Google Play Store
App Store

Yıllardır Almanya'da doğan Türk asıllı çocuklar hem buranın hem de oranın gündemini meşgul ediyor. Nuri milli takım söz konusu olduğunda bir türlü “şahin”leşemiyor, Özil Panzerleri mesut ediyor. İlkay Gündoğan orta sahada döktüredursun, Mehmet Scholl dendiğinde hâlâ birilerinin gözleri doluyor. Peki yeşil sahalardaki bu serüveni başlatan öncünün öyküsünü biliyor musunuz...

Aslında her şey Aydın’da başlamıştı. Kaynakların iddia ettiği gibi 1935’te değil 1934’te… O gün doğan çocuk yeşil sahalarda marifetlerini sergileyecek, genç milli takım için yaşı bir yaş küçültülecekti…

Sağda solda top oynarken keşfedildiğinde lisedeydi. O günlerde genç takımlar olmadığından, Aydınspor yöneticileri öğrenci lisansı çıkarmıştı. Sol açıktı. Bir gün okulu için sahne alıyor, bir gün amatörlerde boy gösteriyordu.

1951'de Aydınspor Amatör Türkiye Şampiyonası'na katılıyor; lise diplomasını cebine yeni koymuş delikanlı da böylece büyüklerin radarına giriyordu. Üniversiteye mutlaka gitmek isteyen gencin gönlünde İstanbul yatıyor; mali müfettiş olmak istiyordu. Hemşerisi Kemal Ağabey Beşiktaş’ta oynuyordu. Onun da elinden tuttuğu genç Çoşkun, siyah-beyazlı ekibe aylık 275 lira karşılığında imza atıyordu.

Kulübün Akaretler’deki binasında ona oda verilmişti. Sonradan senatör olacak abisi Metin Taş da aynı odaya yerleşmişti. Abisi eczacılık okurken, Coşkun Yüksek Ticaret’e kaydını yaptırmıştı.

Başta yedekti, bir sakatlığı müteakip sol açık! Bir taraftan formayı bırakmıyor, öbür yandan üniversitede boy gösteriyordu.

Milli takıma göz kırpan yetenek, kendi ifadesiyle 1952, resmî kayıtlara göre 1954'te ay-yıldızlı formayı terletiyordu. Evet, Umut Ozan Darıcı'nın t24 sitesi için yaptığı röportajda ilk kez Yunanistan karşısında sahne aldığını belirten Taş, bu mücadelenin resmî kayıtlarda yer almadığının da altını çiziyordu. O karşılaşmada sakatlık yaşayan delikanlı, o dönem oyuncu değişikliği olmadığından takımını eksik bıraktığını o sohbette dile getirmişti.

1953 FIFA U 18 ŞAMPİYONASI

1948’de başlayan FIFA Gençlik Turnuvası, sonradan Avrupa U 19 Şampiyonası’na dönüşecekti. İşte 1953’te bu organizasyonda ilk kez boy gösterecek Türkiye’nin hocası Cihat Arman, Beşiktaşlı genç Çoşkun’dan bir ricada bulunuyor, böylece zamanın sol açığı yaşını küçültüyordu. O takımın kaptanı olan futbolcu, hocasını kırmamış, Aydın’a gidip dava açmıştı. İşte bu yüzden kayıtlarda, wikipedia’da doğum yılı 1935 gözüküyor. Turnuva belki Avrupalıları bir araya getiriyordu ancak Belçika’da bu 1953 turnuvasında Güney Amerika’nın devi Arjantin’in de gençleri vardı…

İlk turda Fransa’yı yenen Türkiye, çeyrek finalde Lüksemburg’u devirirken Coşkun açılış golüne imzasını atmıştı. Yarı finalde rakip o dönemin yenilmez armadası Macaristan’ın gençleriydi. Maçı onlar kazanmış, bize üçüncülük karşılaşması yolu görünmüştü.

