Google Play Store
App Store

"Bütünlük ve tutarlı duruş ilkelerinin yerini hiçbir ilke ve etik tanımayan günübirlik yarar hesaplarına dayanan duruşlara bıraktığı bir postmodern dünyadır yaşadığımız" diyerek "yeniden görüşmek üzere" aldığım moladan bu yana epeyce zaman geçti.

Rüzgârın tersten estiği böyle zamanlarda sadece yazmak değil, siyaset yapmak da, rüzgâra kapılmadan, inançlarını koruyarak yürüyebilmek de gerçekten zor iştir. Öyle bir dönem ki bu, neyin doğru neyin yanlış, kimin haklı kimin haksız olduğunu anlaşılamaz hale getiren bir toz bulutunun içinde, eğreti duran ne varsa rüzgârda savrulup gider...

***

Yetmişlerin ortasındaydı. Böyle bir inanç parçalanması yaşadığımız bir zamanda, bir anlaşmazlığa düştüğü arkadaşlarına karşı İlhami"nin ağzından belki gayri ihtiyari olarak "şimdi biz birbirimizi mi döveceğiz?" sözcükleri dökülüver-mişti. Biraz ayıplar gibi olduğumuzda "onu demek istemedim" demişti ama belki hakikaten farkında olmadan onun ağzından dökülen şey aslında Türkiye solunun trajedisinden başka bir şey değildi. (Zaten sonradan o büyük direniş günlerinin ortayerinde gerçekten öyle şeyler de olmuştu, fazlasıyla.)

Daha sonra, bir garip günde, 12 Eylül"ün emniyetteki işkence koridorlarında karşılaştığım Kaçaroğlu bana, kendisi yakalanmadan önce dışarda arkadaşlarıyla bundan sonra bizimle "birlikte olmaya" karar verdiklerini anlatıyordu!

Sonra hakikaten Mamak cezaevinde epey uzunca bir süre birlikte kaldığımız Kaçaroğlu, o işkence koridorunda, yanındaki gardiyan polisle birlikte, yediği dayaklardan iki büklüm halde bana bunları anlatırken, ben de hücremin bir karıştık deliğinden onu şaşkın gözlerle izlerken, sanki uzun devrimci hayatlarımıza dair bir kara mizah sahnesini birlikte canlandırıyor gibiydik.  Aslında hiç kimse istemez ayrılıkları. Buna rağmen Türkiye solunun tarihi bir bakıma ayrılıklar tarihi gibidir. Bu yüzden, "birlik" solun hiç ulaşılamayan en büyük davası olmuştur.

Ayrışmalar bazen kaçınılmazdır. Ama, ülkede/dünyada gelişen mücadele karşısında birlikte yürümeye engel olan ciddi (ideolojik-politik) farklılıklara dayalı olanların yanı sıra tümüyle kişisel nedenlere dayalı anlamsız ayrılıklar da yaşanmıştır. Kimin çıkardığı, hangi sebepten çıktığı zamanla unutulup giden, sonradan herkesin kendi (ayrılık) tarihini yazdığı ve sonunda kimsenin kimseyi dinlemez/anlamaz hale geldiği ayrılıklar.

Bu gibi durumlarda öznel sebepler ne olursa olsun, ana sebep, farklılıkları kendi içinde çözebilecek bir hukuk ve gelenekten yoksunluğumuzdur. Bu yüzden "hukuk" denilince burun kıvırıp geçilmesini anlamak gerçekten zordur.

12 Eylül denip geçilir çok zaman ama ülke için olduğu kadar birçok bakımdan sol açısından da bir dönüm noktası olmuştur. 12 Eylül"ü, ülkemiz solunun o günkü örgütsel yapılarıyla yapılabileceklerin sınırlarının da çizildiği bir tarih olarak okumak mümkündür. Dönemin en güçlü ve kitlesel hareketi olarak ortaya çıkan Devrimci Yol hareketi, o dönemdeki mevcut grup yapıları çerçevesinde ulaşılabilecek en yüksek başarı çizgisini yakalayabilmiş olmasına karşın 12 Eylül darbesi karşısında yenilgiye uğramaktan kurtulamamıştı.

