Beklentisiz gelecek
Çoğu gazeteci, yazar ya da siyasetçi sürekli analiz yapıp çözüm üretmek yerine yakınmayı tercih ediyor. YouTube'daki monolog videolarda lanet okuyup yakınan ya da felaket tellallığı yaparak reyting peşinde koşanları dinlemek yılgınlık verici. Neden fikir üretilemiyor? Neden her şey olduğundan daha da kötü gösterilmeye çalışılıyor? Böyle yaptıkça geniş yığınların kayıtsızlığa kapıldığı görülmüyor mu?
ZİHNİN ACISI
Freud, sonsuza kadar bilinçsiz kalabilseydik, tamamen tatmin olabileceğimizi, zihnin rüyalar ve halüsinasyonlar aracılığıyla bunu başarabileceğini iddia etmişti. Post-truth diye anılan bu çağda gerçekliğin yerini fantezilerin alması, bu açıdan şaşırtıcı değil. Ama yine Freud'dan biliyoruz ki, yaşamın acı deneyimi bilinci yaratarak tatmini gerçeklikte arayıp bulmasına neden olur, çünkü gerçek tatmin için gerçekliğe ihtiyaç vardır. Bu nedenle bilinçli olmak, zamansız bir mutluluktan mutsuzlukla tanımlanan zamana bağlı bir duruma geçmek anlamına gelir. Winnicott da çocukta zihni yaratanın acı olduğunu yazmıştı. Sürekli tatmin olsaydık, düşünmeye ihtiyaç duymazdık. Bu kadar acı, yangınlar, depremler, adaletsizlikler, yoksulluklar, illa ki düşünmeye itecek insanları. Ama önce insanlar arasında bağların kurulmasına ihtiyaç var. Örneğin Sırbistan'daki tren faciasını protesto etmek için yapılan 15 dakikalık sessizlik eylemleri, başbakanı istifaya zorlamıştı. Bir grup insan belirlenen bir yerde 15 dakika sessizce durup dağılıyordu. O sessizlik anında insanların bir araya gelmesi, sessizliği güçlü bir bağa dönüştürmüştü.
BEKLENTİLER
Bütün olay belki de beklentilerin varlığında gizlidir. Bütün o yakınmaların arkasında, hep bir adalet beklentisi var, ama gerçekte ise her şey göstermelik. Yani herkes var olan iktidardan beklentilerini bütünüyle kesse, yakınmayı bırakıp düşünmeye başlanacak belki de... Örneğin ana muhalefet partisi başkanı, normalleşeceğiz diyerek bir beklenti içine soktu kendisini ve beklediğinin tam tersi bir süreçle karşı karşıya kaldı. Benzer bir beklentiyi Kılıçdaroğlu da yapmış, söz verdiğini söyleyen klipler yayımlayarak kesin iktidara geleceğini tekrarlamıştı sürekli olarak. Sonra verdiği sözü tutamayınca, ona inananlarda kayıtsızlığa varan bir umutsuzluğa neden olmuştu. Joshua Foa Dienstag, 2009'da yayımlanan 'Pessimism, Philosophy, Ethic, Spirit' adlı kitabında, karamsarlığın özgürleştirdiğini yazmıştı: "Karamsarlık, her anın her andan kurtulmasını mümkün kılar, değerlerini birbirinden bağımsız kılar; başka bir deyişle, süresiz olarak ertelenen bir gelecekte değil, özgürlüğü şimdi mümkün kılar. Beklentiler, sonsuz bir özgürlük ertelemesidir."
NEŞE
Franco Bifo Berardi’nin 'Kahramanlık Patolojisi' adlı kitabında şöyle yazmıştı: “Unutmayın ki, umutsuzluk ve neşe uyuşmaz şeyler değildir. Umutsuzluk, kavrayışın bir sonucudur. Neşe, duygusal zihin durumudur. Umutsuzluk, mevcut durumun hakikatini kabul etmektir, ama şüpheci zihin, tek gerçeğin ortak imgelem ve ortak tasarı olduğunu bilir. Bu yüzden umutsuzluktan korkmayın. Umutsuzluk, neşe olanağını sınırlamaz. Üstelik neşe, entelektüel çaresizliğin yanlış olduğunu kanıtlar.”
Berardi gibi Mara van der Lugt da 'Dark Matters, Pessimism and the Problem of Suffering' adlı kitabında "umutlu karamsarlık"tan bahseder. Ona göre iyimserliğin de karamsarlığın da hedefi ortak olsa da, iyimserliğin iradenin aşırı yüklenmesine ve hasarın küçümsenmesine neden olduğunu yazar. Berardi'nin önerisi ironik otonomi, yani bütün bu beklentilerden ve sahte umutlardan ne kadar uzak kalırsak o kadar iyi. En önemlisi, gerçekten düşünmeye başlayabilir ve insanlar arasındaki bağların kurulmasına yardım edecek çareler bulabilirsek...