Google Play Store
App Store

Yabancı, tamamıyla toplumsallaştı; en tanıdık ya da bildik kavramlar artık yok; yabancı oldu.

Her şeyi iyice yabancı olan bu toplumda bir futbol maçını bir yabancı hakemin yönetmesi “leke” ve “utanç verici” diye eleştiriliyor.

Bu durum yabancı konusunda yaşanan olağanüstü büyük toplumsal duyarsızlığın vardığı noktayı ve ötesini anlatıyor.

Asıl utanç verici ve leke sayılması gereken yabancı olgusu,  başta hukuk, eğitim, bilim ve siyaset olmak üzere toplumun ana damarlarında yaşanıyor.

Saymakla bitmiyor; nüfusun büyük bölümü yabancı;  giderek ana dilimiz Türkçe yabancı;  kentlerde ilanlar bile yabancı harflerle yazılıyor; ; dahası da var; halkın elinden alınan dereler, ormanlar ve kıyılar da artık yabancı.

AYAK YABANCI

Ülke insanının zamanla nasıl futbol yabancısı olduğunun somut bir örneği var. Geçmişin Trabzon’u uygun deyimiyle bir “futbolcu fidanlığıydı”. Özellikle Faros bölgesinden yetişen futbolcular daha sonraki yılların güçlü Trabzonspor takımını oluşturdular. Trabzonspor dört büyüklerden biri olmasını öz kaynaklarına yabancı durmamasına borçludur.

Günümüzde Türkiye Liglerinin tüm basamaklarında çok sayıda yabancı futbolcu var; bunlara milyonlar ödeniyor. Buna karşılık toplumun futbolcu olabilecek gençleri işsiz kalıyor. Oysa yabancı futbolculara ödenen paranın bir bölümüyle futbolcu yetiştirilebilir; böylece gençlerin topluma yabancı kalması azaltılabilir; bu yapılmadan yabancı hakem uygulamasına takılmak tamamıyla anlamsız kalıyor.

HUKUK YABANCI

Toplum yapısının dokusu temel kavramlar; hukukun evrensel kuralları; yargı önünde eşitlik; doğruluk, dürüstlük ve ahlak yabacı oldu.

Bugün ülkede uygulanan hukuk hiç ama hiç tanıdık değil, yabancı!  Hukukun üç temel direği, sav, savunma ve karardan her biri de öyle!  Özetleyelim,  kimi savcılar, özellikle, basın-yayın ve siyasette  en olmadık davaları açıyor ve hukuku tanıdık olmaktan çıkarıyor;  dünyanın en büyük barolarından biri olan İstanbul Barosuna yapılanlar kanıtlıyor ki, savunma hakkı da yabancı olsun isteniyor. Geçtik Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi-AİHM’i,  Anayasa Mahkemesi kararları da artık tamamıyla bizden uzak;  geçtik onlarca diğer örneğini,  seçilmiş milletvekilini bile hapisten çıkaramıyor. Yandaş olmayan basın-yayın, yine yandaş olmayan sermaye ve sendika; ayrıca,  seçilmiş belediye başkanları yerlerine kayyum atanarak “yabancı” yapılıyor.

Yıllardır bu toplumda, özgürlükleriyle, kurallarıyla ve kurumlarıyla demokrasi yabancı.

Bugünlerde yıkıcı bir ayrımcılık yapılarak okullarda bile “oruç tutmayan” çocuklar yabancı oluyor.

Buna karşılık uyuşturucu baronları, insan kaçakçıları, hırsızlar, kadın katilleri,  kara para aklayıcıları… hiç de yabancı değil! Eklemek gerekiyor ki yargı bu konulardaki kararlarında bile kendi içinde uyum sağlayamıyor, yabancı kalıyor; tıpkı AYM ve Yargıtay’ın biri birine yabancı olması gibi.

BAŞ DA YABANCI OLURSA!

Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Yaban romanı halk-aydın ikilemini irdeler. Cumhuriyet çok önemli bir yönüyle bu ikilemi törpüleme halk ile aydını buluşturma uğraşıdır. Bu çabanın bir sonucu olarak onca aydın Kurucu gibi  “özgürlük ve bağımsızlık” benim karakterimdir diyerek halkı ile bütünleşti; halkına yabancı kalmadı ve pek çoğu bunun bedelini “yaşamlarıyla” ödedi.

Gelinen yere bakın, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyenler, gençliklerini verdikleri mesleklerine yabancı yapıldı.

Eğitim bilimsellikten uzaklaştırıldı; bilim de iyice yabancı oldu!

Toplum samanı bile dışarıdan alıyor; Cumhuriyet’in en temel değeri yerli üretim yabancı oldu.

Yine bu toplum en somut örneklerinden biri “yetmez ama evet” diyenler olmak üzere sayısız ihanet eden aydınına yabancı oldu.

Ancak, geçtiğimiz günlerde yaşanan bir “okumuş”  davranışı bunların hepsini geride bıraktı; gerçekten korkunçtu.  Bir Anayasa Profesörü Serap Yazıcı Özbudun-SYÖ, yabancı kavramını bile başkalaştırdı. SYÖ, yıllarca, anayasa tanımadığını ısrarla vurguladığı bir yönetime gitti teslim oldu.

Bir anayasacı, anayasaya,  daha doğrusu kendi “varlığına” yabancı oldu!

Bu ülkenin siyasetinde parti değiştirmek olağan karşılanacak kadar sıradandır. Ancak SYÖ olayı sıradan bir olay değil. Bir toplumsal yıkımın tabutuna çakılan bir kalın çividir.

SYÖ, üstelik bunu, milyonlar gibi benim de yıllarca emek verdiğim CHP’lilerin sırtından milletvekili seçildikten sonra yaptı. Böylece yalnız kendi bilim insanı kimliğine yabancı olmakla kalmadı; kendisini Meclis’e taşıyanlara da, tam bir duyarsızlıkla, tamamıyla yabancı oldu! SYÖ’nün bu davranışı,  değil yabancı kavramıyla,  var olan hiçbir kavramla açıklanamaz!

Sonuç olarak, yukarıda adı geçen örnekleriyle de kanıtlandığı gibi, ülkemizin yönetiminin en temel özelliklerinden biri “yabancı” yaratmadır.

Bu gidişin tümüyle tersine çevrilmesi gerekiyor.

Perşembe günü, bir taraftan Kürt sorunu yeni bir ivme kazanırken yaşanan  bu yok edici yabancı kılma süreçlerini, tıpkı Cumhuriyet’in kuruluşunda olduğu gibi tersine çevirecek ve süreci  demokrasi, özgürlük  ve barışla taçlandıracak  güçlü bir  ses Ankara’dan, CHP’nin  Cumhurbaşkanlığına adayı Ekrem İmamoğlu’nun sözleriyle yükseldi.  İyi ki de yükseldi!