Elimdeki, yüzümdeki, ruhumdaki renklerden korkuyorsun. Ben ise rengarenk hayatı, şimdiyi ve geleceği temsil ediyorum. Ben yaşarken sen çıldır.

Neyi izleyip neyi izleyemeyeceğimi söylüyorsun, seni dinlemiyorum. Ben izlerken, ben dinlerken sen çıldır. Cahil cahil konuşup kendini herkese rezil ediyorsun, ben yalanlarını suratına vuruyorum. Gerçekler havada suratına doğru yola çıktı. 3-2-1 haydi çıldır.

Ne yaparsan yap: “dislike”… Gençler gençliklerini yaşarken sen çıldır.

Sanata karşısın. Belki anlamıyorsun, belki anlamadığını bildiğin için sinirlisin. Her şeye rağmen bu ülkede sanat varken, müzik varken, dans varken sen çıldır.

Kültüre de karşısın, kendi sözünden, kendi doğrundan başka hiçbir şey olmasın istiyorsun. Maalesef kimse seni takmıyor, binlerce yıllık Anadolu’nun tüm kültürleri ayakta dururken senin yaratmaya çalıştığın vasıfsız folyo, en ufak rüzgarda her tarafı tel tel kalıyor, vasıfsızlığı ve köksüzlüğü içinde paramparça oluyor. Kültürümüz varken sen çıldır.

***

Olmayan düşmanlardan bahsediyorsun sabahtan akşama. Ben ise barış istiyorum sana rağmen yurdumda ve dünyada. Barış türküleri varken sen çıldır.

Doğayla, bitkiyle, nehirle, toprakla tek ilişkin ya para üzerine ya da toprağın altındaki altın üzerine. Sana rağmen bu kuşlar ötüyorken, bu nehirlere, ağaçlara, toprağına tutunan insanlar varken sen çıldır.

Yüzyıllar gerisinde kalmış sabit fikirlerinden başka bir şeyin yokken, bilime, gelişmeye teknolojiye ve ilerlemeye aşık gençler varken yine ne yapıyoruz? Tabii ki çıldırıyoruz.

***

Çevren desek, o da üzücü. Herkes senden korkuyor, herkes senden bir şeyler koparmaya, kazanç sağlamaya çalışıyor. Herkesin senin üzerinde oynayacağı oyunların korkusu içinde yaşıyorsun. Korkuyla ayakta tutmaya çalıştığın çakma bir sadakatin var bir tek. Yüzlerce metre uzaktan bize el sallarken, biz yan yanayız, bir aradayız. Çıldırmak için iyi bir fırsat daha, buyrun çıldıralım.

Herhangi bir doğrun yok. Bugün dediğini yarın yalanlarken daha tam o sırada yine dönebiliyorsun. Gerçeklikle bağlantın çok önceden kopmuş gitmiş. Söylediklerini o kadar çok tekrar etmişsin ki artık sen de onların suni gerçekliği içinde, pırıl pırıl olduğunu düşünüyorsun. Oysa ki gerçeğin çölünde bir kum tanesi bile değilsin. En ufak rüzgarda uçup gidecek, ardından kimse seni iyi anmayacak gibisin.

***

Belki de tek doğrun, mutlak güç. Şimdi yanlış da olmasın. Güçlü olmak için her şeyi yapıyorsun sonuçta. Tek bir amacın var, en güçlü olmak. Ne adalete, ne insanlığa, ne doğaya, ne sevgiye, ne saygıya inanıyorsun belki de. Sadece güç var, daha güçlü olmak var. Kendini kaybetmiş bir vücut geliştiricisi gibi her yerini şişirmeye çalışıyorsun. Ama sabah uyandığından pantolonun o kalınlaşmış bacaklarına sığmıyor, gömleğin kaslı vücuduna girmiyor. Eskisi gibi esnek değilsin, kaskatı kalmış ellerin kolların, kalınlıklarından ensene bile uzanamıyor kaşındığı zaman. Başkası kaşıyor artık sırtını, o da korkudan.

Baksana bir bana. Ben ufacığım, hiçbir şeyim belki de, ama hayatın kendisiyim. Her yerdeyim. Beni seviyorlar, benden beklentileri var insanların.

Bahar geldiğinde yeniden açıyorum her seferinde çiçeklerimi. Ufak bir ağaç bile olsam dallarımda serçelere, kargalara, sincaplara, böceklere yer var.

Yemişlerimden beslenen hayvanlar, yapraklarımın gölgesinde keyif yapanlar, üzerimdeki kuşların sesiyle huzur bulanlar var. Her sene göçmen kuşlar tekrar geliyor yanıma, arkadaşım ben doğayla. Sen ise dümdüz, tek renkli, sıkıcı, yaşamayan, başı sonu belli, tepemde duran bir sopa gibisin.

Tek başına çıldır, kudur, ağla. Güle güle sana.