Google Play Store
App Store

İçim o kadar karanlık ki hem kendime hem bu köşenin okurlarına bir pencere açmak ihtiyacındayım. O nedenle; üst üste gelen ölümleri, kayıpları bizlerin binde biri kadar dert edinmeyenlerin yolumuza çıkarttığı, aklımızın almadığı (alamayacağı!) kötücül kör dövüşünü anlamlandırmaya çalışmayacağım. Zaten geldiğimiz son noktada uğraşsam da başaramayacağım denli tuhaf bir saldırı oyuncu menajerinden siyasi parti genel başkanına, gazeteciden, yoldan geçerken yan bakana erişiyor. Umursamazlık ya da teslimiyetten bahsetmediğimi biliyorsunuz. Bazen mücadele için bir an durmak ve bizi yormak isteyenlerin asla sahip olmadıkları (olamayacakları!) bilgi ve kavrayış denizinde kulaç atmak gerekli.

Füsun Akatlı “Kültürsüzlüğümüzün Kışı” kitabındaki bir yazısında “yazı bahçesinin bahçıvanları ve destursuz bağın sultanları”nı anlatırken korkulması gereken bir çok şeyden cehaletten korktuğu kadar korkmadığından bahsediyordu. Bilmemkaçıncı kez sebepsiz yere gözaltına alınırken bile ödün vermeyen ve arkadaşım olduğu için gurur duyduğum Barış Pehlivan cehaletle savaşanlardan. Yazar sorumluluğundan, gazetecilik bilincinden dem vurduğu bu yazısında Füsun Akatlı “Bilir-bilmez’likten” neden korktuğunu anlatır. Cehaletin yalnız gezmediğini söyler. Bir koluna cür’eti, giderek küstahlığı öbür koluna da ukalalığı alan, hadsizliğin yanına arsızlığı, laubaliliği ekleyen kimi yazarlardan söz eder. İşte onurlu, sorumlu gazeteciler hedefe koyulurken iktidarın hoşuna gidecek yalanları, iftiraları süsleyen, bilge cümlelerle ahkâm kesenler son günlerde peş peşe gelen tutuklamalardan memnun işlerine bakıyorlar. Direnişe bir protestoya katılmak insan hakkıdır. Bu kadar sade ve yalın bir cümleyi bile savunamayacak hale gelmemizi sağlayan yozluk bizi aynı direnişte aynı meydanda bulunan Ayşe Barım tutuklanırken, iktidarın oyuncusunun devlet kurumu yönetmesinin çelişkisinden adalet çıkarmaya çalıştığımız garip yere savuruyor. Cehaletle savaş bilgi ve ahlakla mümkün. Aydın yeri geldiğinde kendine bile muhalif olandır. Muhalif aydın kendi için değil toplum için hep daha iyiyi arayandır. Barış Pehlivan’ın kalemi parmaklık arkasında durmaz. Zira o kaleme hükmedenin berrak aklı ve vicdanı olduğunu hepimiz biliyoruz. Akıl geriye gitmez bilgi ve deneyimle sadece ileriye akar.

Okuyan insanın azalmasıyla kabaran cehaletin, kötülüğün önünü açan boşluğunda çok hüzünlü ama bana çok iyi gelen bir etkinlikte tertemiz bir gün geçirdim geçenlerde. Adıyla müstesna gencecik yaşta yitirdiğimiz Aydın İleri’nin bilgi ve kültür yoluna verdiği emek çok sevdiği son çalışma yeri olan kütüphanede ölümsüzleşti. Geçmiş dönem Bergama belediye başkanımız Mehmet Gönenç bir kentin belediye başkanı olma sorumluluğunu aydın olma ve aydınlanma bilinciyle kuşanmış ve Bergama’yı bu anlamda zenginleştiren bir başkan olarak görevde kaldığı iki dönem boyunca doğup büyüdüğü kentin kültürel mirasını koruyarak geliştirmenin o kentin insanlarını da geliştirmek olduğunu bilerek çalıştı. Her alanda farklı ihtiyaçlara çözüm getirecek kavrayışın bilgi ve kültürle sağlanacağı düşüncesiyle Bergama’nın kültür belleğini diri tutarak ve tazeleyerek kamusal alanı genişletti.

