Benjamin'in derdi!
Gazeteye sürekli yazı yazmak zor. Haftada bir, belki. Ama iki yazı hakikaten zor. Her hafta olmasa da, diyelim 15 günde bir futbol üzerine de yazıyorsanız, etti üç. Yıpratıcı.
"Daha fazla yazanlar var" diyeceksiniz, haklı olarak.
Birincisi, onların işi bu. Yani, hayatlarını (neredeyse) sadece gazeteye günlük yazı yazarak sürdüren insanlardan söz ediyorum. Vakti çok olan...
İkincisi, çoğunun yazdıklarının hiç bir özelliği yok.
Tayyip Erdoğan şöyle dedi, Baykal böyle dedi. Olmadı, laiklik meselesi, PKK terörü, Avrupa Birliği falan filan... Çoğu genel geçer şeyler...
Kabul, zaman zaman ben de bu tür yazılar yazdım.
İki nedenle...
Birincisi, o konjonktürde yazacağım şeyin mutlaka yazılması gerektiğini düşündüğüm için... İkincisi, yazacak bir şey bulamadığımda gündelik siyaset üzerinden laf gezdirip 'sıramı savmak' için...
•••
Başa dönelim, "sürekli yazmak zor" demiştik. Aslında yazmak eyleminin kendisi o kadar meşakkatli bir iş değil. Herhangi bir konu üzerine -mümkünse iyi tasarlanmış- ilk cümleyi yazdıktan sonra, klavye neredeyse kendi kendine çalışıyor. Öyle ki, "Allahım, 3500-4000 vuruşu nasıl tamamlayacağım" derken, bakıyorsunuz 5000 vuruşu geçmişsiniz. Sonra kısaltmaya başlıyorsunuz. Bilgisayarın başına oturunca herkes biraz Hemingway olduğundan 'o değerli cümlelerinizi' atmakta ziyadesiyle zorlanıyorsunuz.
Asıl problem, gazete yazısı yazmanın hayatınızın -yakanızı kurtaramadığınız- bir boyutu haline gelmesi. Ne oluyor o zaman? Okuduğunuz her haber; bir başkasının herhangi bir mesele üzerine yorumu; arkadaşlarınızla otururken birinin ağzından çıkan öylesine bir laf... Her şey size yazı konusu gibi gelmeye başlıyor. Üstelik o 'şeye' yabancılaşarak ve nesneleştirerek. Üstelik, bütün bir hayata "ben buradan ne tür bir yazı çıkarabilirim" diye bakmaya başlıyorsunuz. Tam bir saçmalık ve kabul edilemez bir istismar.
Daha kötüsünü söyleyeyim... O güne değin bir şekilde sahip olduğunuz birikimi (entelektüel ya da hayata dair), yazdığınız konuda nasıl bir 'nakış' unsuru olarak kullanabilirim derdine düşmeniz. Bu da insanın kendinden çok hoşnut olacağı bir davranış tarzı değil. Sözgelimi, ölümsüz Walter Benjamin'in en mühim dertlerinden biri, tek bir sayfaya el yazısıyla yüz satır sığdırmakmış. Siz bu enteresan bilgiye vakıfsınız ya, bir köşeye not edip "ben bunu punduna getirip nasıl kullanabilirim" diye düşünmeye başlıyorsunuz. (Nitekim bu yazıda kullanmış oldum!) Bunu yazdığınızda da biri çıkıp şunu söylüyor size: "Demek Benjamin'in derdi buymuş ha! Çok tuhaf!"
Tabii böyle bir durumda, ne sizin yazdığınız meselenin, ne Benjamin'in hükmü kalıyor.
•••
Peki bütün bunları niye anlatıyorum? Söyleyeyim...
iki senedir Birgün'e yazıyorum. Önceleri tek yazıyla başladım. Sonra iki oldu, ardından üç... Doğrusu biraz yoruldum. Hatta itiraf etmeliyim ki, bir miktar form düşüklüğü de oldu. Bir iki istisna dışında son yazdıklarımı kendim de beğenmemeye başladım.
Öyleyse, bu şartlar altında ısrar etmenin alemi yok. Kaç kişinin umrunda olur bilmiyorum ama, belli ki bir süre dinlenmem gerekiyor.
Mesele sadece depoyu yeniden 'fullemek' değil. Galiba biraz düşünmem de lazım, "bu iş bana göre mi" diye... Her şey bir yana, sadece 'yazı' denilen şeye duyulan bir saygının gereği olarak kabul edin bu kararı.
Evet, giderayak ne diyebilirim? Mesela... Celine okuyun, kesinlikle benden iyi yazıyor!
Belki yeniden görüşürüz. Hoşçakalın.