Google Play Store
App Store

Alternatif pop müziğin temsilcilerinden Aydilge, Işıl Işıl Sahne’nin konuğu oldu. Aydilge, “Bana, ‘Sen sanatçısın, niye bu telefonu kullanıyorsun?’ diyorlar. Sanatçı olmamla eski model telefon kullanmamın ne alakası olabilir? Beklenti hep daha büyük, daha fazla, daha farklı, daha zengin, daha çok… Ama o çokluk, bizi çok eksik kılıyor” dedi.

Aydilge BirGün TV’ye konuştu: Bu sistem herkese “yetersizsin” diyor

Işıl Çalışkan

Aydilge’yi dinlerken, onun kelimelerle dans eden bir hikâye anlatıcısı olduğunu fark edersiniz. Müzikle, sözcüklerle, duruşuyla bir şeyleri anlatmak, değiştirmek, dönüştürmek istiyor. 8 yaşında TRT Çocuk Korosu’nda başlayan müzik serüveni, ona sadece notaları değil, disiplinin, vakurun ve gerçek sanatın ne olduğunu da öğretmiş. O günden bugüne biriktirdiği her şey; şarkılarında, sahnedeki duruşunda ve verdiği mesajlarda kendini gösteriyor.

Samimiyet, onun için bir seçim değil, varoluş biçimi. Zaten müziğini bu kadar sevdiren de o içtenlik, o filtresiz anlatım. İletişim uzmanlığı eğitiminin katkısıyla, hayatı yalnızca gözlemleyen değil, çözümlemeye çalışan, sistemin dayattığı kalıpların dışına çıkmaya cesaret eden bir müzisyen var karşımızda.

TikTok için üretilen şarkılardan, kadına yönelik cinsiyetçi söylemlere; müziğin geldiği yeri sorgularken de, geleneksel Türk musikisinin yok oluşunu konuşurken de derdi hep aynı: Gerçek olanı korumak ve samimiyeti yaşatmak. Şimdilerde, Birol Namoğlu’yla dört yıl önce seslendirdiği “Parmak İzlerin”i akustik bir tazelikle yeniden yorumluyor. Aydilge ile dünden bugüne müzik serüveninde bir yolculuğa çıktık.

8 yaşındayken TRT Çocuk Korosu’nda Türk sanat müziği ile başlamışsın bu işe ve Türk sanat müziği, aslında çok ağır bir müzik Aydilge. Yani bir çocuk gözünden Türk sanat müziğini nasıl gördün? 

Aslında Türk sanat müziğinin tuhaf bir "edepli olmayı öğreten" hali var. Edep, adap bilmeyi öğretiyor. Zaten sonuçta çocuksun, yaramazsın falan ama şarkıları söylerken bile o eda bize geliyordu; musiki icracısı edası... Zaten TRT radyo sanatçısı kokartlarımız vardı, böyle göğsümüzde taşırdık. Onu taşırken bile acayip bir gurur ve vakur olma hali geliyordu. Tabii eski TRT’den bahsediyoruz; o “okul” olan TRT’den... Dolayısıyla bu süreç inanılmaz bir olgunlukla geçiyordu ve çok ciddi, disiplinliydi. Hepsine çok şükrediyorum. Çünkü orada aldığım eğitim benim temellerimi attı. Musikinin ağırlığı ise müziğin ne kadar ciddi bir iş olduğunu öğretti bana. Hiçbir şekilde “lay lay lom” bir iş olmadığını, ne kadar düşünülmesi gerektiğini...

Bir dakika değil, 30 saniye geç kalsan içeri giremezdin çünkü hoca kapıyı kilitliyordu. Geç kalamazsın. Olamaz, çünkü burada çok ciddi bir iş yapıyoruz. İnsanları mutlu etmek için yapıyoruz. İnsanların duygularını yönetmek, onlara geri yansıtmak çok ciddi bir iş. O yüzden hiç sevmem duygu sömüren, ağlak, gözyaşı ticareti yapan müzisyen kılıklı tüccarları. Ağlatırlar, ağlatırlar insanları ama o gerçek bir sağaltma, gerçek bir şifalandırma değildir. Bu, duygu sömürüsüdür; acıyan yerleri yeniden kanatmaktır ve bunun üzerinden para kazanmaktır.

Ama musiki... Bahsettiğim musiki; Dede Efendiler, Nurettin Selçuklar, Hacı Arif Beyler... Bunlar çok değerli üstatlar, çok kıymetli isimler. Keşke onların müziği şu anda yeniden icra edilebilse, keşke ölmemiş ve yozlaşmamış olsaydı... Ne yazık ki şu an Türk musikisi yok. Onun yerine “fantezi”, “arabesk” denilen bir tür var.

Maalesef. 60 yıldır yeni Türk sanat müziği repertuvarı yenilenmiyormuş. 

Çünkü, ne yazık ki, o müzik halka bayat, bayatlamış, tozlanmış bir şey olarak sunuldu ve halk da uzaklaştı.

İletişim uzmanı unvanının, aslında senin şarkılarındaki dolaysız ve sade anlatımda da etkili olduğunu düşünüyorum. Şarkıların bu kadar sevilmesinin sebebi de bence samimiyet. 

