Dünyaya şefkat ve özenle bakan, insana, hayvana, çevreye kalbiyle, vicdanıyla bakan bir ses. Baharın sesidir bu: “Güzel günler göreceğiz çocuklar” diyen şairin sesi…

Bahar mektubu…

Aydın Afacan

İlk tomurcuklar patlayıp ilk çiçekler açtığında yıldızların sesi duyulur uzaktan. Yalnızca şairlerin bir de âşıkların duyduğu bu sesi, baharda herkes duyarmış, dinlemeli; içimizdeki “laciverdi bahçe”nin doğmakta olan günü yıldızlarla selamladığı bir zaman!

Kalkmalı şimdi, bütün perdeleri açıp, yeryüzüne, dağların, denizlerin ötesine seslenmeli: Heeyy! Cömerttir hayat, mutlaka bir karşılık bulacaktır bu ses. Önce bir yankı, sonra onun yankısı sonra diğerinin, sonra…

Büyüyen bizim sesimizdir aslında; yıldızlar söyledi evet, gelmekte olan baharın sesidir bu: Hasretin, otuz iki dişiyle gülmenin, hem neşeli ve muzip hem mahzun ve mahcup ıslığı seher yelinin… 

Yenilenmeli dünya…    

Hep vardı bahar: İnsan onun farkına vardığında kendini de fark etmiştir. Çünkü o “yeniden doğuş”tur! Ona yeryüzünde çiçekler gibi açan farklı dillerde farklı adlar yakıştırıldı. Hepsinde de adı ve çağrışımlarıyla şiir doludur! Karanlık Hades’in, karanlık ülkesine kaçırdığı Persephone’un, yeryüzünün bereketiyle özdeş annesinin görkemli kavgası ile her baharda yeryüzüne dönüp dünyayı şenlikle donatması gibi… Gılgamış’ın otunu kapan yılanın, “hayat devam ediyor, yine geleceğim” diyerek yeşil taşlara kav bırakması gibi; ürpertiyle ama hayretle, merakla ama bin bir masalın hazinesi ve parıltısıyla baktığımız o mühre! Adonis’in kanının yeryüzünü gelincikle donatması gibi… Öyledir, tuhaftır bahar! Yeniden varız ve yeniden oradayız. Belki de gözyaşları içinde “ama güzelsin hayat” diyoruz, baharın sır dolu tanrıçası Anahita’nın dünyaya hayat veren gözyaşlarını dallara tatlı çiylerle döktüğü zamandır bahar… Sıradışıdır bahar, sıcak ve serin esintisiyle; güneşli yağmurlarıyla, insanın içindeki o en derin ritmi yoklar, Stravinsky’nin “ayin”i gibi, Chopin’in yeryüzünü usulca çağıran “dans”ı gibi… “Hep beraber kardeş elleriyle işlenmiş” toprağın şarkısıdır: Nâzım Hikmet’in gürül gürül akan sesiyle… Enheduana’nın ilahisini, Homeros’un “gül parmaklı şafak”ını Hafız-ı Şirazî’nin görgüsünü, Yunus’un bulutla söyleşisini, Pir Sultan’ın sitemini, Ehmedê Xanî’nin duasını, Galib’in serüvenini, Haşim’in mahzun pırıltısını, Elytis’in görklü güneşini aynı ırmakta buluşturarak... Odur evet, bahardır gelen… 

Şad gönüllerin baharı…

Evet, yenilenmedir bahar; ayağa kalkmanın zamanı. Ne var ki, şair Şeyhülislam Yahya’nın, “Bülbüller öter güller açar şâd gönül yok / Hiç böyleliğin görmemişiz fasl-ı bahârın!” dizelerindeki gibi demleri çoğaldı epeydir. Oysa “şad akmalı” hayat, bir anne sesi sımsıcak, tertemiz çağırmalı. Işıltılı bir gülümseme gibi: Yorgun ama güzel bir iş çıkışındaki gülümseme gibi, sorularla, kitaplarla dolu bir ders çıkışı, bulvarların telaşlı ırmağı ve bahçelerin söyleşisindeki gülümsemeler gibi… Çocukların neşeli çığlıklarla denizi sürüklediği, gelmekte olan yazın muştulandığı, bütün mekân ve zamanlarda kardeşçe bir hayatın gülümseyeceği bir bahar… 

Dizeyi biraz değiştirerek şöyle diyeceğiz: “Nicedir böyleliğin görmemişiz fasl-ı bahârın!” O denli güzel bir bahar işte! Şöyle bir düşünelim: Düzenleri yalan üzerine kurulu, sürekli komplo kuran, zulmeden, işkence eden, gözünü kırpmaksızın katledenlerden ne kalıyor geriye? Hep bağırıp çağıran, çemkiren, küfreden nice “erk” toz olup gitmiştir. Geriye insanca bir ses kalır: Dünyaya şefkat ve özenle bakan, insana, hayvana, çevreye kalbiyle, vicdanıyla bakan bir ses. Baharın sesidir bu: “Güzel günler göreceğiz çocuklar” diyen şairin sesi…