Google Play Store
App Store

Geçen hafta ortalarında PKK,, kongresini topladığını,  kendini kapattığını ve silah bırakacağını duyurdu. Barış için olumlu sayılması gereken bu çok önemli eylemi 12 Mayıs günü yapılan kapsamlı bir basın açıklaması izledi.

Gerçekten yaşamsal olan ve çoğu zaman yerinde bir nitelemeyle “kutsal” denilen barış için sağlıklı bir başlangıç yapılması gerekirdi.

Ancak, hiç de öyle olmuyor; Açıklama ile barış,  yanlış yaklaşımlara tutsak ediliyor. Ayrıca, Türkiye ve üç komşu ülkedeki “diğer” Kürt yapılanmalarına hiç değinilmemesi de ‘Basın Açıklamasını’ tamamıyla “topal” bırakıyor.

AÇIKLAMA BUGÜNE GELEMİYOR!

Basın Açıklaması, üç önemli noktada eskiye takılıyor ve “yola”  o yanlışlarla çıkıyor: 1921 Anayasası önermesi, soykırım suçlaması ve Lozan..

21 Anayasası emperyalist güçlere karşı verilen Kurtuluş Savaşı başlarken yaşanan olağanüstü koşulların düzenlemesidir. Bugün de AKP’’ye çalışmakta olan altılı masa ihanetinin gündeme getirdiği 1921, savaş koşullarının ürünüdür ve bugünün Türkiye’sinin anayasal düzenlemelerine asla temel olamaz, eğer PKK geçmişin anayasalarına gidecekse ülkenin gelmiş geçmiş en özgürlükçü ve demokratik anayasası olan, dahası Kürt Sorununun daha özgürce tartışılmasına olanak sağlayan 1961 Anayasası’na başvurmalıydı.

Ayrıca Açıklamada yer alan Cumhuriyet’e yönelik Kürtleri “inkâr ve imha” ya da “soykırım” suçlaması da tamamıyla  “içi boş” bir özellik taşıyor.

Lozan’ı suçlamanın da hiçbir dayanağı yok. Belgeler var;  görüşmelerin sonlarında Fransız Başbakanı G. Clemenceau Barış Anlaşması’nı “Türkiye ile birlikte Kürt delegesinin de imzalanmasında” ısrar eder. Türkiye Baş delegesi İsmet Bey tamam der. Clemenceau bir danışmanını Kürtlerin kaldığı otele gönderir ve imza için bir temsilci göndermelerini ister. Saatler sonra gelen danışman Anlaşmayı kimin imzalayacağı konusunda  “Kürt delegelerinin “aralarında anlaşamadıkları” haberini getirir (Margaret Macmillan, “ Peacemakers” London: John Murray, 2001, s. 445). Böylece, kendi araştırmacılarının “boynunu vurmayı iş edinen” Türkler ve Kürtler, Lozan gerçeğini yıllar sonra da olsa Kanadalı bir kadın tarihçiden öğrenmeyi bile başaramaz!

Basın Açıklamasının barış yaklaşımını yüzyıl öncesinin bu üç kaynağına dayandırması, aslında,  AKP iktidarının Kurtuluş Savaşı, Lozan ve Cumhuriyet’e yönelik iyi bilinen “parantez teorisi” ile de bire bir örtüşüyor.

Evet, barış çok değerlidir. Ancak, egemenliğin kaynağını gökten yere indiren Kurtuluş Savaşını; bağımsızlığın uluslararası onayı Lozan Barış Anlaşmasını ve Cumhuriyet’in çağdaşlaşma yönündeki büyük kazanımlarını hiçe sayarak bu topluma sunulacak barış, barış değil, bambaşka bir şeydir. Baksanıza iktidar, üstelik ekonomisi yerlerde sürünürken ve  “barış konuşalım” derken ABD’den 304 milyon dolarlık füze satın alıyor.

DÜZENE ONAY VERİYOR!

Basın Açıklamasının çok büyük bir eksiği de ülkenin yaşamakta olduğu kişiye bağlı yönetim anlayışına hiç değinmemesidir ya da değinememesidir. Geçmişe iktidarın gözlüğünden bakan Açıklama, barıştan tamamıyla uzak olan “bugünü”  de görmemezlikten gelerek yerinde bir deyimle, “dayanaksız” kalıyor.

Basın Açıklamasında, toplumun yaşadığı diğer çok önemli sorunlar bir tarafa,  hukuk yıkımına da suskun kalınıyor. Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları iktidar tarafından hiçe sayılıyor; “suçsuz” olduklarına yargının karar vermiş olduğu insanlar, başta milletvekili Can Atalay olmak üzere,  yıllardır hapiste tutuluyor.

Daha özelde, açıklamada, iktidarın “kayyum” atayarak onca belediyede Kürt halkının seçme özgürlüğünü hiçe sayan uygulamalarına karşı da tam bir duyarsızlık sergileniyor. Yine yıllardır ve yine yargı kararlarına karşın üstelik ta Edirne’de hapiste tutulan Selahattin Demirtaş’a ve onun gibi ta başından beri barış isteyen Kürt kökenlilere bir gönderme bile yapılamıyor.

Nesnel bir gerçektir ki hukuk olmayınca özgürlük de, demokrasi de barış da olmuyor. Basın Açıklaması yaşanan hukuksuzluklara duyarsız kalıyor!

Gelişmeler gösteriyor ki, iktidarın amaçladığı aslında barış değil, kısa dönemde, özellikle son Boğaziçi örneğinde yaşandığı gibi toplantı ve gösteri hakkını kullanan gençliği yıldırmak;  İmamoğlu bağlamında uluslararası “ahtapot” örgütlenmesi suçlamaları yapmak ve ağır suçlamalarına CHP’’yi de katarak her türlü muhalefeti iyice yıldırmaktır.

İktidar, uzun dönemde,  DEM’i ve Altılı Masa’nın artıklarını da yanına alarak ve Arapları da katarak çok uluslu  bir anayasal yapı oluşturmayı böylece ömrünü iyice uzatmayı, aslında, “kalıcılaşmayı” amaçlıyor.

Durdurulması gereken barış elbisesi içinde sunulan bu çok tehlikeli gidiştir.

19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramımız Kutlu Olsun.