Barışçıl toplu eylem haktır: Sendikaların 19 Mart sınavı!
19 Mart darbesi Türkiye sendikal hareketi açısından da bir turnusol kâğıdı oldu. Güdümlü sendikalar ‘dilsiz şeytan’ olup selden kütük kapmaya çalışırken barışçıl toplu eylem hakkı için çağrı yapan sendikalardan Eğitim Sen’in yöneticileri hukuksuz ev hapsiyle cezalandırıldı.

19 Mart 2025’te Türkiye’nin ve Avrupa’nın en büyük şehirlerinden birinin üç kez seçimle iş başına gelmiş ve Cumhurbaşkanı adayı olan belediye başkanı Ekrem İmamoğlu ve ekibine karşı başlatılan hukuksuz soruşturma, gözaltı ve tutuklama (darbe girişimi) karşısında milyonlarca yurttaş barışçıl protesto hakkını kullandı ve kullanmaya devam ediyor.
Türkiye tarihinin bu en büyük hukuksuzluğuna karşı Türkiye tarihinin en büyük demokratik ve barışçıl protesto eylemleri yaşanıyor. Bu protesto eylemlerine başta gençler olmak üzere toplumun her kesiminden milyonlarca yurttaş katılıyor. Çok sayıda sendika, meslek örgütü ve toplumsal örgüt protesto eylemlerine destek veriyor.
Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan barışçıl toplu eylem hakkını kullanan yurttaşlara karşı kolluk kuvvetleri yasadışı müdahalede bulunuyor, özellikle gençlere işkence ve kötü muamele yapıldığına ilişkin çok sayıda görüntü ve ifade söz konusu. Türkiye tarihinde ilk kez bu kadar yaygın biçimde toplantı gösteri yürüyüşlerine ilişkin kanun (2911) kapsamında tutuklama kararı veriliyor. Bu görülmüş şey değildir. Bu tutuklama kararlarının hukuki olmadığı ve keyfi olarak verildiği çok açık. Tutuklama adeta bir peşin cezalandırma yöntemi haline gelmiş durumda.
Bu hukuksuz uygulamalardan, itiraz eden ses veren sendikalar ve meslek örgütleri de nasibini alıyor. Eylemleri takip eden gazeteciler tutuklanırken hukuksuzluğa karşı eylem çağrısı yapan Türkiye’nin en büyük sendikalarından biri olan ve üyesi olmaktan onur duyduğum Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim Sen) yöneticileri ev hapsiyle cezalandırıldı.
EĞİTİM SEN’İN ONURLU TUTUMU
Eğitim Sen tarafından 25 Mart 2025 tarihinde uzun süredir devam eden antidemokratik uygulamalara, baskılara ve hukuksuzluklara karşı öğrencilerin yanında olmak için alınan bir gün hizmet üretmeme ve boykot kararı hakkında soruşturma açıldı.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, genel merkezi Ankara’da bulunan Eğitim Sen hakkında yetkisiz olmasına rağmen, hukuki dayanağı olmayan bir soruşturma açtı. Basına yansıyan haberlere göre soruşturma gerekçeleri arasında “kanuni grev şartları gerçekleşmeksizin çağrıda bulunulması” gerekçesi de yer alıyordu. Edindiğimiz bilgiye göre önce skandal bir talimatla gözaltına alınmaları istenen Eğitim Sen yöneticilerinin daha sonra savcılığa davet edilmelerine karar verilmiş.
Eğitim Sen Merkez Yürütme Kurulu üyeleri savcılıkta verdikleri ifadenin ardından ev hapsi istemiyle mahkemeye sevk edildi ve bütün MYK üyeleri hakkında iki hafta ev hapsi ve devamında haftada bir imza atmak üzere adli kontrol cezası verildi.
Bu soruşturma ve ceza hukuksuz ve keyfidir. Bu cezayla hem ulusal hem de uluslararası mevzuat açıkça çiğnenmiştir. Çağrıldıklarında ifade vermeye gidecek olan Türkiye’nin en büyük sendikalarından birinin yöneticileri hakkında -uygulanmasa da- gözaltı talimatı verilmesi Türkiye’de yargı mercilerinin hukuku çiğnemekte beis görmediklerinin bir diğer örneğidir. Şimdi Türkiye’nin en büyük sendikasının yöneticileri sendika genel merkezine hapsedilmiş durumda. Böylece Türkiye’nin hukuksuzluk tarihine kapkara bir sayfa eklenmiş oldu.
HANİ GREV YASAKLARI KALKMIŞTI!