Sovyetler Birliği"nin çöküşüyle başlayan dönemde dünya çapında sosyalizmin bir tarihsel döneminin sona erdiği tesbitiyle birlikte bu gerçek bizi çok yönlü bir yenilenme ihtiyacıyla yüz yüze getirdi. Daha fazlasını istiyorsanız ideolojik, politik ve örgütsel anlayışlar bakımından kendinizi yenileyerek aşmak zorundaydınız. (Şu "internet linççilerinin" görmezden geldiği geçmişin basitçe bir tekrarına özenen bir yolu seçmeyişimizin nedeni de buydu.) Tartışma sürecimizden geçerek ulaştığımız ÖDP bir yönüyle bu konuda atılmış bir adım olacaktı... Olmadı. Türkiye solunun eski hastalıklarından dolayı bu olanak doğru değerlendirilemedi.

Bunun, öznel ve nesnel pek çok nedeni vardı kuşkusuz. Yeterli bir toplumsal hareketliliğe dayalı bir pratiğin dönemin özelliklerinden dolayı geliştirilemeyişi en önemli neden olarak sayılabilir. Ancak kuraldır, hiçbir haklı gerekçe başarının yerini tutamaz, tutamıyor. Şimdi gidenlerle ve daha baştan hiç gelmeyenlerle birlikte herkes ÖDP"deki yeni ayrışmaya bakıyormuş.

Bu ayrışmanın nereden çıktığı, kimin çıkardığı, neden çıktığı konuları her zaman olduğu gibi umurlarında değil. Kim çıkarmışsa çıkarmış, neden çıkmışsa çıkmış, herkes bir ucundan tutup içselleştiriyor meseleyi. Daha sonra başlatan kim olursa olsun, vazgeçmek istese bile arkasına yığılanlardan kurtulup dönmesi de mümkün olmuyor. Biri çıkıyor, kimbilir hangi bastırılmış duygularla "iyi yolculuklar" diye, "timsah göz yaşları" dökerek el sallıyor gideceğini umduklarının arkasından. Nice bedeller ödenerek kazanılan bir "zaferin" şerefine düzenlenmiş içki sofralarında, "şeflerden şeftali yapmaya" kadeh kaldırılıyor!

Pragmatizme ve faydacılığa dayalı, kişiseliğin ön planda olduğu bir süreçte yeni zamanlar solculuğunun cinlikleriyle dolu sahneler yaşanıyor.

***

Solun gözleri üstümüzdeymiş. Yolun yarısında bırakıp gidenler, hiç gelmeyenler, hep birlikte bu ayrışmaya bakıyormuş. Bu ayrışmadan hayırlı sonuçlar da bekleniyormuş. Solda bir yeniden yapılanmadan, solun birliğini sağlamaktan, solu harmanlayıp büyütmekten söz ediliyor yeniden.

Hiç kimse sormuyor, solu birleştirip büyüteceksek ki, becerebilirsek yapalım bunu, ama o zaman neden ayrılık çıkarıyorsunuz durduk yerde. Toplumsal dinamiklerin yetersizliği nedeniyle geçmişi aşan pratiklerin yaşanamadığı bir süreçte geçmişin gölgesinden kurtulabilmek için karalama ve inkârdan çare beklenebiliyor. Oysa siz ondan daha ileri şeyleri başardıkça geçmiş bugün yapılanların önünde bir engel değil tam tersine ona tarihten gelen bir temel ve güç katabilir.

Bir Makedon deyişinde "yeni bir kuyu açarken eski kuyuya pislemeyin" denirmiş. Liberalizm, devrimcilik, sosyalizm vs, her şey bir yana, sakın unutmayın, kendi köklerine yabancılaşmış, kendi içinde hoyrat, vefasız, adaletsiz ve sevgisiz bir sol, kuş olup uçsa, bülbül kesilip ötse bile, hiçbir zaman kitlelerin sevgi ve güvenini kazanamayacaktır.