Google Play Store
App Store

Gökten düşen balıklar, telefon dolandırıcılığı... Ayşegül Aldinç, mizahi bakış açısıyla ele aldığı kitabı Malumatfuruş’u BirGün Pazar’a anlattı. Aldinç, “Yıllarca uzaktan mesafeli ve nispeten ciddi olduğum izlenimi yazılarımla buluşan okurlar tarafından ‘ne matrak kadın’a dönüştü’” diyor

Ayşegül Aldinç: Kendimi tiye alıyorum

Işıl Çalışkan

Tam 43 yıldır sanatla iç içe geçen bir yaşam… O, yıllardır sahnelerde ve ekranlarda büyüleyici sesi ve zarafetiyle karşımızda duruyor. Ayşegül Aldinç’ten söz ediyorum. Müzik kariyerine 1981 yılında adım atan ve sayısız hit şarkıya imza atan Aldinç, oyunculuktaki başarısıyla da tanınıyor. Şimdilerdeyse kitabının ikinci baskısıyla karşımızda: Malumatfuruş.

Üç yıllık pandemi sürecinde yazdığı günlüklerden oluşan kitap, hayatın içinden kesitler sunan, düşündüren ve gülümseten bir eser. Aldinç, pandemi, ekonomik buhran ve siyasi krizleri kendi penceresinden eğlenceli bir dille ele alıyor. Sokağa çıkma yasağında terasta mahsur kalmalar, telefon dolandırıcıları, gökten düşen balıklar Aldinç’in yalın dili ve muzip anlatımına eşlik ediyor. Sözü fazla uzatmadan Aldinç’e bırakalım…

“Bilmişlik taslayan kimse” anlamına gelen Malumatfuruş’la başlamak isterim. İçindeki yazılar gibi kitap adıyla da tiye alan bir anlayışa sahip. Gazetedeki köşenizin de adıydı bu. Bu kelimenin sizdeki karşılığını ve kitapta nasıl bir yer bulduğunu dinlemek isterim öncelikle.
Malumatfuruş gazete köşemin adıydı. Köşe yazarı kimliğime başlangıç için doğru bir seçim olduğunu düşünmüştüm. Kendimi de tiye aldığım doğrudur. Hayat başka türlü çekilmiyor.
İkinci kitabım için anlaşma yaptığımda Ayşegül’ün Günlüğü önerimin yanı sıra yayınevi Malumatfuruş/Ayşegül’ün Günlüğü olsun ricasında bulununca kitabın adı da bu oldu.

13 yıl boyunca ana akım gazetelerde köşe yazarlığı yaptınız ve bu süre zarfında yazılarınızın bir kısmını Malumatfuruş adlı kitabınızda topladınız. Kitap, şimdi ikinci baskısıyla okurlarla buluşuyor. 13 yıl boyunca düzenli olarak yazı yazma konusundaki istikrarınız gerçekten etkileyici. Bu süreçte sizi motive eden unsurlar nelerdi?
Kendimi yazıyla ifade edebilmek oldum olası beni motive eden bir unsurdu. 13 yıl boyunca köşemde yazdığım yazıları Parantez Yayınları 2001 yılında Ayşegül Kitapta adıyla okurla buluşturmuştu. Yani Malumatfuruş/ Ayşegül’ün Günlüğü, İnkılap Yayınları’ndan çıkan ve ikinci baskı yapan ikinci kitabım.

Malumatfuruş bir çeşit günlük aslında. Okurlar kitabı okuduğunda az çok sizinle tanışma fırsatı bulacak elbette ama Ayşegül Aldinç’in bir günü nasıl geçer?
Gayet sıradan diyebilirim. Pandemide annemle yaşamaya başladığımdan beri onu merkeze koyan bir yaşam biçimini sürdürmekteyim. Çocuk doğurup onunla ilgilenen bir anne gibi de diyebiliriz. Artık iyice yaşlandı ve aklım hep onda. Çekirdek bir aileye mensup olduğumdan ve sadece annemle ikimiz kaldığımızdan, onun daha genç ve zinde olduğu zamanlarda üstlendiği ne varsa şimdi tüm bunlarla ben ilgilenmekteyim.

Konserlerim söz konusu olduğunda tabiatıyla tüm bunlara ara veriyorum işim başrolde oluyor.

