ‘Uzay Yolu’nda Türk-İslam sentezi’ Kuzey Avrupalı arkadaşların komedi filmlerinden çok daha eğlenceli oluyor... Öyleyse Allah’ın izniyle ışınla bizi Scotty!