Bildiğiniz üzere, her cuma yazı yazmama rağmen sağlık problemimden dolayı perşembe ve cuma günü kontrol maksatlı doktora gitme gerekçesiyle-sevgili Eren sayesinde yazıyı bu pazara bırakmak zorunda kaldım.  

(Bu arada, doktorlara yönelik şiddet ile bununa övünecek kadar benliğini kaybetmiş bir canlı türüyle aynı havayı alıp ortak yaşamamıza rağmen, SBÜ Araştırma ve Eğitim Hastanesinde Kardiyolog Sayın Prof. Dr. Mehmet Uzun’un her hastaya yaklaşımı ve mesleki tepkilerinden dolayı çok teşekkür ediyorum.) 

Tabii her sürecin kendine göre dinamik yaratması bir diyalektik kurgu olmasının yanında, duysal tepkimeleri de içinde saklamaktadır. 

Her iki günde de hastane sonrası Kadıköy Bahariye’ye çıkmam ve oranın sabah havasını alıp kahve içmem benim için bir ayrıcalıktır. 

Perşembe günü kahveyi alıp tam moda girecekken, sevgili Bülent Yüksel’in arayıp Milli Takım hocasıyla ilgili sohbetimiz biraz yorsa da beni içimi boşaltmama neden olmasından dolayı sevgili Yüksel’e minnettarım. Ama esas güzellik; o konuşma esnasında caddede bir ileri geri volta atarken, konuşma heyecanı içinde pek etrafı fark etmeme rağmen, bana göre İzmir’de olması gerekirken sevgili Zeynep Altıok’un bir bankta sabah kahvaltısı için çay-simit ile eşleşmiş halde görmek beni dumura uğratmasının yanında, İzmir ve İstanbul çelişkisini de hani ‘ben neredeyim?’  Dememe de neden oldu.  

Güzel ve şaşkınlık yaratan bir tesadüf… Mutlu olmamak mümkün değil. Ritüellerime sadık bir insan olmamadan dolayı, tekrar cuma sabah Bahariye ile kahve sürecini yaşamaya devam ettim. Han birini daha görürüm diye değil… 

***

Cuma günü de tam oturup kahve içmeye başladığı sırada, önce üç genç benim ön masama geldi ve iddia ile ilgili kupon sohbeti yapmaya başladılar ki gol üzerinden değerlendirmeler ve maç seçmelerinin hepsi sayısal beklenti üzerinden olduğu için maçların kendi futbol dinamiğinin pek önem arz etmediklerini gördüm. İlginçti… 

Kuponu hemen hemen bitirmelerine yakın onlardan daha büyük ve olgun dördüncü kişi de geldi ki ona da ‘hoca’ diye hitap ediyorlardı… Ve süreç kupon üzerinden dönüp bitmesiyle beraber günlük yaşantıya döndükleri anda ben hemen devreye girdim. Çünkü, kupon-iddia ile ilgili merak ettiğim çok şey olmasının yanında bu konuda oldukça ‘uzman’ kişileri bulmam konuşmak için bulunmaz fırsattı. 

Hemen masalarına yanıştım kendimi tanıtarak izin istedim ve kupon-iddia konusunda birkaç merak ettiğim konu olduğunu ve bunlarla ilgili soru somak istediğimi söyleyince gayet olgunlukla karşılayıp cevap verdiler.  Öncelikle Türkiye’de milyonlarca insanın iddia oynadığı ve milyarlarca liralık bir bütçeye sahip olduğu net bilinmektedir. Benim merak ettiğim bu kadar kişinin iddia oynanması neticesinde futbol maçlarını sadece skorboard olarak görüp görmedikleriydi. Bunun bir noktadan sonra kaçınılmaz olduğunu söylediler. Hatta tuttukları takımın aleyhine kupon yapıp yapmadıklarını sorduğumda daha olgun, kibar ve iş insanı olan ‘hoca’ diye hitap edilen kişi bu konuda daha rasyonel düşündüğünü eğer para kazanacaksam oynamakta sakınca görmediğini söyledi. Ama, kupon bu neden yatarsa da sevineceğini eklemeyi ihmal etmedi. Gençler ise, sevindirici bir şekilde henüz bu konuda taraftarlık duygusunu aşmış değiller. 

