Önceki dönem CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ı yaşamın sonsuzluğa uğurladık.

Ülke siyasetine yaklaşık yarım yüzyıl boyunca parti genel başkanı ve bakan olarak hizmet veren Baykal’ı anlatmaya kuşkusuz bir köşe yazısı yeterli olamaz. Bu nedenle sınırlı bir özet yapılıyor.

BİTMEYEN KIRILMALAR

Baykal, düşünsel olarak, kendisinin de öğrenci olarak oluşmasına katkı yaptığı, benim ısrarla “özgürlüklerin en güzel on yılı” dediğim 1960’ların ürünüdür.

Bu süreçte CHP’nin ortanın soluna evrilmesi; daha sonra gelen 12 Mart 1971 faşizmine karşı çıkarak CHP’de 1973 halkçı açılımına büyük katkısı ve Kıbrıs Barış Harekâtı sırasındaki Maliye Bakanlığı, Baykal’ı siyasal bir güç yaptı. Sonrasında, 12 Eylül 1980’in kendisine beş yıl siyasal yasak getiren faşizmini yaşadı. 1989 yerel seçimlerinde birinci parti olan SHP’de Genel Sekreter olarak yeniden siyasal etkinlik kazandı.

Ancak 1990’larda yoğunlaşan Kürt sorunu, ağır ekonomik bunalımlar ve yerel yönetimlerdeki yanlış uygulamalar SHP’yi zayıf düşürdü. Baykal, gönlündeki CHP’yi yeniden kurma yolunu seçti. Sonuçta, 1980 öncesinde CHP’de birleşmiş olan sosyal demokrat sol, 1994 seçimlerine SHP, DSP ve CHP olmak üzere üç parti ya da çok parçalanmış olarak girdi. Sonrasında Baykal, kurduğu CHP ile SHP’nin birleşmesine öncülük etti ve Genel Başkan seçildi. 1999 seçimlerinde tarihinde ilk kez Meclis dışında kalan CHP, 2002 seçimlerinde Baykal’ın Genel Başkanlığı’nda Meclis’e tek muhalefet partisi olarak girmeyi başardı.

Soğuk Savaş’ın 1989’da sona ermesinden sonra Türkiye’nin bir “ılımlı İslam” iktidarı ile demokratikleşebileceği doktrinini uygulamaya koyan (bkz. CIA İkinci Başkanı G. Fuller, Yeni Türkiye Cumhuriyeti kitabı) ve bu amaçla AKP’ye destek olan ABD, 2003’te Türkiye’den önemli bir istekte bulundu.

ABD isteği, Irak Savaşı bağlamında “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yabancı ülkelere gönderilmesi ve yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunması için hükümete yetki verilmesini” öngörüyordu. Bu tezkere TBMM’de 1 Mart 2003’te görüşüldü. Tezkereye Meclis’in kapalı oturumunda konuşan Genel Başkan Baykal’ın, açık oturumunda da Genel Sekreter Önder Sav’ın tarihi konuşmaları ile 178 milletvekilinden oluşan, içlerinde bulunduğum CHP Meclis Grubu bir bütün olarak karşı çıktı. Henüz milletvekili olmamasına karşın tezkerenin onaylanması için çırpınan AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın isteğine uymayan kimi AKP milletvekillerinin de ret oyu vermesi sonucu tezkere onaylanmadı.

Bu tarihten sonra “kendisine karşı çıkanları ABD asla affetmez” gerçeği acımasızca uygulamaya konuldu.

Ülkenin askeri ve siviliyle Cumhuriyet’in değerlerini savunan kesimlerini, AKP-FETÖ işbirliğiyle Ergenekon ve Balyoz gibi uydurma davalarla yok etme süreci başladı. CHP Genel Başkanı Baykal’ın bu girişimlere gerçek bir devlet adamı kimliğiyle ve çok kararlı karşı çıkışı, bu gidişi engellemeye yeterli olamadı. Aynı bağlamda yürütmeye çalıştığını düşündüğüm ve kamuoyunda çok eleştiri alan Erdoğan’ı etkileme çabası da olumlu sonuç vermedi. AKP, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını tanımadığını açıkladıktan (2007) sonra ülkeyi hukuktan ve kurumlardan başlayarak dönüştürme sürecine götürmeye girişti. Ülkenin bu savrulması karşısında CHP, yıllarca ABD’nin ezdirdiği antiemperyalist, solcu ve barışçı kesimleri de yanına alarak bu gidişe güçlü ve örgütlü bir bütünlük içinde karşı çıkamadı. 17 Mayıs 2004’te “İktidara Yürüyüş” adı altında 30 milletvekilinin imzasıyla verdiğimiz “Parti bu yönetim anlayışıyla başarılı olamaz, tüzük demokratikleşmeli, program güncellenmeli” önerimiz Baykal’ın çok sert tutumuyla reddedildi; ikisi dışında o milletvekilleri dışlandı.

Burada daha öznel bir noktaya değinmem gerekiyor. Baykal’ın Genel Başkanlığı’nda MYK üyesi ve milletvekili olarak görev yaptım. Birçok olumlu çalışmalar da yapılan o dönemde, Baykal’ın genelde katılımcı olmayan yönetim anlayışı, özellikle de Atatürk Orman Çiftliği’nin kullanıma açılmasına destek vermesi nedeniyle de kendisiyle ayrı düştüğümü belirtmeliyim.

Ülkemizin karanlığa sürüklenmesine karşı olduğundan asla kuşku duyulamayacak olan Baykal’ın çelişkili ve beklenmedik bir tutumla, 2008 sonlarında, kara çarşaflı bir kadına törenle ‘altı ok’ rozeti takması, kendisini de partiyi de kurtarmaya yetmedi. Önce genel başkan olarak onun boynu vuruldu; sonra bununla da yetinilmedi. Partinin tezkereye ret oyu veren milletvekilleri ve bilinçli kadroları dağıtıldı. Sağcılaştırılarak gerçek kimliğinden uzaklaştırılan, başta laiklik olmak üzere Cumhuriyet’in değerlerini savunamaz olan; eğitimin dinselleşmesine göz yuman CHP’de, AKP’nin ülkeyi siyasal İslamcı kılmasına karşı çıkılamaz; yetkileri sürekli artırılan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yaptıkları asla eleştirilemez oldu.
Gelinen noktanın öncesini tarih yazacak; sonrası yaşanıyor ve yaşanacak.