Toplumun bilgiyle buluştuğu en önemli mekânlardan biri bilgiyi bireyin yaşamına sokmaya aracılık eden kütüphanelerdir. Bireysel bilgiyi kolektif bilgi, duygu ve deneyim paylaşımına aktaracak işlevsellikte bir kütüphanenin değeri tartışılmaz. Mehmet Gönenç Bergama’ya gerçek bir kültür merkezi kazandırırken içi boş heybetli, gösterişli bir bina hayal etmedi. İşlevine uygun nitelikte mimari ve estetik kaygısı da olan, akustiğinden, konforuna en ince ayrıntısına kadar işinin ehli uzmanlara danışılarak tasarlanmış; tiyatro sahnesiyle, sinema salonuyla, sergi alanıyla, kütüphanesi ve kahvesiyle bir bütün olarak iyi düşünülmüş Bergama Kültür Merkezi’ni sayısız nitelikli sanat eseri ve etkinlikle buluşturdu. Bu merkezin kütüphanesini de mesleğine tutkuyla bağlı, çalışkan bir muhalif aydına; Aydın İleri’ye emanet etmişti. Aydın benden yaşça küçüktü ama İstanbul Üniversitesi Kütüphanecilik Bölümü Başkanı Jale Baysal’ın öğrencisi olmuştuk ikimizde. Benim yan ders aldığım bu branş onun kariyeriydi. Çok kıymetli Jale hocamızın yüzünü bir gün karartmamış, onun da ismini gelecek kuşaklara aktaracak bir vefayla kitaplara, kütüphanelere olan bağlılığını, birikimini cömertçe paylaşan, heyecanlı bir kültür insanı, aydınlık savaşçısı olmuştu. Mehmet Gönenç’in davetiyle geldiği Bergama’yı çok sevmiş, Bergama’nın tarihiyle, doğasıyla, kültürüyle her özelliğini araştırmış bilgisine bilgi katmıştı. Eşit, adil bir yaşam için demokrasi kadar dayanışma ve paylaşmanın önemine inanıyordu. Yüreğinde herkese yer ve çokça sevgi vardı. Mesleği için olduğu gibi yaşam için de, başkalarının yaşam hakkı için de örgütlü olmaya inanırdı. Aydın, özel bir insan, iyi bir entelektüeldi. Soru sormanın yanıtlarla çoğalmayı, farlı bakış açılarıyla donanmayı, zenginleşmeyi getireceğini bilerek yaşamı boyunca sorguladı. Gün geldi 2019 seçiminde belediye AKP yönetimine geçtiğinde çok sevdiği kütüphaneden penceresiz bir depoya sürüldü. Yılmadı. Bilgi ve hak peşinde elini, aklını, fikrini, bedenini esirgemedi. Ben onu duyarlı ve mücadeleci bir genç olarak adalet mücadelemin omuzdaşlarından biri olarak tanıdım. Kadıköy’den Bergama’ya uzanan yolda pek çok güzel anı paylaştım. Antik Bergama’yı sevgili Eren Aysan’la bana gezdirdiği günkü heyecanını da mutluluğunu da unutmam mümkün değil.

Bergama Kültür Merkezi’nde her birini tek tek içerik ve kronoloji ayrımını yaparak titizlikle yerleştirdiği sımsıcak kütüphanenin en sevdiği köşelerinden birinde Büyük İskender’in büstü yer alır. O büstün yanında beğendiği, okuduğu, sevdiği yazarlarla, dostlarıyla mutlaka bir fotoğraf çekmeyi isterdi. Aydın artık o fotoğraflarda asılı kalacakken bu çok özel kütüphaneye isminin verilmesiyle birlikte çok hak ettiği gibi hatırlanarak aydınlık mücadelesinin kalbinde yaşamaya devam edecek. Bunu başta Mehmet Gönenç ve onun mirasını daha da ileriye götüreceğine olan inancımızı Aydın İleri ismini kütüphanemize verme kararıyla gösteren yeni belediye başkanımız Tanju Çelik’e borçluyuz. Her iki başkana da kültür mirasının devamlılığı adına teşekkür etmeliyiz.  

Kütüphaneler, insanlık tarihinin önemli bilgi merkezleridir. Antik dönemden itibaren farklı medeniyetler tarafından kurulan bu merkezler bilginin korunması, yayılması ve geleceğe aktarılması açısından önemlidir. Bergama deyince akla en önce ya da en çok bugün Berlin’de bulunan Zeus sunağı, belki akropol ve asklepion gelir. Oysa antik dönem Bergama Kütüphanesi Bergama’nın en önemli merkezlerinden biridir. Bu ve benzeri kütüphaneler geçmişte yalnızca kitapların saklandığı mekânlar değil, aynı zamanda bilginin üretildiği ve medeniyetlerin gelişimine yön veren kurumlardı. Özellikle Helenistik dönemde kütüphaneler, bilim ve felsefe üretiminin merkezleri haline gelerek daha büyük bir etkiye sahip olmuşlardı. Attalos Hanedanı tarafından kurulan Bergama Kütüphanesi, dönemin en büyük ve en önemli kütüphanelerinden biri olarak Helenistik kültürün Anadolu ve Doğu Akdeniz’e yayılmasında önemli bir rol oynamış, bilimsel araştırmaların ve kültürel etkileşimin en önemli merkezlerinden biri olarak kabul edilir. Burada üretilen bilgi ve arşivlenen eserler Roma İmparatorluğu’na kadar uzanan güçlü bir etkiye ivme vermiştir. Yunan felsefesinden tıp bilgilerine kadar geniş bir içeriğe sahip yaklaşık 200.000 ciltle İskenderiye Kütüphanesiyle yarışan bu kütüphane papirüs tedarikinin güçlükleri nedeniyle parşömenin keşfine vesile olmuştur. Bu keşif; hayvan derisinden yapılan parşömenin, papirüsten çok daha dayanıklı oluşuyla kitap üretiminin gelişimi ve geleceğe aktarımında da önemli bir dönüm noktası olmuştur. Kratippos, Galenos, Strabon ve Aristonikos gibi düşünürler burada çalışmalar yapmış ve fikirlerini paylaşmışlardır. İşte o görkemli kültür geçmişinin mirasını bugün Osman Bayatlı, Fahrettin Petek, Halim Yazıcı, Metin Altıok, Hüsnü Arkan gibi Bergamalı aydınlar taşıyorlar. Şüphesiz Aydın İleri de Bergama’da onlar gibi iz bırakanlardan.

