Anayasa Mahkemesi (AYM) Genel Kurulu, önceki gün verdiği kararda (Dosya N. 2014/15345) "din kültürü ve ahlak bilgisi dersleri" (DKAB) ile ilgili 7’ye karşı 8 oyla ihlal kararı vermiştir (Resmi Gazete, T. 28/7/2022, S. 31906).

Kızının din dersi almasını istemeyen ve bu dersten muaf tutulmasını talep eden ancak bu talebi reddedilen baba Hüseyi El’in başvurusunu kabul edilebilir bulan mahkemenin azınlıkta kalan 7 üyesi, "dünya barışı için bu dersler gereklidir" gerekçesiyle söz konusu karara muhalif kalmıştır.

Anaokullarında çocuklara din dersinin dayatıldığı; "hafızlık eğitimi" verildiği; imam hatiplerin sayısının her yıl katlanarak artırıldığı ama fen ve diğer liselerin gittikçe azaltıldığı; tarikat ve cemaat mensuplarının okullardaki ders programlarına dahil edildiği, laikliğin devletin tüm kurumlarına sistemli olarak ihlal edildiği; "selefilik" ve "iç savaş" tehlikesine her gün dikkat çekilen Türkiye’de, okullarda çocuklara zorla dayatılan din derslerinin "dünya barışına katkı sağladığını" iddia etmek gülünçtür.

Son 10 yılda Suriye ve Irak’ta olup bitenlere, radikal örgütlere Türkiye’den yoğun katılıma, Ankara Gar ve Suruç katliamlarına dikkatle baktığımızda, bu 7 üyenin düşüncesinin tam tersinin doğru olduğunu söylemek, bir dürüstlük olur.

Süleymancılardan İsmailağa’ya, IŞİD’den Boko Haram’a, tüm dini örgütlenmelerin Türkiye’ye ve apaçık "dünya barışı"na verdiği zarar ortada iken bu tür sözler edebilmek, ancak insan aklıyla alay etmek olarak yorumlanabilir.

Mahkeme, "zorunlu din dersleri" kavramını Anayasa m. 24 kapsamında tartışma dışı görmektedir. Oysa bu dersler, daha 1961 Anayasası dönemde "isteğe bağlı" nitelikte idi. Herkese ayrımsız dayatılamazdı. Buraya nasıl gelindiği ise artık biliniyor: 12 Eylül Askeri Darbesi, "Türk-İslam Sentezi", "sol ve sosyalizme karşı dindar nesiller yetiştirme" vd. politikalarla, son 40 yılda, işte bu hale geldik.

Mahkeme kararındaki şu cümleler, 1930’lardan bu yana koskoca bir ülkenin modernleşme ve bilim yolunda neleri yitirdiğine dair acı hatırlatmalar durumundadır:

"Din dersleri, 1927 yılından sonra ortaokullardan, 1931 yılında şehir ilkokullarıyla öğretmen okullarından ve son olarak 1939 yılından itibaren de köy ilkokullarından kaldırılmıştır. 1930’lu yılların başından itibaren eğitim ve öğretim sistemi, dini eğitim ve öğretimden giderek soyutlanmıştır. Çok partili sitemle beraber, 1949 yılından itibaren din dersleri tekrar müfredata alınmıştır" (Bkz. 27. paragraf).

AYM’nin kararı ilk bakışta olumlu görünse de, "sınırlı" nitelikte olduğu açıkça görülmektedir. Mahkeme, "2018-2019 yılı müfredatında yer alan DKAB derslerinin içerik olarak yansız ve tanıtıcı nitelikte değil; din kültürü öğretimini aşan, İslam dininin belli bir yorumu olduğu yönünde değerlendirilmiştir" (Bkz. 184. paragraf). Netice olarak AYM, "dönemin müfredatıyla ve ilkokul 4. sınıf öğrencileriyle sınırlı" bir karar ihdas etmiştir.

Nitekim -özellikle mevcut bileşimi düşünüldüğünde- mahkemenin genel bir karar veremeyeceği kısa zaman önceki içtihatlarından da bilinmektedir. Mahkeme, "İslam dininin eğitim ve öğretimini içeren dersler okutulmasının Anayasa’ya aykırı olmayacağı", "Ortaokul ve liselerde Kuran-ı Kerim ve Hz. Peygamberin Hayatı derslerinin isteğe bağlı okutulmasının Anayasa’ya aykırı görülemeyeceğine" karar vermişti (AYM, E. 2012/65, K. 20212/128).

AYM, kendisine 2014 yılında gelen başvuruyu 2022’de sonuçlandırdığı halde, bunu, "makul sürede yargılanma hakkı"na aykırı görmemiştir. Mahkeme bu 8 yıl boyunca, "hukuka aykırı müfredat" ile din öğretimi alan öğrencilere yapılanlara "seyirci" kalmıştır.

AYM kararlarının, Milli Eğitim Bakanlığı’nca -ve diğer devlet kurumlarınca- uygulanmadığı, din derslerinin ayrımsız herkese dayatıldığı bir siyasal ortamda, mevcut kararın "moral" etkisinin dahi "sınırlı" kalacağı şimdiden söylenmelidir.