Her şeyden önce şunu vurgulamak lazım: Sendikalar iş bırakma, boykot, toplantı ve gösteri gibi barışçıl toplu eylemler düzenleyebilir. Kamu görevlileri sendikalarının iş bırakması meşrudur. İş bırakma ve boykot barışçıl toplu eylem hakkının ayrılmaz bir parçasıdır. Bu hak hem Anayasa’nın hem de Türkiye’nin onayladığı uluslararası sözleşmelerin bir gereğidir. Gerek Anayasa Mahkemesi (AYM) gerekse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarında kamu görevlileri sendikalarının iş bırakmaları bir hak olarak kabul edilmiştir.
Öte yandan 1982 Anayasası’nda 2010 yılında yapılan değişiklik ile Anayasa’nın 54. maddesinin 7. fıkrasında yer alan “Siyasî amaçlı grev ve lokavt, dayanışma grev ve lokavtı, genel grev ve lokavt, işyeri işgali, işi yavaşlatma, verim düşürme ve diğer direnişler yapılamaz” yasağı kaldırılmıştır. (Mülga yedinci fıkra: 7/5/2010-5982/7 md.)
Anayasa değişikliği gerekçesinde evrensel ilkelerle bağdaşmayan grev yasakların kaldırıldığı vurgulanıyordu. Bu gerekçe TBMM tutanaklarında duruyor. Konuyla ilgili olarak AKP tarafından hazırlanan bir yayında da bu yasağın (siyasi grev yasağının) evrensel çalışma hayatı standartlarına ve konuyla ilgili uluslararası belgelere aykırılık teşkil ettiği vurgulanmış ve yapılan değişiklikle siyasi grev yasağının kaldırılarak Anayasa hükümlerinin çağdaş ve medeni dünya ile paralel hale getirildiği vurgulanmıştır.
Nitekim bu değişikliğe paralel olarak 2822 sayılı Sendikalar Kanunu’nda yer alan “Siyasi amaçlı grev” yasağı 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nda yer almamıştır. Dolayısıyla ne Anayasa ne de 6356 sayılı Kanun’da doğrudan bir “siyasi grev ve benzeri direniş yasağı” söz konusu değildir. Dahası Anayasa ve yasa koyucu bu yasağı mevzuattan çıkartmıştır.
Öte yandan Anayasa’da yapılan bu değişiklikle siyasi grev ve diğer grev yasaklarının kaldırıldığı hükümete yakın çeşitli yazarlar tarafından da o günlerde ısrarla savunulmuştur. Bu yazılar arşivlerde duruyor. Şimdi bunları yazanların bir bölümü muktedir mevkilerdeyken sendika yöneticilerine barışçıl toplu eylem hakkı nedeniyle ceza verilmesi yargının siyasallaşmasının tipik bir örneğidir.
BARIŞÇIL TOPLU EYLEM HAKTIR
Eğitim Sen soruşturmasına gerekçe gösterilen “kanuni grev şartları gerçekleşmeksizin çağrıda bulunulması” ve “suç işlemeye alenen tahrik etme” iddiası kamu görevlileri sendikalarının iş bırakma hakkına ilişkin verilmiş sayısız yargı kararına aykırıdır. Öte yandan TCK 26/1’e göre “Hakkını kullanan kimseye ceza verilmez!” Eğitim Sen yöneticilerini haklarını kullanmıştır.
Boykot ve hizmet üretmeme kararı toplu iş uyuşmazlığı kapsamında bir karar değildir. O nedenle bu kıstasla ve yasadaki “kanuni grev” şartları kapsamında değerlendirilemez. Eğitim Sen tarafından alınan karar dar anlamda/teknik bir grev kararı değildir. Bu nedenle "kanuni grev şartları gerçekleşmeksizin çağrıda bulunulması" gerekçesi geçersizdir.
ILO organlarınca kullanılan “grev” kavramı hem toplu pazarlık aşamasında başvurulabilen grevi hem de ifade özgürlüğünün topluca kullanılması biçiminde somutlaşan toplu eylemi kapsamaktadır. ILO barışçıl olma niteliğini kaybetmedikçe iş bırakma ve benzeri toplu eylemleri yasağa konu edilmemesi gereken eylemler olarak nitelendirilmektedir.
