Benim Meskenim Dağlardır

SONER SERT

Edebiyatımızda öykücülüğü, daha çok da romancılığı ile tanınıp bilinen Sabahattin Ali, yazı yaşamına şiirle başlamıştır. Sabahattin Ali’nin haksızlığa katlanamayan coşkulu karakteri, kendisini en yoğun biçimde şiirlerinde ortaya koymuş, ölümünden yıllar sonra bestelenen birçok şiiri farklı kuşaklardan insanları sevdalı insancıllığı çevresinde birleştirmiştir.

Onun yolu dağlara çıkan, deli rüzgârlara yarenlik eden coşkulu şiirlerinde de, aşk acısıyla, elemle, kederle yazılmış hüzünlü dizelerinde de halk şiirinin sıcaklığı, dupduru bir merhabayla insanı kendisine çeken içtenliği vardır. Nâzım Hikmet’e göre “Sabahattin Türk folklorunu, halk edebiyatını çok bilen, iyi bir şairdir”. Ceyhun Atuf Kansu’ya göre ise “Türkçenin ocağından sözcüklerin korlu demirini çıkaran bir geleneksel halk demircisi gibidir” Sabahattin Ali, “Türkçenin içindeki geleneksel çoban ateşi”ni harlayanlardandır.

Bugünlerde, Sabahattin Ali’nin şiirleri tek bir kaynakta toplandı. Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan Benim Meskenim Dağlardır, usta öykücünün tüm şiirlerini bir araya getirirken, şairin duygu ve düşüncelerinin kronolojik bir izleğini sunuyor aynı zamanda. Kitabın editörü Levent Turhan Gümüş ile bir araya geldik ve Ali’nin şiir yolculuğunu, şairliğinin temsil ettiklerini ve bugünün şiir okurunu konuştuk.

Sabahattin Ali’nin “yazı” mefhumuna şiirle başladığı pek çok kişi tarafından bilinmez. Nasıl gelişiyor bu yolculuk? Ali’nin bu sürecinden bahseder misiniz?

Doğrudur; edebiyatımızda öykücülüğü, daha çok da romancılığı ile tanınıp bilinen Sabahattin Ali, yazı yaşamına şiirle başlamıştır. Sabahattin Ali’nin haksızlığa katlanamayan karakteri, kendisini en yoğun biçimde şiirlerinde ortaya koymuş, ölümünden yıllar sonra bestelenen birçok şiiri farklı kuşaklardan insanları sevdalı insancıllığı çevresinde birleştirmiştir.

Onun yolu dağlara çıkan, deli rüzgârlara yarenlik eden coşkulu şiirlerinde de, aşk acısıyla, elemle, kederle yazılmış hüzünlü dizelerinde de halk şiirinin sıcaklığı, dupduru bir merhabayla insanı kendisine çeken içtenliği vardır. Nazım Hikmet’e göre “Sabahattin Türk foklorunu, halk edebiyatını çok bilen, iyi bir şairdir”. Ceyhun Atuf Kansu’ya göre ise “Türkçenin ocağından sözcüklerin korlu demirini çıkaran bir geleneksel halk demircisi gibidir” Sabahattin Ali, “Türkçenin içindeki geleneksel çoban ateşi”ni harlayanlardandır.

Gerçekten de Sabahattin Ali’nin yazı yaşamı bir halk demircisinin özveri ve üretkenliğiyle geçer. 1925’ten itibaren Güneş, Çağlayan gibi yerel dergilerde, 1928’den itibaren de Servet-i Fünun, Atsız Mecmua, Varlık gibi dönemin önde gelen dergilerinde şiirleri, 1930’den itibaren de dönemin kayda değer dergilerinde hikayeleri yayımlanır. Ancak ilk kitap bahsinde öne çıkan şiir olur: 1934 yılında yayımlanan Dağlar ve Rüzgâr, Sabahattin Ali’nin ilk kitabı olarak edebiyat tarihimiz içindeki yerini alır.

Dergilerde yayımlanmış ve yayımlanmamış, ağırlıkla hece vezniyle yazılmış şiirlerinden oluşan ve İstanbul Kitaphanesi tarafından yayımlanan bu ilk kitap sonrasında Sabahattin Ali art arda hikâye ve roman yayımlar ancak ikinci bir şiir kitabı yayımlamaz.

Sabahattin Ali’nin yayımlamaya değer gördüğü tek şiir kitabı Dağlar ve Rüzgâr’da yer alan şiirlerinin de olduğu Benim Meskenim Dağlardır kitabında nasıl bir yol izlediniz? Seçkiyi neye göre ayarladınız? Sonraki yıllarda kaleme aldığı şiirlere de yer verdiniz mi?

