Google Play Store
App Store

Okullar grip, COVID-19 ve ishale neden olan bazı mikropların çocuklar tarafından topluma yayılımını başlatan önemli bir kaynak. Ayrıca yaşam beklenti süresi erişkinden çok daha uzun olması beklenilen çocuklar, hastalıklar nedeniyle sağlıksız yaşam riskiyle baş başa kalabiliyor.

Bazı sınıfsal hastalıklar

Henüz havalar soğumadı ama okullar açıldı. Okullar, grip, COVID-19 ve ishale neden olan bazı mikropların çocuklar tarafından topluma yayılımını başlatan önemli bir kaynaktır. Ayrıca yaşam beklenti süresi erişkinden çok daha uzun olması beklenilen çocuklar, bu hastalıklardan kaynaklanabilecek hasarlar nedeniyle sağlıksız yaşam riskiyle baş başa kalabilmektedir. Örneğin, daha önce çocuklarda hafif geçirildiği öne sürülen COVID-19’u tekrarlayan defalar geçiren çocuklarda “uzamış Covid” öngörülenden çok daha sık.

ABD’de yapılan kapsamlı (400 binden fazla kişi) ve henüz yayımlanan bir çalışmaya göre, tekraren geçirilen Covid infeksiyon bu olasılığı 2 kat artırıyor ve pek çok sistem etkileniyor.

Miyokardit, tat ve koku değişiklikleri, tromboflebit ve tromboembolizm gibi pıhtılaşma sorunları, kalp hastalığı, akut böbrek hasarı, aritmi, göğüs ağrısı, yorgunluk ve halsizlik, baş ağrısı, kas-iskelet ağrısı, karın ağrısı, ruhsal sağlık sorunları, POTS (pozisyonel taşikardi) veya disotonomi (kan basıncı, kalp atış hızı düzensizliği), bilişsel bozukluk, cilt rahatsızlıkları, ateş ve titreme, solunum ve kardiyovasküler bulgulara yol açabiliyor.

(https://doi.org/10.1016/S1473-3099(25)00476-1)Önlemek için aşı ya da tedavi başlamak gerekiyor ama ülkede ikisi de yok.

FARKLI TUTUMLAR

Şimdi artan bu solunum yolu hastalıkları karşısında ise sonuçlara da etkili olabilecek farklı sınıfsal tutumlar izleniliyor. Yoksul kesim, kendilerine son hız bakmak zorunda olan hekimlere başvuruyor, hekimler de, grip ilacı, antibiyotik hepsini bir seferde yazıyor. Böylece her yıl olduğu gibi gereksiz kullanılan o antibiyotiklerin bağışıklıklarına olumsuz etki yapacağı talihsiz bir kış döngüsü başlıyor. Ama hekimler de haklı, çünkü o yaşlarda olası bakteri infeksiyonların antibiyotiksiz bırakılması telafisi mümkün olmayan sonuçlara yol açabiliyor.

Çözümü; okullarda burundan sprey şeklinde uygulanan ve ülkede olmayan “intranazal grip aşısı” nın yapılması, sınıflarda, öğrencilerin arasındaki mesafenin 1 metreden yakın olmayacağı bir düzenleme, el yıkamaya erişim kolaylığı ve teşvik, en önemlisi de biyolojik hastalıklarımız konusunda kavramsal bir eğitimin verilmesi. Birinci basamağın; olası etkenlere karşı hızlı testlerle güçlendirilmesi ve hasta aralarında nefes alacak aralıklar verebilecekleri nitelikli çalışma koşullarının sağlanması. Çocukları, alt yapısı görece daha iyi okullarda daha az kalabalık sınıflarda olan sosyoekonomik düzeyi yüksek kesim ise çocuklarına, zihinlerini uçuracak, bedenlerini sağlama alacak zannıyla pahalı pek çok destek ürün veriyor. Verdikleri o destek ürünleri ne işe yarayacak belli değil. En iyi ihtimal zararsız olmalarını umuyoruz.

DESTEK ÜRÜNLERİ PAZARI

Destek ürünleri pazarı dünyadaki en büyük pazarlardan birisi, yalnızca ABD’de 64 milyar dolarlık bir bütçesi var. “Destek ürünü”; 25 yıl önce ABD Kongresi tarafından yapılmış yasal ama anlamı olmayan bir tanım. Düzenlemesi olmayan ve ilaç olmayan ama ilaç niyetine, ağız yoluyla bazen de damar yoluyla uygulanılan reçetesiz ürünler. Ama çoğu kişinin zannettiği gibi tarladan, kapsüle bir yolculuk değil, çoğu sentetik olarak laboratuvarlarda üretiliyor.

Yani pek çok katkı maddesi içerebiliyor.

DOĞAL DENEMELER

Daha doğal kalmak isteyenler, turşu, kefir, ev yapımı yoğurt ile doğal destekler temin ediyor. Fermente ürünler evrimsel yolculuğumuzun en önemli eşlikçisi, çünkü en iyi gıda saklama yöntemi. Canlı mikroorganizmalar içerdikleri için yararlı kabul ediliyor. Ama standardizasyonları yok, içerikleri ve yararları; usulüne uygun kontrollü fermentasyon ve hijyenik koşullara uygun hazırlanma ve saklanmalarıyla yakın ilişkili. Plastik şişelerde saklanılan, küf ya da başka mantarlarla bulaşmış mayalı gıdalar ise yarardan çok zarara yol açabilir.