Hakikaten samimiyete çok ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Çünkü bütün bu yapaylıktan, yapmacıklıktan bana da fenalık geldi Işılcığım… Ne kadar çok insan ne kadar çok olduğundan farklı göstermenin peşinde kendini. Burada insanları suçlamıyorum; koca bir sistemin içindeyiz. Bize sürekli “Şunun gibi görün, bunun gibi görün, bunu al, şunu al. Bak, bunu yaparsan güzel olursun; bunu yaparsan iyi olursun; bunu yaparsan seni daha çok severler” diye bağıran bir reklam kültürünün içindeyiz. Sürekli bize hiç olmadığımız biri olmamız dayatılıyor.

Dolayısıyla insanlar tabii ki diyorlar ki: “Ya ben yetersizim ama şunu alırsam belki iyi olur.”

Bana diyorlar ki: “Sen sanatçısın, niye bu telefonu kullanıyorsun?” Sanatçı olmamla eski model telefon kullanmamın ne alakası olabilir? Nasıl bir bağlantı olabilir? Ama işte hep o beklenti var… Bir gün bir magazin muhabiri evimize geldi, “Bu kadar mı? Eviniz bu kadar mı küçük?” dedi. Yani beklenti hep daha büyük, daha fazla, daha farklı, daha zengin, daha çok… Çok, çok, çok! Ama o çokluk, bizi çok eksik kılıyor.

TikTok için üretilen şarkılar da var. Bu, müziğin kalitesini nasıl etkiliyor sence? 

Bu çok ciddi bir konu bence. Çünkü TikTok için üretilen şarkılar, müzik algısını değiştirdi. Geçenlerde bir konferansa gittim. Bir genç arkadaşımız bana şöyle bir soru sordu. Dedi ki: “Ya ben müzisyen olmak istiyorum ama müzisyen olmak artık... bilmiyorum, basit bir şey gibi geliyor. Emin olamıyorum müzisyen olmak istediğimden.” Gözünde müzisyen olmak küçülmüş, değersiz bir şeye dönüşmüş. Çünkü diyor ki, “TikTok’taki popüler şarkıları duyuyoruz... O yüzden bilmiyorum.”

“Bu, değersiz, çok basit bir şeye dönüştü,” diyor. Ben de dedim ki: “Çok haklısın ama bu müzisyenlik değil ki.” TikTok için müzik yapmak... O müzik yapanları, içerik üreticisi olarak düşün, dedim. Tabii ki bu, TikTok’ta her şeyin rezalet olduğu anlamına gelmiyor. Hayat şaşırtır, TikTok yeniden parladı mesela. Onun dışında TikTok algoritmasında eğitici videolar da var. Gerçekten çok kısa sürede, hızlı bir şekilde bazı bilgileri alabileceğiniz içerikler var. Hani deriz ya, ilacı zehirden ayıran şey dozudur... Ne dozda kullandığınız önemli; bir de ne amaçla ne kadar süre kullandığınız... Bıçakla ekmek de kesersin, pasta da; ama birini de yaralayabilirsin. Nasıl kullandığımız önemli. TikTok da böyle. Ama TikTok’ta patlasın diye şarkı üretilmeye başlandığında... İşte o zaman sen müzisyen değilsin. O zaman sen içerik üreticisisin.

Ve ben içerik üreticilerinin müzisyenmiş gibi algılanmasından, konserler vermelerinden rahatsız oluyorum ve üzülüyorum. Çünkü biz karıştırılıyoruz.

Son dönemde özellikle rap şarkılarda kadına yönelik cinsiyetçi söylemler çok ön planda. Bir şarkı sözü, kadına yönelik şiddeti nasıl meşrulaştırır Aydilge? 

Bir adam vardı ya, yarışmalara katıldı. Onun yaptığı şarkı sonra yasaklandı. O rapçi de değil aslında. Saçma sapan İngilizce sözlerle bir şeyler yaptı. Neydi o... Turabi mi? O mesela rap değil. Ne yaptığı da belli değil. Tabii ki bir şarkı ya da bir müzik türü, içinde kadına şiddet geçiyor diye insanları doğrudan şiddet uygulamaya sevk etmez. İçinde madde bağımlılığını öven bir şey geçiyor, diye kimse hemen madde kullanmaya başlamaz. Yani tabii ki tek bir şarkıyla insanlar alışkanlık edinmez. Ama bu tür içeriklerin sayısı arttıkça, bunlar “normalimiz” haline geldikçe, bu davranışlar da normalleşebilir. Bu davranışları pekiştirme özelliği taşıyabilir. O insan tipolojisinin oluşmasını bir bina olarak düşünün. O insan bir bina ise biz o binanın inşasına tuğla taşımak istiyor muyuz, istemiyor muyuz? Dinleyici olarak buna karar vermemiz lazım.

Ben bu binanın oluşumunda payım olsun istemiyorum. Ama tabii ki ben her türlü yasağa karşı biriyim. Çünkü yasakların, cezbedici ve pekiştirici olduğunu düşünüyorum.

Bu yüzden yasaklamaktan ziyade, dinleyicinin belli bir farkındalığa erişmesini ve kendine şu soruyu sormasını istiyorum: “Ben buna mı ‘tamam’ diyorum? Dinleyeceğim şarkı bu mu? Ben bundan daha iyisini hak etmiyor muyum?” Dinleyicinin bunu diyebileceği bir noktaya gelmesini umut ediyorum.

Not: Söyleşinin tamamı BirGün TV’de yayınlanan Işıl Işıl Sahne programından izlenebilir.