Sabahattin Ali’nin tüm şiirlerini kitap bütünlüğü içinde toparlarken yol göstericimiz yine Sabahattin Ali oldu. Bir kez yayımlanmış olanı nasıl ki kendisi geri çekmediyse, biz de bir kez Sabahattin Ali tarafından yazılmış olan diğer şiirleri yok saymadık; erken dönemlerine ait olsa da, sağlığında yayımlamamış olsa da Sabahattin Ali imzasını taşıyan tüm yayımlanmış şiirleri elinizdeki “Bütün Şiirleri” çalışmamıza dâhil ettik.

Sabahattin Ali’nin bütün şiirlerini Benim Meskenim Dağlardır adı altında yeniden düzenlerken ilk basılı kitabı olan Dağlar ve Rüzgar’dan, Asım Bezirci’nin derlediklerinden, Pertev Naili Boratav’ın arşivinde yer alan belgelerden, ilgili dergilerden ve kitaplardan yararlandık.

Bu çalışma sırasında görüldü ki Dağlar ve Rüzgâr şairin kitap bütünlüğü içeren ilk kitabı değildir, yayımlanmış ilk kitabıdır. Kitap bütünlüğünde düzenlenip de yayımlanmayan bir başka çalışma, bir defter vardır. Sabahattin Ali’nin Almanya’da Potsdam’dayken, 1926-1929 yılları arasında yazmış olduğu şiirleri kaydederek o dönem duygusal bir yakınlık hissettiği Nahit Hanım’a gönderdiği bu deftere; şairin “Kurbağanın Serenadı”, “Köprünün Çocukları”, “Buruşuklar” ve “Oyuncak” biçiminde yapmış olduğu bölümlemeye sadık kalarak “Potsdam Defteri’ndeki Şiirler” üst başlığıyla kitabımızda yer verdik.

Dergilerde yayımlanmış olup da Sabahattin Ali’nin Dağlar ve Rüzgâr kitabına almamış olduğu şiirleri de “Dergilerde Kalanlar” üst başlığıyla kitaba aldık.

Ali’nin şiirlerinde, daha çok coşkulu bir lirizm öne çıksa da, kitapta yer verdiğiniz Terkib-i Bend Risalesi’nde mizahi bir üslup göze çarpıyor. İlginç de bir hikâyesi var bu şiirin. Bahseder misiniz biraz?

Evet, ilginç bir hikâyesi var “Terkib-i Bend Risalesi”nin. Türkiye’de başlayıp Almanya’da bir gövdeye kavuşan ve 1933’de Sinop Cezaevi’nde son şekli verilen bir hikâye bu.

Hikâyenin gelişim seyri şöyle:

Terkib-i Bend’i 1928 yazında yazmaya başlayan Sabahattin Ali, risaleyi Almanya’da, Postdam’da tamamlar ve bir nüshasını “Pertev ve Şürekâsı”na ithafıyla Pertev Naili Boratav’a gönderir.

Boratav’daki nüsha ilk nüsha olmakla birlikte başka nüshalar da vardır. Bu nüshalardan biri Haşim Nezihi Okay’dadır. Nüsha, Sabahattin Ali tarafından Sinop Cezaevi’nde yatarken (1933) o sıralarda Sinop’ta edebiyat öğretmeni olarak görev yapan Okay’a verilmiştir. Sabahattin Ali okurları risaleyle bu nüsha vasıtasıyla tanışır. Nezihi Okay’ın, Asım Bezirci’ye verdiği nüsha, Bezirci tarafından Mart 1973 tarihinde Yeni A dergisinde yayımlanır.

Ancak nüsha Latin alfabesine çevrilip basılırken bazı yanlışlar yapılmıştır ve Boratav nüshasıyla kıyaslandığında “Mütali’ine” başlıklı önsözle birlikte bazı dipnotlar eksiktir. Boratav eksikleri tamamlayıp yanlışları düzelterek metni yeniden yayımlar.

Bezirci daha sonra bir başka nüshayı, Sabahattin Ali’nin Almanya’da birlikte öğrenim gördüğü arkadaşlarından Melahat Togar’a verdiği nüshayı bulur; Okay ve Togar nüshası arasında bazı farklılıklar olduğunu görür ve Togar nüshasında yer alan “Mukaddeme” ve “Terkib-i Bende Zeyl”i ekleyerek risaleyi yeniden düzenler.

Benim Meskenim Dağlardır kitabında yer alan Terkib-i Bend’le ilgili düzenlenmede Boratav nüshası esas alınmış, Okay ve Togar nüshasında bulunup da Boratav nüshasında bulunmayan ek bölümler ayrıca değerlendirilmiştir.

