İfade özgürlüğü, kültürel çoğulculuk ve cinsiyet eşitliği gibi temalar Cannes Festivali’nin her zaman gündeminde olmuştur. Bu yılın seçkisinde de günümüz dünyasının sorunlarını yansıtan pek çok film var.

Aydınlığın eşiğinde
Kuru Otlar Üstünde

Cannes Festivali’nin 75 yıllık tarihinde toplumsal travmaları ve bireyin özgür ifadesine yönelik baskıları konu alan sayısız film yer alır. Festivalin sitesinde, ‘Sinema sorumluluktur’ başlığı altında festivalin özgürlük ve eşitliğe verdiği önem anlatılır. Latin Amerika’dan Uzak Doğu’ya dünyanın dört bir yanından ırkçılık, eşitsizlik öyküleri yansıtan çok sayıda film izledik Cannes’da. Seçkilerinde yeterince kadın yönetmene yer verilmemesi nedeniyle eleştirilse de, son yıllarda bu yönde de olumlu çabalar görülmekte. Kadın özgürlüğüne yönelik ‘Me Too’ hareketi, Cannes’da dünya yıldızlarının katılımıyla büyük yankı yaratmış ve bu sloganın dünyaya yayılmasında etkili olmuştu. 

Az gelişmiş ülkelerin sinemalarına özel bir önem veren, faşist rejimlerin insan onurunu ayaklar altına alan uygulamalarını eleştiren yapımlara, Cannes’ın resmi programının bir parçası olan ‘Belirli Bir Bakış’ da rastlasak da, ana yarışmada da politik temaların ağırlıkta olduğu yıllar da gördük. Bu yıl daha dengeli bir program var karşımızda. 

FARKLI KİMLİKLER

76. Cannes Festivali’nin Ana Yarışmasında yer alan 21 film içinde, Vietnamlı Tran Ann-hung’un bir kadın aşçı ile bir gurmenin ilişkisini anlatan “Dodin Boffant’ın Tutkusu”, baba tarafı Cezayirli, anne tarafı Brezilyalı olan Brezilya sinemasının son yıllarda parlayan yönetmenlerinden Karim Ainouz’un “Ateşli”, Senegal asıllı Fransız yönetmen Rauna-Toulaye Sy’nin köyün lideri olması istenen sakin tabiatlı bir adamla tutkulu ve isyankar sevgilisinin ilişkisini konu alan “Banal ve Adama”,  Koreli yönetmen Kim Chang-hoo’nun geleceği olmayan bir kasabada yaşayan bir gencin öyküsünü anlattığı “Umutsuz” ve Cezayir-Vietnam-Bröton kökenli bir ailenin kızı, oyuncu-yönetmen Maiwenn’in XV. Louis’nin sarayında kralın metresliğine yükselen bir terzi kızının öyküsü “Jean du Barry” bireylerin yaşamlarına odaklansa da, içinde devindikleri toplumun gerilimini yansıtan filmler olacak gibi duruyor. 

TOPLUMSAL SORUNLAR

Kadın özgürlüğü üstüne radikal filmleri ile tanıdığımız Catherine Breillat, bir kadın avukatın kocasının oğlu ile girdiği ilişki sonrası kariyerindeki sarsılmayı konu almış. Tunuslu kadın yönetmen Kouther Ben Hania, iki kızı ortadan kaybolan bir kadınının belgeselini çekmiş. Amerikalı Todd Haynes, “Mayıs Aralık” adlı filminde romantik aşkları ile ülke çapında tanınan bir çiftin öyküsünü konu alan bir film çekmek isteyen bir oyuncuyu konu almış. Fransız yönetmen Justine Triet, kocasının ölümünden sorumlu tutulan bir kadın yazarı, Amerikalı Jean-Stéphane Sauvaire, bir sağlık görevlisinin yaşamı ve ölümü sorgulamasını, Avusturyalı yönetmen (Küçük Joe ile tanıyıp sevdiğimiz) Jessica Hausner az yemenin yararlarını savunan bir öğretmeni, Japon sinemasının ustalarından Kore-eda Hirokazu davranış bozukluğu gösteren oğlunun durumundan endişe duyan bir babanın çocuğun öğretmeni ile ilişkisini konu alıyor. Kendine özgü sineması ile geniş bir hayran kitlesine sahip olan Amerikalı yönetmen Wes Anderson ise, gene fantastik ögelerle bezenmiş bir orta Amerika öyküsü olan “Asteroid City” adlı filmi ile karşımıza geliyor. Bireyi odak noktasına alan bu filmlerde toplum sorunlara ilişkin göndermeler olacağına kuşku yok, ama izleyeceğimiz diğer filmlerde toplumsal olan bireysel olanın önüne çıkıyor.