İspanya’yı Ankara Demirspor efsanesi Fikri Elma’nın iki ve Çoşkun’un bir golüyle 3-2 deviren ay-yıldızlılar üçüncü olmuştu. Bu yaş küçültme işe yaramıştı…

1954 Dünya Kupası vizesi alan kadronun en genciydi. Bu yolda İspanya ile oynanan maçların ikisinde forma giymişti. İlk maç İspanya’da 4-1 bitmişti. Farklı kazanan ev sahibi Türkiye’ye rahat gitse de rövanşta Canavar Burhan’ın golüyle kazanan bizdik. O zamanlar averaj uygulaması olmadığından 47 ayın sultanına gidecek ülke tarafsız sahada oynanacak karşılaşma neticesinde belli olacaktı.

O üçüncü maç Roma’daydı… İspanyollar öne geçiyor, Canavar Burhan tabelayı eşitliyordu. Biraz da büyük usta Halit Kıvanç’tan dinleyelim ikinci yarıyı…

“İkinci kırk beş dakikada ay-yıldızlı onbir daha da açılacak ve oyuna hâkim olmak bir yana, galip duruma geçme başarısını da elde edecekti. Bu kez golcümüz, Suat Mamat'tı. 2-1 öndeydik. Kazanıyorduk, isviçre vizesini alıyorduk. İkinci golü attığımızda maçın bitimine yirmi beş dakika vardı. Yenik duruma düşmek, İspanyolları iyice kamçılamış ve kalemizi abluka altına almışlardı. Bu baskı, kalan yirmi beş dakikada hiç azalmadan devam etti. Her an bir gol tehlikesi karşımızdaydı... Derken gol de gelmişti: Venancio, durumu 2-2'ye getirmekle kalmıyor, takımına galibiyet ümidi de veriyordu. Araya sıkıştırayım: rakiplerimiz, süre azaldıkça hafiften hafiften sertleşmeye başlamış, gol atamayınca da bu sertlik dozunu artırmışlardı. Gerçekten yediğimiz ikinci goldeki çok seri hamlenin sonucunda, Turgay Şeren fena sakatlanıyor, maça devam arzusuna karşın yerini Şükrü Ersoy'a bırakmak zorunda kalıyordu. Doğrusu kaleci Şükrü de, yapabileceğinin en iyisini başarıyor, normal sürenin 2-2 bitmesinde önemli rol oynuyordu. Şimdi heyecan, siz deyin bin misli, ben diyeyim yüz milyon misli, başkası desin on trilyon misli... Uzatmanın yarım saatindeki inanılmaz heyecanı anlatmak için, rakamları bozmak bile yeterli değil... Öylesi kalp çarpıntısı içinde, Şükrü'nün koruduğu kalede gol tehlikesi üstüne gol tehlikesi... Ve bir an geliyor: İtalyan hakem Bernardi'nin düdüğü duyuluyor: "Maç bitti!"

İtalyan hakem Bernardi, görevlileri çağırmıştı. Kaptanlar, FIFA yetkilisi herkes oradaydı. Dünya Kupası bileti, kuraya bağlanmıştı. On yaşındaki bir çocuk, iki ulusun kaderini belirlemişti. Reha Erus Franco Bianco adındaki o çocukla yıllar sonra konuşacaktı…

“Evimiz stada yakındı ve biz maçlara hep bedava girerdik. Goller atıldı, maç bitti. Stattan çıkarken iki polis memuru peşime düştü. Ben koştum onlar kovaladı ve sonunda yakalandım. Maça beleş girdiğim için yakalandım sandım, bırakmaları için yalvardım. Bırakmadılar, gözlerimi beyaz bir mendille bağlayıp, bir kupanın içindeki iki kağıt parçasından birini çekmemi istediler. Korkarak sağ elimi götürdüm parmaklarıma çarpan ilk kağıdı çıkarttım. Elimden kağıdı alan kişi ‘‘Turchia’’ diye bağırdı. Ardından Türk futbolcuları beni havaya kaldırdılar. Yüzümü gözümü öptüler. Bu arada sonradan İspanyol olduklarını öğrendiğim bazı futbolcular yüzüme tükürdüler.”