Öte yandan sendikanın boykot/hizmet üretmeme kararında “üniversitelerin özerkliğini, bilimsel özgürlüğünü ve topluma karşı sorumluluğunu ortadan kaldırmayı hedefleyen baskıcı politikalar” eleştirilmekte ve boykot kararının bu uygulamaları protesto için alındığı vurgulanmaktadır. AİHM’in Enerji Yapı-Yol Sen, Karaçay, Kaya ve Seyhan kararları net biçimde kamu görevlilerinin sendika kararıyla iş bırakmasının hukuka uygun olduğunu saptamaktadır.
Nitekim Kaya ve Seyhan kararında da AİHM, sendika üyesi öğretmenlerin Konfederasyon çağrısına uyarak, parlamentoda tartışılmakta olan kamu yönetimi kanun tasarısını protesto amaçlı bir günlük ulusal eyleme katılmasını değerlendirmiş ve toplu pazarlık süreciyle ilgili olmayan bu eylem hakkında, başvurucuların barışçıl toplantı özgürlüğünü kullandığına kanaat getirmiştir.
Hükümet uygulamalarının eleştirilmesi ve temel hak ve özgürlüklerin savunulması her toplumsal örgütün ve sendikanın hakkıdır. Bu hakka müdahale doğrudan örgütlenme hakkının özüne müdahaledir. Bu soruşturma ve ceza son zamanlarda tanık olduğumuz hukuk dışı işlemlerinin yeni bir halkasıdır.
Öte yandan Türkiye’de Türk-İş dâhil sendikalar defalarca toplu eylem ve iş bırakma eylemi yapmıştır. Türk-İş 3 Ocak 1991’de ve Ağustos 1999’da genel eylem ve iş bırakma eylemi kararı almıştır. Kamu görevlileri sendikaları 2000 ve 2010’lu yıllarda çok sayıda iş bırakma kararı almıştır. Bu eylemler hakkında ya hiç soruşturma açılmamış ya da açılan soruşturmalar takipsizlik ve beraatle sonuçlanmıştır. Barışçıl toplu eylem hakkı Türkiye’nin çalışma hayatında pek çok kez kullanılan bir haktır. Eğitim Sen’in “hizmet üretmeme” kararı hakkında ceza verilmesi Anayasa ve Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerin ihlalidir.
TARİH SİZİ YAZACAK!
Türkiye tarihinin en büyük hukuksuzluklarından biri olan 19 Mart darbesine karşı DİSK, KESK ve Birleşik Kamu-İş konfederasyonları ve bunlara üye pek çok sendika gerek açıklamalarla gerekse gerçekleştirdikleri toplu eylemlerle ses yükseltti. Demokratik sendikacılığının gereği budur. Sendikalar demokrasi ve hukuk devletini savunmak için ses yükseltmek zorundadır.
Tepkiler sadece ulusal sendikalardan değil uluslararası sendikalardan da geldi. Türkiye’den Türk-İş, Hak-İş, DİSK ve KESK’in üyesi olduğu Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu (ITUC) ve çok sayıda Avrupa sendikal örgütü Türkiye’de yaşanan hukuksuzlukları kınadı. ITUC, “Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması hukukun üstünlüğüne ve işçi haklarına yönelik ciddi bir saldırıdır” açıklaması yaptı. Ancak ITUC üyesi Türk-İş ve Hak-İş sessizliğini korudu.
Dahası Türk-İş başkanının sendikalardan ve hatta yönetim kurulu üyelerinden gelen açıklama yapma talebini geri çevirdiği ve konuya ilişkin resmi bir açıklama yapmaktan kaçındığı öğrenildi. Anlaşılan bazı sendikalar örgütlü oldukları kamu kurumlarına yönelik ve doğrudan seçme seçilme ile adil yargılanma hakkını hedef alan bu operasyon hakkında “dilsiz şeytan” olmayı tercih ediyor. Bir bölümü ise “selden kütük kapma” peşinde.
Bu konuda en ilkeli tutum başta Şişli Belediyesi işçileri olmak üzere operasyon yapılan belediyelerde çalışan ve operasyon öncesi hak arama eyleminde bulunan işçilerden geldi. Darbe girişimi öncesinde belediye yönetimlerinde karşı hak arama eyleminde bulunan işçilerinin ilk tepkisi doğrudan demokrasiye yönelik bu saldırı karşısında hukuka ve seçilmiş belediye başkanlarına sahip çıkmak oldu. Onurlu ve ilkeli tutum budur!
Tarih, Türkiye tarihinin en büyük hukuksuzluklarından biri olan 19 Mart darbesi karşısında “dilsiz şeytan” olan sendikacıları da “selden kütük kapma” peşinde olanları da onurlu duranları da yazacaktır.