Basra harap olmadan
Amerikancı fetihçilik bölgeyi felakete götürürken, muhalefet hareketleri bu gidişatı engellemeden ülkenin düze çıkamayacağının farkına varmalıdır.

Politika Kolektifi
Bazı il, ilçe Mili Eğitim Müdürlükleri, okullara genelge göndererek yeni yıl kutlama etkinliklerinin iptal edilmesini istedi. Diyanet Cuma hutbesinde yılbaşı kutlamanın haram olduğunu vaaz etti. Aynı günlerde, IŞİD tarafından İstanbul Atatürk Havalimanı’na 2016’da düzenlenen bombalı saldırının failleri bir oldubittiyle cezaevinden çıkarıldı. Suriye üzerinden Alevilere yönelik mezhepçi bir nefreti boca eden yandaş medya, Erdoğan’ın yelkenlerini "Şam’ı fetheden lider" olarak şişiriyor.
Öte yandan, HTŞ eliyle gerçekleşen Amerikan işgalinin, Golan Tepeleri’nden Şam’a uzanan bir İsrail askerî işgali olarak yaşanıyor olmasına kimse sesini çıkarmıyor, tıpkı “sayın Colani” gibi! ABD-İsrail desteğiyle Suriye’de yeniden estirilmeye çalışılan İslamcılık rüzgarı Türkiye’ye taşınmaya, dışarıda fetihçilikle içerde İslamcılaştırmanın derinleştirilmesi birleştirilmeye çalışılıyor. Bütün bunların bir tesadüf olarak görülemeyeceği çok açık. Bu Türkiye’yi yöneten siyasal İslamcı tek adam rejiminin (Suriye’de görüldüğü gibi) cihatçılık, fetihçilik üzerinden kendisini yeniden kurgulama çabasının parçasıdır. İçeride toplumsal desteklerini kaybeden siyasal İslamcı rejim, Suriye’de oluşan yeni durumu kendi ömrünü uzatmanın bir fırsatı olarak değerlendirmeye çalışıyor. Son bir haftada ülke içinde yukarıda sıraladığımız İslamcı hezeyanların oturduğu yer tam da burasıdır. Rejimin ne zaman sıkışsa, ne zaman yeni bir hamle yapma gereği hissetse diğer başlığı her zaman Kürt sorunu oldu. Erdoğan daha önce 2010’larda “açılım” adı altında “barışma” aldatmacasıyla, 2015’te ve sonrasında “savaşarak” Kürt sorununu iktidarını sürdürmenin aracı kılmıştı. Bugün de Erdoğan’ın yeniden adaylığının önünü de açılarak, bir seçimle yeni bir eşik aşılmak isteniyor. Bunun için de Ortadoğu’ya yönelmiş yayılmacı bir dış politikanın rüzgârı ile içerde de siyasetin yeniden kurgulanması planlanıyor.
Böyle bir siyaset, kuşkusuz ki müstakil bir AKP-MHP politikası olarak düşünülmemeli. Bu yayılmacı yönelim, bugün de ağırlıkla ABD’nin yeni Ortadoğu düzeni planı ekseninde, bizzat Amerika tarafından teşvik ediliyor. Bu çağrı, Trump’ın Erdoğan’a (aptal olma uyarısı bu kez tersten yapılarak) rol ve sınırlar hatırlattığı “Suriye’nin anahtarı Türkiye’nin elinde” sözlerinde kendini buldu. Büyük Ortadoğu Projesi’nin de hedeflerinden olan İran, bir kez daha İsrail saldırıları ile başlayan operasyonlarda öncelikli hedef konumuna geliyor. Türkiye, İran’ı kuşatma ve dağıtma planının merkez ülkelerinden birisi olarak, bölgede ABD’nin jandarmalığı göreviyle donatılmak isteniyor. ABD askerlerinin çekilmesine paralel şekilde, Körfez’den İsrail ve Türkiye’ye uzanan bir hat üzerinden yeni bir Ortadoğu düzeni kurulmaya çalışılacak. Suriye üzerinden kotarılmaya çalışılan bir Kürt ittifakı da bu Amerikan planından bağımsız düşünülemeyeceği açık. AKP ve MHP için bu rejimi ayakta tutmak adına bulunmaz bir fırsat olarak görülüyor. Küllenmeye yüz tutmuş yeni-Osmanlıcı fetihçiliğin ateşini körükleyerek, içeride daralmış toplumsal tabana can verilmeye çalışılıyor. Öte yandan, Amerika’nın planının uygulayıcısı olmak üzere Erdoğan-Colani kardeşliğinin taşları hızla döşeniyor.