1954 DÜNYA KUPASI

Dünya Kupası’nın yapılacağı İsviçre’ye uçtuk. Lozan’da Leman Gölü kenarında bir otele yerleştik. İlk maçta Almanya’ya 4-1 yenildik. Daha sonra Kore’yi 7-0 yendik. Her iki maçta da forma giymedim. Son oynadığımız Almanya maçında oynadım. Zürih’te 7-2 yenildik ve Türkiye’ye geri döndük. O gün bir asist yapan Taş, gole de yaklaşmıştı. Deutsche Welle’de Cengiz Özbek’le yaptığı röportajda da 70 yıldır o anı unutamadığını anlamıştık.

Bu onun son milli maçıydı. Son milli maçını Dünya Kupası’nda oynamıştı. A Milli Düzeyde üç maçı var…

Beşiktaş’ın ilk Avrupa Kupası maçında da sahadaydı. Siyah-beyazlılar Şampiyon Kulüpler Kupası’nın ilk yıllarına damgasını vuran Real Madrid’e konuk oldukları 1958-59 sezonunun ilk tur maçında Santiago Bernabeu’ya ayak basan futbolculardan biri de oydu. Maçı İspanyollar 2-0 kazanmış, rövanş da berabere bitince Beyaz Şimşekler turlamıştı. Zaten organizasyonu yine onlar kazanacaktı…

Kader ağlarını örüyordu. 1959'a kadar siyah-beyazlı camianın bir parçası olan futbolcu, hayatının kararını veriyordu; Almanya'ya gidecekti fakat o ilk değildi. Babası, orada dört yılını geçirmiş; gözünü kaybettikten sonra oğlunun doğduğu Aydın’a yerleşmişti.

Baba İhsan Taş, Birinci Dünya Savaşı'ndan hemen önce Alman İmparatorluğu'nun Türkiye'den eğitim için getirdiği 3 bin öğrenci arasındaydı. Ancak torna eğitimi sırasında sol gözünü kaybetmişti. Savaştan sonra döndüğü Aydın'da evlenmiş ve Coşkun Taş doğmuştu…

8-9 yaşındaydım. Babam işte bu şekilde Alman sevgisini bana aşıladı. İlkokuldayken bütün Alman şehirlerini ezbere bilirdim"

Taş, serüvenini 11 Freunde'ye şöyle anlatmıştı:

“Benim inisiyatifimdi. Kicker’deki bir gazeteci sayesinde Köln’le yazıştım. Başkan Franz Kremer’den bir mektup aldım. Haziran 1959’da kendi başıma gemiyle önce Venedik’e gittim. Oradan da Köln’e trenle vardım. Akşam istasyona geldiğimde, ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Bir telefon kulübesine gittim. Rehberden bulduğum Köln’ün numarasını aradım. Karşıma başkan çıktı. Azıcık bildiğim Almancamla ‘Türk Taş’ dedim. Anlamadı. ‘Gar’ dedim. Karısı beni aldı.”

İşte o gazeteci Kicker'in Türkiye temsilcisi Halit Kıvanç'tan başkası değildi. Her şeyi başlatan o mektubu büyük usta yazmıştı. O dönem Türkiye'de döviz edinmek zor. Aynı zamanda Demokrat Parti Çanakkale Milletvekili olan Beşiktaş Başkanı Nuri Togay'ın yardımıyla bulduğu 500 markla İstanbul'dan yola çıkıyor Taş. Önce gemiyle Venedik'e, oradan da trenle Köln'e gidiyor. Köln'e ulaştığında cebinde sadece 37 Mark kalıyor.

Kulüple sözleşmesine göre 400 Mark alacaktı. Babasından yadigar azıcık Almancası işine yarıyordu. Kısa sürede eski bir arabası oldu, bir de ek işi. Henüz Almanya'da o tarihlerde futbol tam manasıyla profesyonel olmadığından, buna mecburdu.