MİKROBİYOM

Bağırsaklarımız, trilyonlarca mikroorganizma, onların metabolik çıktıları, bağışıklık sistemi hücrelerinden oluşan bir ekosistem. İlk çekirdek yapısı doğumda anneden aktarımla oluşup, yaş ile çeşitleniyor, diyet, coğrafya gibi faktörlerden etkileniyor. Birey, mikrobiyom etkileşimi ise parmak izi gibi, yapısı oldukça esnek olmakla birlikte pek çok hastalık ile kompozisyonu değişiyor. Şimdiki bilgilerimizle hastalıklarla doğrudan bir neden- sonuç ilişkisini kurabilmek güç çünkü etkileşimimiz çok katmanlı ve oldukça karışık.

En büyük hasarı ise, kötü beslenme ve antibiyotikler veriyor. Ama ilaçların mikrobiyotaya olumsuz etkisi antibiyotiklere sınırlı değil, kullandığımız pek çok ilacın etkisi var. Artık 25. yılına geldiğimiz “mikrobiyom” projesinin ilk sonuçlarından beri binlerce yayın yapılmış. Her sorunun yanıtı yeni sorulara açılıyor. Tıp anormal olanı, normal olan ile açıklayabilen bir disiplin. Ama “normal mikrobiyota” nasıl bir şey, bunun cevabı henüz yok.

Bana göre, mikrobiyom çalışmaları henüz olgunlaşmadan kamuya açıklandığı için insanlarda meraktan çok gerilime yol açarak, tuhaf çıkarsamalarla turşuyla, probiyotikle düzenlenebileceği yanılsamaları yaratıyor. Huzuru bağırsaklarında arayanlar, hareketsizlik ya da beslenme tarzından kaynaklanan gaz sıkışmaları dahil olağan bağırsak hareketlerini huzursuzluk ve hastalıklarının kaynağı zannedebiliyor. Hiçbir talebi ve algıyı, olguya çevirmekten imtina etmeyen piyasa da hemen tanımı türetiyor. En sık, endişeli, hassas kadınlar, nörolojik ya da başka ciddi bir hastalık tanısı almış ama tanıyı kabullenmek güçlüğü olanlar bu tanımlara yapışıyor.

SOSYAL MEDYA

Sosyal medyada etkili, hayranlık uyandıracak kadar güzel ünlü bir etkileşimcinin paylaştığı şöyle bir not ile karşılaştım. “Geçirgen Bağırsak Sendromu olanlar biliyor, sürekli şişkinlikle mücadele ediyoruz” diye yazmış ve çözümünün de içine bazı yağlar ekleyerek evde mayaladığı probiyotikli yoğurt olduğunu belirtmiş. Bu sendrom yalnızca şehirli, çoğu ünlü kadınlara özgü bir şey olabilir mi, zira hepimizin bağırsağı geçirgen aslında. Ve bu melek görünümlü kadının masum görünen bu paylaşımı neden sinir uçlarımda zıplıyor acaba?

Akademik unvanı da olan henüz güçlü Parkinson şüphesi ile tanısal bir süreçteki başka bir kadın da, nörologları terk etmiş, bağırsaklarında çoğalmış olan kandidalarını tedavi edebilir miyim diye benden yardım istiyor.

Hepimizin bağırsağında kandida var, antibiyotik kullanımı, menapoz, başka ilaçlar miktarlarını artırsa da, kanser hastası ya da bağışıklığı çökmüş değilse zaman içinde kendiliğinden olağan düzeye geriliyor ve herhangi bir tedavi, müdahale gerekmiyor. Olası bir romatizmal hastalığın, hipotiroidinin, sirozun, bağışıklık yetmezliğinin, ciddi bağırsak hastalıklarının, diyabetin, pankreatitin eşlikçisi olabilen SIBO (İnce Bağırsaklarda Aşırı Bakteri Çoğalması) ile ilişkili, süreğen ishal ya da kabız, şişkinlik, karın ağrıları gibi bulgular araştırılmayıp, eliminasyon diyetleri, probiyotik destekleri ve kafa karışıklıklarıyla oyalanılıyor. “Geçirgen Bağırsak Sendromu” tanımına yapışanlar yersiz yere diyetlerindeki gluteni kesiyorlar.

https://www.nationalgeographic.com/science/article/gluten-free-diet-health-effects

Bağırsaklarındaki kandidalar arttığı için eklemlerinin ağrıdığına, sindirim sisteminin huzursuzlandığına inandırılıp çeşitli tedavilere, diyetlere sürüklenenler ise, menapoz gibi süreçlerde zamanında yerine koyma tedavisi ya da önemli hastalıklardan birinin tanı ve tedavisi için geç kalıyor. Zannederim mesele bilmek ya da bilmemekten öte, her bilinenin yeni bir bilinmeyenin kapısında duraksadığını, bilimin doğru cevap bulmaktan öte her cevapla doğru sorulara açıldığını kavramak.