Seçim dönemlerinde siyasi ortam geniş açılı bir hale gelir, haberciler de bu dönemde fazla mesai yaparlar. İstanbul ve Ankaralı gazeteciler siyasi parti liderleriyle birlikte ülkenin dört bir yanını dolaşırlar. Bu kervana gazetelerin ünlü yazarları da katılır, seçim atmosferi heyecan dalgası yaratır.

İktidar ve muhalefetin eşit koşullarda yarışabilmesi için içişleri, adalet ve ulaştırma bakanları seçimlerden üç ay önce görevlerinden istifa ederler, yerlerine “tarafsız” kişiler atanır.

Tabii ki bunların hepsini “eskidendi” diye okumak gerekiyor. Adalet ve Kalkınma Partisi’yle (AKP) birlikte bu gelenekler önce sessiz ve derinden sonra “var mı, bize yan bakan?” edalarıyla aleni olarak ortadan kaldırıldı.

Hazır eski defterleri açmışken gazetecilik alanına ilişkin birkaç gelenek ve anıyı da buraya yazalım. Seçim dönemleri yaklaşırken gazeteler de “Nabız Tutma” ekiplerini hazırlardı. O zamanlar kamuoyu araştırma şirketleri yoktu. Bu “boşluk” gazeteciler tarafından doldurulurdu.

∗∗∗

Benim bir önceki kuşağım için değişmez “nabız tutma” mekânları da vardı: Berber dükkânları ve taksi durakları!

Berberlerin ve taksicilerin muhabbetleri bereketlidir. Onların seçim hakkındaki fikirleri bir iki gün sonra gazetelerin birinci sayfalarında yer alırdı. Tabii ki gazetenin ve yazarın görüşü olarak…

Halk arasında “nabız tutmanın” riskli yanları da yok değildi. Bir gazetede o şehir hakkında yazı çıktığında diğer gazetelerin haber merkezleri kupürü keser dosyalarına koyarlardı. Kendi yazarın yazısıyla karşılaştırmak için saklarlardı. Bir gün rakip gazetenin Anadolu’daki seçmen sayısı yüksek şehrin seçim tahmin yazısı yayınlanıyor. Ertesi gün de kendi yazarın izlenimi yayınlamadan önce ona telefon açıyorlar:

-Yahu filanca bugünkü nabız tutma yazısında iktidarın kazanacağını yazmış. Sen tam tersine muhalefeti kazanacağını yazmışsın. Emin misin?

-O ayyaş herif nabız yerine, halkın başka bir yerini tutmuş olabilir! Siz bana güvenin,  yazımı olduğu gibi basın.

Benim nabız tutma yıllarımda “sorumlu olduğum” şehirler Zonguldak, Bolu, Kastamonu -sonradan Bartın da katıldı- ibaret idi. Kastamonu’nun Abana ilçesinde her yıl temmuz sonunda yapılan “Deniz Şenlikleri” sırasında CHP Başkanı Deniz Baykal ile aynı masada oturuyordum. Masaya her gelen “merhaba Nazım bey hoş geldiniz” diye söze başlayınca Baykal bana dönerek sormuştu:

-Siz de Kastamonulu musunuz Nazım Bey?

-Hayır, Kastamonu benim seçim bölgem!

∗∗∗

Bütün partilerin il başkanlıklarını dolaşan “nabız tutucu gazetecinin” o bölgede birinci partiyi tespit etmesi çok kolaydı.

Bütün partilerin önde gelenleri “biz birinci partiyiz bu şehirde” derlerdi. Kilit soru ise şuydu:

-Tamam, siz birincisiniz. Hangi parti ile çekişirsiniz?

Bu soru o şehrin kazanacak partisini de ortaya çıkarırdı. Çünkü farklı partilerin üzerinde birleştikleri ikinci parti, şaşmaz biçimde seçimlerin kazananı olurdu.

AKP’nin “Tek Adam” dönemiyle birlikte böylesi neşeli seçim dönemleri sona erdi. Özellikle 2015’nin 7 Haziran’ında sonra… Suruç, Diyarbakır, Ankara Katliamları; fazlaca nabız tutmalara gerek bırakmadı!

İlk defa; muhalefet açısından “nabız tutmaya” gerek kalmadan “biz kazanacağız” diyebildiği bir seçim dönemi yaşıyoruz. İktidar şimdiye kadar yapabileceği her şeyi yaptı. Yirmi bir yıllık “saltanat” döneminden sonra yapabileceği tek şey kaldı. İktidarı aldığı yolla devretmek:

-Barış içinde elveda demek!