***

Kupon-iddia işini para kazanmak için yapıp yapmadıklarını sorduğumda, olaya bir ‘hobi’ olarak baktıklarını ve hayatın devamı için gerekli olana parayı buradan kazanmak üzere bir stratejilerinin olmadığını söylediler. Fakat… burası önemli! Maalesef çok fazla kişi ki özellikle gençler ciddi bir şekilde buradan kazanacakları paraya bakarak kendilerini dizayn etmeye çalıştıklarını söylerken, verdikleri örnekte; üniversite kredisini yatırmayıp buradan para kazanıp sonra parayı üniversiteye yatırmayı planlayan çok sayıda gencin olduğunu ve bunların kayıplar neticesinde ciddi sıkıntılar yaşadıklarını belirtiler. 

Dünyada ve Avrupa’da tüm ligleri takip edip etmediklerini sorduğumda, bu çok meşakkatli bir iş olduğunu ve buralarda-özellikle alt liglerde mafya ve manipülasyonun çok olmasından dolayı para kazanmanın çok zor olduğunu belirtirken, daha çok Premier Lig ve bilinen ligler üzerinden ve sürekli maçları canlı verilen takımların maçlarını tercih ettiklerini söylediler. 

***

Günümüzde kitle iletişim araçlarının kamuoyunu etkileme gücüne sahip olması ve medyanın bu araçları bazılarını ihmal ederek, bazılarını da manipüle ederek kamuoyunu ciddi biçimde etkilemektedir. Buna bağlı olarak taktiksel analizlerle özellikle gazete köşe yazıları ve TV yorumlarında ilgilenip ilgilenmediklerini sorduğumda, ‘hoca’ takip ettiğini ve kendisine kupon yaparken katkısı olduğunu söylerken, gençler ise iddia analizleriyle çok daha fazla ilgilendiklerini söylediler. 

Şimdi, olaya çok farklı yaklaşan ve ciddi beklentileri olmamasına rağmen-bu naif dört insanın ile yaptığım küçük diyalogda anlaşılıyor ki; futbolun profesyonelleşmesiyle birlikte kapitalist üretim sisteminin futbola egemen olması, futbolun içindeki ve oyun dinamiklerini işleten her şeyi alınıp satılır kılan bir metaya dönüştürdü. Oyun olma özelliğini farklılaştırdı.  

Çünkü, bu anlattığım kesit bütünün tüm özelliklerine sahip olduğundan ve daha da dejenere boyutu net bilindiğinden dolayı bir fikir vermektedir. 

Futbolun artık ekonomik bakımdan kuralları olan bir endüstriye dönüşmesi, rekabet ve toplumsal yaşam içinde elde etmiş olduğu etkinin gücü ile birlikte, rekabet kurgusu içinde bir takım kültürel değerleri barındırsa da siyasi etkiye açık ortak bir algı ile yönetilmektedir.  Küreselleşmenin etkisiyle devasa bir şekilde büyüyen tüketim olgusu, futbolu kendi alanı içinde tutarak oyun olma özelliğinin yanı sıra ekonomik bir çark haline dönüşmüştür.  Buna bağlı olarak, içinde tehlikeli bir durum barındırmasıyla birlikte tartışılması gereken ve önemli ayrıntı; jenerasyonların değişmesiyle birlikte, ekonomik kriz ile bu meta yapıdan nemalanma histerisi, taraftarlık duygusunu bir yere kadar getirip bir yerden sonra kulüp yöneticileri ve başkanların yaptığı gibi, süreci kişiselleştirerek bireysel beklenti için takımı araç olarak görülmeye başlamaları ve kendilerini müşteri kimliği ile bir ticari boyutta takıma yaklaşma eğiliminin içinde olmalarıdır.  

***

700 milyon avroluk bir hacme sahip olan ülkemizdeki futbol piyasası menajerlerin, amigoların, taraftar liderlerinin artık genel kurul üzerinden pazarlıklar yaparak başkan seçme pazarlıkları zaten sürecin başlangıcını oluşturmaktaydı. Unutmayın bu rant için insanlar çok rahat öldürülmektedir. Çünkü pasta çok büyük. Futbolun içindeki her şey-duygular-rant beklentisi içinde emek vermeden kazanç için oyunun sonucu dahil artık alınıp-satılan bir metaya dönüştü. 

Peki buna engel olunur mu?.. 

Evet, olunur… 

Ancak ‘bilgi’ ile olunur.  

Gelişime açık ve sporun kendi dinamiklerini oluşturan ‘bilgi’ ve bunun etrafında oluşturulacak örgütlenme modeli ile engel olunur. 

İşte seçim zamanı ve partilerin cılız spor politikaları. Artık partiler spor, sanat ve kültür süreçlerine kendi iç yapılarından bakmayı bırakıp uzman kişiler üzerinden hareket etmek zorundalar. 

Bu üç alan içindeki ‘etik’ değerleri ve mesleki ahlak kurgusunu yeniden kazanarak işe başlamak gerekiyor.