Kitapta Ali’nin eski Türkçeyle yazılmış şiirlerini, günümüz Türkçesi’ne çevirerek –aslıyla beraber- yayımlıyorsunuz. Bu süreç nasıl bir yol izlediniz?

Terkib-i Bend ve Mesnevi daha önce gerek Asım Bezirci gerek Atilla Özkırımlı derlemelerinde yer almıştı. Günümüz okuyucusunun ına da vakıf olması gerektiğini düşündük. Ayrıntı Şiir dizisinin Doğu edebiyatından yapılan çevirilerinde izlediğimiz yolu burada da izledik. Divan şiiri “tarzında” yazılmış bu şiirleri , karşılıklı sayfalarda eski Türkçe ve yeni Türkçe olarak (Prof. Mehmet Kanar’ın dil-içi çevirisiyle) kitabımıza dahil ettik.

Çalışmayı yaparken Asım Bezirci’nin üzerinde özellikle duruyorsunuz. Sabahattin Ali’nin şiirlerinin bir araya getirilmesinde Bezirci’nin etkisi nedir?

Asım Bezirci, eşine az rastlanır bir edebiyat emekçisidir. Sabahattin Ali’nin unutturulduğu uzun yıllar sonrasında, onun şiiri, hikayeciliği ve romanlarıyla ilgili ilk derli toplu kitap çalışmalarından biri Asım Bezirci tarafından yapılmıştır. Sabahattin Ali’nin bütün şiirlerine ulaşılmasında Bezirci’nin büyük emeği vardır. 1920’li yıllarda yazdığı gençlik şiirlerini, 1930’lı yılların başında yazıp da yayımlamadığı, yazıp da ilk kitabına almadığı şiirleri bulan, arkadaş mektuplarında saklı kalan şiirleri açığa çıkaran odur. Sivas’ta, Madımak’ta katledilmesiyle birlikte edebiyatımız çalışkan bir eleştirmenini kaybetmiştir.

Sabahattin Ali şiirlerinin pek çok müzisyen tarafından bestelenmesinin sebebi ne sizce? Başka bir retoriğe, keskin bir ritme sahip olmaları mı? Ne düşünüyorsunuz?

Bizim kuşak, ‘78 kuşağı, Sabahattin Ali’yi daha çok şiirleriyle tanır. Sabahattin Ali’nin şiirlerinin yeniden yayımlanışı, toplumsal uyanışın, devrimci dalganın yükseliş dönemine denk düşer. Tıpkı Sabahattin Ali gibi memleket için sorumluluk almaktan çekinmeyen binlerce devrimci yine onun gibi erken yaşlarda mapushaneyle, baskı ve şiddetle tanışmıştır. Gerek şiirlerinin sahiplenişinde gerek bestelenmesinde doğal bir buluşmanın yaşandığından söz edebiliriz. Bu saptama devrimci bir kalkışma üzerinden gerçekleşen bir özdeşleşme için geçerli olduğu gibi, aşk acısıyla yalnızlaşmış, hayatın yüklediği efkarı dağıtmak için uygun sözcükler arayan bireyler için de geçerlidir. Bestelenen şiirlerinin tamamı hece vezniyle yazılmış Dağlar ve Rüzgar kitabındandır. Sadece “Leylim Ley”, sözünü ettiğimiz kitaptan ayrı olarak yazarın Ses öyküsünün içinde geçer. Kaldı ki o da hece vezniyle yazılmıştır. Söyleyişteki lirizm, hece vezninin taşıdığı müzikalite ve dizelerin, tek tek sözcüklerin insanı doğrudan kalbinden yakalayan etkisi çokça bestelenmesinde rol oynamış olmalıdır.

Sizce Sabahattin Ali şiirlerinin ilk kez yayımlanmasının üzerinden 80 küsur yıl geçtikten sonra, bugünün şiir okuruna ne söyleyecek?

Sabahattin Ali, sanatın bütün teferruatıyla hayatı, insanı, insanın değişik hallerini ihtiva etmesi gerektiğine inanan bir yazardı. Gerek öykü ve romanlarında gerek şiirlerinde bunu görmek mümkündür. Kitabın ilk şiiri 1931 tarihli, “Dağlar”dır; son şiiri ise 1946 tarihli “Rüzgar”. 80 küsur yıl sonra günümüz okuyucusu; dar gelen ovalardan sıkıldığında, şehirleri kendisine bir tuzak görüp dağları kendine yakın bulduğunda, beyninin kanı yanarken kendini karla yüklü bir dal gibi hissettiğinde ve viranda baykuş misali öten bir deli rüzgarın peşi sıra gitmek istediğinde Sabahattin Ali’yi hatırlayacaktır. Şaha kalkmış dertlerinin arasından başını kaldırıp “aldırma gönül” diyecektir, görecek günler var daha, aldırma...