Ümit Alan, dün de referans verdiğim yazısında, 14 Mayıs’ta sonuçların beklenenin aksine çıkmasıyla Twitter’da bir anda “ben demiştim abi” temalı analizlerin türediğini yazmıştı. “Ben demiştim abicilik” dinleyen için epey itici, söyleyen için de direnilemeyecek kadar çekici bir şey. Üstelik sadece olumsuz sonuçlarda değil, olumlu sonuçlarda da gideri vardır.  

İticiliğini bile bile şimdi ben de “ben demiştim abi” diyeceğim. Demiştim, hem de ilk tur seçimden hemen sonraki ilk köşede. Henüz S. Oğan’a gidip gelmeler, onun gidip de kalmaları, pazarlıklar falan yokken!

Demiştim ki; siyaset salt matematik değil. Oğan’ın yüzde 5.2’si ile İnce’ye giden oyları blok olarak bir yere taşıyamazsınız. “Oğan’ın yüzde 5.2 üzerinde böyle bir kontrolü yok. O kitle, işaret edilene değil kendilerini yakın hissettiklerine yönelecek.” Böyle demiş ve Oğan’ın pazarlıkta kendine en fazlayı verene ya da ilkelerine yakın olana değil, kazanacağına inandığına yanaşacağını, burada da Erdoğan’ın daha şanslı olduğunu yazmıştım.

Oğan ilk günden Kılıçdaroğlu’na destek açıklasa, moral bozukluğu yaşayan muhalif seçmende olumlu bir psikolojik etki yapardı. O da elindeki kozun yüzde 5.2 üzerindeki kontrolü değil, desteğinin olası psikolojik etkisi olduğunu biliyordu. Desteği Erdoğan’a hayırlı olsun!   

Ancak, muhalefet ilk günlerdeki moral bozukluğundan sıyrılmaya başladıkça ve ATA İttifakı Oğan’ın peşinden gitmeyip, kısmen de açıkça Kılıçdaroğlu’na destek verince Oğan’ın olası psikolojik etkisi de kalmadı. Muhalefet açısından anlaşmamak, anlaşmaktan daha hayırlı oldu. Çünkü psikolojik anlamı kalmadı ve ona oy verenler de 28 Mayıs’ta onun işaret ettiğine değil akıllarının yattığına gidecek.

Neyse, bu kadar “ben demiştim abi” yeter. Şimdi, kalan kısacık sürede “ben demiştim” dedirtecek olumsuz bir sonucu engellemek için çalışma zamanı.

Sandıklara bilinçli, örgütlü ve titiz bir çabayla sahip çıkılan her yerde önemli ölçüde fark yaratıldı! Oy ve Ötesi o yüzden hedefte. SOL Parti’nin “Burası BİZDE” diyerek gücü oranında koruyabileceği okulları ve sandıkları tek tek açıklayarak belli yerlerin sorumluluğunu üstlenmesi bu nedenle tüm muhalifler için örnek bir adım.

İlk turdan aldığımız derslerin başında Doğu-Batı, köy-kent demeden bir tek sandığın bile sahipsiz bırakılmadığı bir örgütlülüğü sağlama zorunluluğu.

Kendi kanallarımızda konuşmanın iktidar seçmenine ulaşmak açısından bir anlamı olmadığı görüldü. Yalnızca 28 Mayıs için değil, “gelecek” için de onlara ulaşacak, onlarla görüşebilecek kanallar yaratmalıyız.

Kılıçdaroğlu’nun Babala TV’ye çıkması da bu anlamda yararlı bir adım oldu, ancak oradaki gençlerin ana-babalarına ulaşacak yollar da bulmalı, her evin kapısını çalmalıyız.

Şu kalan birkaç günde, millet ittifakını oluşturan liderlerin farklı sesler çıkarmaması, hep birlikte vatandaşın/medyanın karşısına çıkarak, hatta olası bakanlarını da halkın önüne koyarak güven yaratması gerek!

Ve 28 Mayıs’tan sonra asla “ben söylemiştim” demek istemediğim bir konu: İktidarın yalanlarını teşhir eder ve Oğan’ın yüzde 5.2’si ile milliyetçi dalgaya seslenirken ilk turda Kılıçdaroğlu’na olağanüstü destek vermiş Kürt seçmeni örseleyen bir dil kullanmamak gerek! Orada, Dimyat’a pirince giderken evdeki bulguru kaybetme riski var. Hatta 28 Mayıs’ı kazanacağız derken, onu da geleceği de kaybetme riski!

Özdağ ile görüşen Kılıçdaroğlu, bugün bu hassas dengeden, tüm yurttaşlarının eşit ve özgür bireyler olarak, demokratik bir ülkede güvenlik ve barış içinde bir arada yaşamalarını çıkarabilirse 28 Mayıs’ı da geleceği de kazanma şansımız artar!