O tarihlerde daha Bundesliga kurulmamıştı. Mahalli kümelerin en iyileri, dörderli iki gruba ayrılıp lig usülü buluşuyor; liderler şampiyonluk için final oynamaya hak kazanıyordu. 1960 yılında sürekli oynayan sol açık, arkadaşlarının Yoyosu son düzlükte büyük bir şok yaşamıştı. Zira işte o maçta sahne almamıştı!

1960'ın şampiyonu Frankfurt'ta belli olurken, Taş 11'de yoktu. Başkan finalde sadece Almanların oynamasını istemişti. Efsane Uwe Seeler'in iki golüyle Hamburg zafere ulaşırken, Waldstadion'da o çifte hüzün yaşıyordu.

Aylar sonra antrenörü Oswald Pfau’dan acı gerçeği öğrenen oyuncu ziyadesiyle yıkılmıştı. İdmanlara gitmek bile istemiyordu. Giderek işine konsantre oluyor, futboldan uzaklaşıyordu. İkinci yılının sonunda kulüpten ayrılmaya karar veren Taş, Köln’de kalmak istiyordu. İkinci kümedeki Bonner’e transfer olan oyuncu, kendisine kısa sürede bambaşka bir dünya kuruyordu: “Ben buraya eğitimli gelmiştim. Giderek politik olarak angaje olmaya başladım. Çok okuyordum. Almancam iyileştikçe futbolculardan uzaklaşmaya başladım. Oyuncular sürekli kadınlardan, arabalardan, paradan, içkiden konuşuyordu. Benim dünyam bu değildi.”

1962’de Köln’deki Ford fabrikasından teklif aldığında, dünyalar bir manada onun olmuştu. O yıl Gerda Hanım’la da evlenmişti.

30 yılı aşkın sürece aynı işte çalışan Taş, 4 Haziran 1959’da kente ilk adımı attığında, şehirde konsolosluk görevlileri dahil 18 kişi yaşıyordu. 1960’larla birlikte ekmek uğruna Almanya’nın yolunu tutan on binlerden daha önce bu ülkeye yerleşmişti. Sonradan sekiz bin Türk'ün çalışacağı Ford’da da yükselmeyi başarmıştı. Bir yandan da fabrikanın futbol hocalığını yapmıştı. Sonradan bilgisayar kurslarına giden eski futbolcu sistem analisti olmayı başarmıştı. Başkalarına daima örnek olan azmi her zaman ödüllendirilmişti.

Köln Spor Akademisi'nden de mezun olan ilk Türk oydu. Hocalarından Hennes Weisweiler, sonradan Borussia Mönchengladbach'ı zirveye taşıyacak, Helmut Schön de 1974'te Almanya'ya Dünya Kupası kazandıracaktı.

Ayrıca meftunu olduğu oyunun hamallığını yapmaktan da bir an olsun tereddüt etmemişti. Disiplin kurulu tüzüklerini Türkçeye çeviren azim abidesi, yerel federasyonun yaptığı tüm işlemleri bilgisayara geçirmişti. Hakem tayinleri, yüzlerce maçın sonuçları, fikstürler... Adeta yorulmak nedir bilmiyordu. Onun yazılımları 1056 kulüp tarafından kullanılmış, bütün bu çalışmaları ve entegrasyona katkılarından dolayı Almanya’dan Yüksek Hizmet Madalyası almıştı. Verilen 30 bin Mark da cabasıydı…

Coşkun Taş 23 Nisan'da 90. yaşını bitirdi. Hâlâ Aydınspor, Beşiktaş ve Köln'ü gönülden destekleyedursun, biz onu yıllar önce Almanlar sayesinde keşfetmiştik. Ölümünden sonra Beşiktaş’ın bir anma mesajı yayınlamaması oldukça üzücüydü…

Gözden uzak olan gönülden uzak olur da çuvaldızı kendimize batırmadığımız sürece bir arpa boyu yol alamıyoruz sanki. Günlük meselelerde boğuluyor, incirin çekirdeğini doldurmayacak polemiklerle haftalar geçiriyoruz; sizce de öyle değil mi...