Tüm filmlerinde toplumsal değişimi ve eşitsizliği vurgulayan İngiliz yönetmen Ken Loach’un son filmi “Yaşlı Çınar” bir madenci kasabasında ‘pub’ işleten bir adamın dünyasının Suriyeli göçmenlerin kasabaya yerleştirilmesi ile altüst oluşunun öyküsü. Fransız yönetmen Catherine Corsini, “Eve Dönüş” adlı filminde 15 yıl önce yaşanan trajik olaylardan sonra Korsika’yı terk eden bir kadının, yanlarında çalıştığı Fransız aile ile birlikte yaz tatilini geçirmek üzere Korsika’ya gidişinin yarattığı travmayı konu alıyor. Bir başka kadın yönetmen,  Alice Rohrwacher “Kimeda”da (mitolojik bir kahramanın adı) Etrüsk eserlerini yurt dışına kaçıran bir çete ile bir arkeoloğun ilişkisi üzerinde odaklanıyor. Britanyalı yönetmen Jonathan Glazer “İlgi Alanı”nda Auschwitz toplama kampında komutanlık yapan bir Alman’ın ailesi için kamp yanına kurmak istediği ‘düş şatosu’nu konu almış. Özel gösterimde sunulacak olan Steven McQueen’in “İşgal Altındaki Kent”i ise, savaş yıllarının Amsterdam’ı üstüne bir belgesel. 

Alman sinemasının ustalarından Wim Wenders, Tokyo’da tuvaletleri temizlemekle görevli bir adamın, ‘Tokyo Tuvaletleri’ projesi kapsamında kente yeni tuvaletler yerleştirilmesi sonucu yaşamının etkilenmesini, Finli yönetmen Aki Kaurismaki “Düşen Yapraklar” ile bir Helsinki gecesinde karşılaşıp, aşık olan iki genci, Çinli yönetmen Wang Bing belgesel filmi “Gençlik”de Şangay kentinin zenginliği içinde yoksul yaşamlar sürdüren gençlerin öyküsünü anlatmış. İtalyan yönetmen Marco Bellochio, “Tutsak”  filminde Yahudi bir ailenin çocuğunun Papalıkça sahiplenilip, bir Katolik olarak yetiştirilmesini konu almış. Politik sinemanın ustalarından Nanni Moretti, “Aydınlık Bir Geleceğe Doğru” adlı filminde, Sovyetlerin  1956 Macar ayaklanmasını şiddetle bastırmasının İtalyan Komünist Partisi ve filmin kahramanı yönetmen üzerindeki etkilerini konu alıyor. Nuri Bilge Ceylan “Kuru Otlar Üstüne” adlı filminde İstanbul’a kapağı atma hayalleri kuran bir köy öğretmeninin öyküsünü anlatmış. Yönetmenin en politik filmi olduğu söyleniyor.    

İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNE DARBE

Cannes Festivali’min bu yılki programı  ‘Belirli Bir Bakış’ Jürisine davet etmek istediği İranlı yönetmen Muhammed Rasoulof’un üke dışına çıkışı yasaklanınca, ünlü yönetmenin Cannes’a gelememesi Festival yönetiminin tepkisi ile karşılaştı ve yönetmenin yurt dışına çıkışının engellenmemesi için İran hükümeti ile temasa geçildi, ama sonuç alınamadı.

2010 yılında izinsiz film çektiği gerekçesiyle altı yıl hapse mahkum edilip, cezası bir yıla indirilen Rasoulof,  2017 yılında “İnatçı bİr Adam” filmi ile Cannes’ın ‘Belirli Bir Bakış’ bölümünün Büyük Ödülünü kazandı. İran’a dönüşünde pasaportu elinden alındı; 2019’da ‘İslam Devrimi Mahkemesi’ tarafından 1 yıl hapis, 2 yıl yurt dışına çıkış yasağı aldı. Rasoulof, 2020 yılında yeni bir dava ile karşılaştı. Üç filminde ‘sisteme karşı propaganda’ suçlamasıyla 1 yıl hapse ve 2 yıl boyunca film yapmamaya mahkum edildi.   

İran’daki ölüm cezası uygulamalarına karşı yaptığı “Kötülük Yok” ile 70. Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı ödülünü alan yönetmen, rejimi eleştiren düşünceleri nedeniyle yeni den cezaevine konulmuş, yakın zamanda serbest bırakılmıştı. İran rejiminin bakıları nedeniyle meslek yaşamını sürdüremeyen başka yönetmenler de oldu; pek çoğu yurt dışına giderek orada çalışmaya başladı. Ödüllü yönetmenlerden Cafer Panahi sarayın hoşlanmadığı sinemacılardan biriydi. Uzun süre ev hapsinde yaşadı, ama tıpkı Yılmaz Güney gibi arkadaşlarının yardımı ile uzaktan filmlerini yönetmeyi başardı. Panahi geçtiğimiz aylarda cezasını tamamladıktan sonra yurt dışına çıkmış, kısa bir süre sonra ülkesine döndüğünde yurt dışına çıkış yasağı ile karşılaşmıştı. Baskıcı yönetimlerin sinemacılara hıncı dur durak bilmiyor. Sinemacılar da bu baskılara pabuç bırakmıyor. Biliyorlar ki, karanlık gecelerin aydınlanması artık çok yakın.