Günün ilk dersi. Öğretmen yoklama yaparken ismini okuyunca, 9-10 yaşlarındaki Serek adlı oğlan ayağa kalkıp biraz ‘klark çekme’ye çalışarak şöyle der: “Örtmenim, ben de ji burdayım. Ama siz bana Ayhan Işık diyebilirsiniz!” Bunun üzerine, bir kız öğrenci de ayağa kalkıp Serek’in Kürtlüğüyle dalga geçmek için şöyle der: “Öğretmenim, ben Ayhan Işık’ın tüm filmlerini izledim ama hiçbir filmde ‘ben de ji’ demiyor!”

Bir zamanlar epey yaygın olan ‘klark çekme’, Hollywood star sisteminin en ünlü yıldızlarından Clark Gable’ın bir mimiğini canlandırarak yapılan ‘çapkınca’ bir hareketti. Bir kaşı yukarıya kaldırıp hafif bir gülümsemeyle biraz yandan baktığınızda ‘klark’ çekmiş olurdunuz.


Yeşilçam’ın Kralı olarak anılan Ayhan Işık, bıyıkları ve mimikleriyle Gable’ı çok andırırdı. İşte, 2007’de Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Sinema Atölyesi’nin ilk dönem ürünlerinden olan Ayhan Işık Öldi!* adlı muhteşem kısa filmin başkarakteri Serek de, Otobüs Yolcuları (1961), Üç Tekerlekli Bisiklet (1962) gibi filmlerde görüp mertliğine, yiğitliğine, yakışıklılığına, iyi kalpliliğine hayran olduğu Ayhan Işık’a benzemek için klark çekmektedir. Bir gün, Diyarbakır surlarının altındaki bostan alanında babasıyla birlikte sebze meyve yetiştirmeye çalışan Serek, bahçeye gelen suyun neden kesildiğini öğrenmek için çeşme başına gider. Orada, Kürtlüğüyle dalga geçen sınıf arkadaşlarıyla karşılaşır. Kürtçe “Suyu neden kestiniz?!” diye sorar. Kürtçe bilmeyen iki kız, birbiriyle kısa bir bakışmadan sonra şöyle der: “Ayhan Işık öldi!”

Boyayla kendisine ‘Ayhan Işık bıyığı’ çizecek kadar hayran olduğu oyuncunun öldüğünü duyunca Serek’in dünyası yıkılır. Suyun neden kesildiğiyle ilgili bilgi beklerken oğlunun ağlayarak “Baba, Ayhan Işık ölmüş! Ayhan Işık ölmüüüş!” dediğini duyan baba, Serek’e bir tokat patlatır. Güzel bir kurgu uygulamasıyla, Serek’in yediği darbenin benzerine maruz kalan Ayhan Işık sahneleri peş peşe akar.

Bu, yetişkinlerin ve erk sahiplerinin hem sinema sevgisiyle hem de Kürtçe ağzıyla dalga geçtiği bir çocuğun trajikomik erginlenme anlatısı, hüzünlü bir ‘masumiyetin kaybı’ öyküsü. Senaryonun öyle incelikli bir yapısı var ki, Serek’in 1979’da geçen hikâyesinin basitçe bir çocuğun hayranlık öyküsü olmadığını anlayabilirsiniz.

***

Ayhan Işık 16 Haziran 1979’da öldü. Bundan 11 ay sonra, inşaat çalışmaları 1972’de başlayan Diyarbakır Cezaevi’nin açılışı yapıldı, iki ay sonra da cezaevi generallere devredildi.

Önce insanlar değil, Serek’in dünyasında Ayhan Işık’ın temsil ettiği kavramlar, mertlik, yiğitlik, iyi kalplilik öldürüldü. ‘90lara gelindiğinde, artık sokaklarda sinemaya giden çocuklar değil, beyaz renkli Renault Toros otomobiller ve ‘Yeşil’ kod adlı uyuşturucu kaçakçısı katiller dolaşıyordu. Kana bulanmış Yeşil’ler dolar yeşiliyle karışıyor, beyaz Toroslar evlerinden silah zoruyla aldığı insanları işkence ve ölüme götürüyordu. Bu ülkenin son 30 yıllık tarihinde ‘beyaz Toros’ ve ‘Yeşil’, namertliğin, kalleşliğin, gerçek terörün sembolü haline geldi.

Bu topraklarda mertlik ve yiğitlik gibi kavramlar, bazen fazlasıyla eril ve feodal bir dille tanımlanır, doğrudur. Ama güçlünün zayıfı ezdiği, bir grubun hiç utanç duymadan tek kişiye saldırdığı, silahsız insana karşı silah doğrultulan bu kadar ‘errkekk’ bir dünyada; sorsanız ‘delikanlılığın kitabını yazan’ ama hiç tereddüt etmeden kalleşliğin sembollerini pankartlarla stadyuma sokan gençlerin dünyasında, bu dil bile ütopikleşiyor neredeyse…
2023’teyiz ve Ayhan Işık hâlâ ölüyor…

*Her ne kadar kapanış jeneriği kesilmişse de, bu güzel filmi YouTube’da izleyebilirsiniz.