İZAHI OLMAYAN ŞEYLERİN MİZAHI

Yazılarınızda mizahi bir üslup var. Günlük hayatta da güldüren biri misiniz?
Öyleyim ya (Gülüyor)… Dediğim gibi yaşam koşulları, hayat gittikçe zorlaşıyor ve zorluyor. “İzahı olmayan şeylerin mizahı olur” denir ya; tam öyle dünyaya bakışım. Yıllarca uzaktan mesafeli ve nispeten ciddi olduğum izlenimi, gönül tellerimizin titreştiği her kişi ve yazılarımla buluşan okurlar tarafından “ne matrak kadın”a dönüştü.

’80’lerde çıkardığınız Ve Ayşegül Aldinç albümüyle siyah deri ceketiniz, permalı saçlarınız ile isyankâr bir Ayşegül Aldinç vardı. Yazılarınızda ise sakin bir yaşam süren entelektüel bir kadın var. Hangisi sizi yansıtıyor?
Bir kere saçlarım permalı değil kendinden kıvırcık (Gülüyor). Sahne kimliğimle özel hayatımdaki ben, “eğlenceli biri” yanım sabit kalmak koşuluyla kısmen ayrılıyoruz. Evet, az önce söylediğim nedenlerden dolayı sakin bir yaşam sürdüğüm doğru. Evde rahatlığı seçiyorum. Kitabımın bir bölümünde de yazdığım üzere kapıyı çalınca beni benden isteyebilirsiniz (Gülüyor). Sorunuza “entelektüel” iltifatınıza teşekkürlerimle ikisi de beni yansıtıyor diyebiliriz özetle.

Kitapta dizilerle ilgili klişelere dair eleştiriler sunuyorsunuz. Son dönemde dizilerde görülmememiz bu eleştirilere bir tepki mi?
Tamamen bu değil tabii. Hafif bir yabancılaşma olmadı değil bu arada. “Ah evet bunda olmalıyım” duygusu veren bir proje söz konusu olduğunda şartlarımı zorlarım. Konserler sonbaharda artıyor. İkisini bir arada sürdürmek de ciddi bir efor istiyor doğal olarak. Tüm bunların yanı sıra ekonomik koşulların dizi sektöründeki dalgalanmalara neden olduğunu, dizi sayısında azaltmalara gidildiği gerçeğini de göz ardı etmemek gerek.

Hayatınızın bir filme konu olmasını ister miydiniz?
Bir filme konu olabilecek bir hayat hikâyem olduğunu düşünmüyorum.

Türkçe kullanımı konusunda hassasiyetinizi yazılarınızda her fırsatta dile getiriyorsunuz. Günümüzde Türkçe kullanımına dair sizi en çok neler rahatsız ediyor?
Aksanların (Şapka mı demeliyim?) kalkmasından sonra ince kullanılması gereken “L”lerin kalın söylenişleri misal. Bu, epey zamandır kulağımı tırmalıyor. Hadi yeni nesil birbirinde duyuyor. Koca koca adamların TV’de, orda burda kalın “L”leyişi çok tuhaf geliyor. “Galat-ı meşhur lügat-ı fasihten evladır” diye bir söz vardır. Yani halk arasında söylenişi kabul görmüş hali aslının yerine geçer diye. Ama bu öylesi de değil.

Yazılarınızda ekonomik buhran, siyasi kriz gibi güncel sorunlara da değiniyorsunuz. Gazeteciler yaptıkları haberler nedeniyle cezalandırılıyor. Türkiye basın özgürlüğü endeksinde 180 ülke arasında 158. sırada. Bu koşullar altında yazarken kendinizi ne kadar özgür hissediyorsunuz?
Demeye getirerek! Endeks sıralamasındaki durumumuzun doğal kabul edilebilmesi büyük sorun.

Bu aralar Türkiye’ye dair en çok neyi dert ediyorsunuz?
Gündemdeki Hayvanları Koruma Yasası’nın, katliamı legal hale getirir biçimde değiştirilmeye çalışılışını mı, genel geçmez bir biçimde kadın cinayetlerinin, tecavüzlerin bir “kravata” ayrıca kurban edilişini mi, doğasevmezliğin betonseverliğe tüm kapıları açışını mı, ekonominin gittikçe el yükseltmesini(!) mi saymalı?

Hayalinizde nasıl bir Türkiye var?
Adaletin doğru işlediği, insanın, hayvanın doğanın korunabildiği, nobranlığın yerini zarafete bırakabildiği, yarın endişesinin hissettirilmediği bir işlerliğin olmasıyla ilgili hayallerim var tabii.