Bu durum, Türkiye’nin Ortadoğu’nun içine yuvarlandığı ortaçağ karanlığına daha çok saplanması ve rejimin bunun parçası olarak tahkim edilmesi anlamına gelir. Elbette bu tür bir Amerika güdümlü cihatçı dış politika, Türkiye’yi daha fazla Ortadoğu’nun parçası kıldığı oranda bitip tükenmez çatışmaların bir unsuru haline getirme pahasına… Televizyonlara bakınca yeni durumu ve Ankara’nın izlediği politikayı Türkiye için kazanç olarak gören çok sayıda “uzmanın” anlatımlarına tanık oluyoruz. Ama televizyonlarda yapılan bu değerlendirmeler Almanya’nın gazıyla “Turancı” heveslere kapılan Enver Paşa’ya Ziya Gökalp tarafından yazılan övgü şiirlerden farksız gözüküyor. Suriye’de Esat’ın yenilmesinin ardından başlayan bu kaotik geçiş döneminde istikrarın kolayca sağlanabileceği düşünülmemeli. Batı medyasının cilaladığı HTŞ’nin demokrasi laflarının altını kazıdıkça kendini gösteren mezhepçi karanlık zihniyet, Suriye’de dar bir kesim dışında kimseye güvence oluşturmuyor. Alevilerden Durzilere kadar şimdiden yükselen itirazlara, yıllardır seküler hayat yaşayan Sünni kesimlerin de katılacağı açık… Öte yandan Fırat’ın doğusuna çekilmiş Kürtler HTŞ ile (Amerika’nın da arabuluculuğu ile) çatışmasızlık durumunda olsa da, burada da istikrarın sağlanmasının kolay olmadığı ortada. IŞİD’in geri dönüş ihtimallerinin de konuşulduğu böyle bir zeminde, Türkiye’nin şimdi bir yalancı bahar için arkasına aldığı bütün rüzgâr tersine dönüp, yeni bir ateş çemberini yaratabilecek potansiyeller taşımaya devam ediyor. Cumhur İttifakı bu ateş çemberine elinde gaz bidonuyla koşuyor.
Amerika, uzun zamandır Ortadoğu’da çözümsüzlüğü merkeze alarak, çatışmalar üzerine kurulu bir hâkimiyet siyaseti izliyor. Bugün oluşan Ortadoğu düzeni, neredeyse geri dönüşü imkânsız bir şekilde etnik ve mezhepsel temelde parçalanmış yapılar üzerine inşa edilmiştir. Etnik ve mezhepsel fay hatlarının bu kadar kırılgan olduğu bir ülke gerçeğinde, mezhepçilik eksenli bir dış politikanın Türkiye’nin yakın geleceğinde büyük riskler ortaya çıkarma potansiyeli var. Türkiye’nin son yıllarda kimliklere bölünmüş yapısı, Amerika’nın "ılımlı İslamcılık" eksenli Büyük Ortadoğu Projesi’nin bir parçası olarak şekillendi. Türkiye’nin AKP dönemindeki ilk fetihçi atağı tam da bu düzlemde gerçekleşti. BOP Eş Başkanlığı göreviyle donatılmış AKP ve ortağı Cemaat üzerinden kurgulanan bu siyaset, Ortadoğu’da Müslüman Kardeşler’e bütünleşik bir İslamcı iktidar kuşağı kurmayı hedefliyordu. Bu hareket, Tunus’tan Mısır’a ve hatta bir ucu Haziran Direnişlerine uzanan halk hareketlerinin sonucunda akamete uğradı. Bu politika, sonrasında Libya’da NATO uçaklarıyla, Suriye’de ise CIA tarafından yetiştirilmiş cihatçılar eliyle derinleştirilerek sürdürüldü. Türkiye’nin Libya’dan Suriye’ye kadar cihatçılarla ittifak içinde kurduğu bu dış politika, şimdi nasıl çözüleceği belirsizleşmiş bir göçmen kriziyle karşı karşıya kalmasına yol açtı. Bugün de Erdoğan’a bir zafer armağan eden ABD, Türkiye’yi İran’a uzanacak çok daha büyük bir yıkım operasyonunun içine sürüklüyor. Ülkenin yakın geleceği, Amerika ve İsrail güdümlü bir gericiliğe teslim edilerek, bölgedeki cihatçı karanlık akımın içeride daha büyük bir taassup dalgası yaratması anlamına geliyor. Bu gidişata karşı durmak, önümüzdeki dönemin en önemli görevi olmak zorundadır. Türkiye, daha önce de Amerikan siyasetlerine “üç koy, beş al” diyerek, önüne konulan fetih havuçlarıyla sürüklenmişti. Özal’ın politikaları bunun en tipik örneklerinden biriydi. Türkiye’nin Misak-ı Milli sınırlarını aşan, yeni Osmanlıcı açılımlar Amerika’nın Irak’a ilk müdahalesiyle gündeme gelmişti. Benzeri bir durum, AKP’nin ilk döneminde Musul’dan Kerkük’e uzanan yeni sınır hayalleri ve Kürt-Türk ittifakı projeleriyle karşımıza çıkmıştı. Bugün de farklı değil. Amerika, bu kez Erdoğan-Colani kardeşliğini merkeze alarak, Kürtleri bu ittifaka dahil edip, İsrail’in merkezinde olduğu yeni Ortadoğu yıkım planını oluşturuyor. Herkes, kendisine sunulan havucun peşinde, “üç koyup beş alma” planları peşinde sürükleniyor. Muhalefet hareketleri —CHP’den DEM’e kadar— şimdi, Amerikan güdümlü bu fetihçi politikayı eleştirmeksizin, içeride etkili bir muhalefet yürütmenin mümkün olmadığının farkında olmalıdır. Hiç değilse, bu kez Basra harap olmadan… Bütün bir toplumsal muhalefet için de önümüzdeki dönem, ABD ve İsrail eliyle gerçekleşen bu işgal politikasına ve onun içinden yükselen gerici dalgaya karşı durmak, varolan siyasal İslamcı tek adam rejimiyle mücadelenin en önemli halkası olacaktır.