Kitaplar, geçmişte aristokrasi ve entelektüel elitler arasında yer bulurken kütüphaneler ve kitapçılar sayesinde daha geniş toplum kesimlerine ulaşmayı sürdürüyor. Bilimsel bilginin yanında eleştirel düşüncenin yayılması, sansüre karşı bilgiye erişim ve eğitim reformlarıyla demokratikleşme sürecinin hızlanması hep kitaplar aracılığıyla mümkün oldu. Kitaplar aydınlanmanın yalnızca bir çağ ya da dönem olarak kalmasından ziyade bir zihniyet değişimi olarak kalıcı hale gelmesine aracılık etti. Bu nedenle de karanlık zihinlerin, baskı toplumlarının, otokrasinin hedefinde olmayı sürdürüyor. Geçmişten bugüne kütüphaneler yakıldı, kitaplar toplatıldı, yasaklandı. Yazarlar öldürülerek, tutsak edilerek susturuldu. Aydınlanmanın temel ilkelerinden olan düşünce özgürlüğü hanedanlardan kiliseye uzanan yasaklarla sınanmasına rağmen kütüphaneler sayesinde korunarak gelecek nesillere aktarıldı. Kitapların yaygınlaşması aydınlanmanın Fransız Devrimi (1789) ve Amerikan Bağımsızlık Hareketi (1776) gibi tarihsel olaylara etkisini artırdı. Sömürü ve sömürgeciliğin sorgulanmasına, yenilmesine yol açtı. Rousseau’nun “Toplum Sözleşmesi” gibi halk egemenliği fikrini yayarak monarşilere karşı demokratik hareketleri teşvik etti. Locke ve Montesquieu’nün yazıları, anayasal demokrasinin temel taşlarını oluşturdu.

Aydınlanma düşüncesinin sürdürülebilirliği, bilginin özgürce dolaşımda kalmasına ve toplumun eğitim düzeyinin yükselmesine bağlıdır. Kütüphaneler, bu bilginin korunmasını ve erişilebilir olmasını sağlayan en önemli kurumlardan olmaya devam ediyor. Bu köşede daha önce özellikle İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Yeni Nesil Kütüphane yaklaşımından bahsetmiştim. Dijital çağda “doğru” bilginin yayılmasını sağlam temellere oturtacak arşiv ve kayıt olanaklarının yanı sıra kütüphanelerin güvenilirlik, denetim ve kamusal alan olarak bilginin paylaşımı adına önemli etkinlik merkezleri olarak işlevine değinmiştim. İnternet ve dijitalleşme, bilginin herkes tarafından erişilebilir olmasını  hızlandırsa da cahilin karşısında bize doğruyu, iyiyi aktaracak güçlü kalemlere, yazarlara ihtiyacımız hep var. Google Books, Project Gutenberg, Open Library gibi dijital arşivler bilginin küresel erişimini sağlarken bilginin, hakikatin aktarımında fikir ve ifade özgürlüğünün korunması hala büyük ve önemli bir sorun.

Kentler, yalnızca fiziksel yapılar ve nüfus yoğunluğuyla değil, aynı zamanda kültürel mirasları, entelektüel birikimleri ve toplumsal hafızalarıyla şekillenir. Bir kent kimliği inşa edilirken, kütüphanelerin varlığı ve işlevi o kentin entelektüel derinliğini, kültürel zenginliğini ve tarihsel sürekliliğini belirler. Örneğin, Vatikan Kütüphanesi, Roma’nın dini ve politik tarihini yüzyıllardır saklamaktadır. Öte yandan kütüphaneler herkese açık olmalarıyla kent içinde demokratik ve eşitlikçi bir bilgi paylaşım alanı yaratırlar. Kent sakinleri, burada bir araya gelerek tartışmalar yapabilir, eğitim alabilir ve ortak belleği oluşturabilir. Bir kentin, kütüphaneleri ve arşivleri ne kadar güçlü ve ulaşılabilir ise, eğitim, bilim ve sanat üretimi açısından da o kadar önemli bir merkez haline gelir. Kütüphaneler, kentlerin sadece bilgi arşivleri değil, aynı zamanda toplumsal hafızanın, demokratik bilincin ve kültürel kimliğin taşıyıcılarıdır.

Ben bir toplumun güçlü bir kimliğe sahip olabilmesi için kamusal bilgiye erişimin önemli olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle bugün bizi kuşatan karanlıktan çıkış için bilgiye, kitaplara, fikir tartışmalarına ihtiyacımız var. Canlı ve aktif kültürel mekânlarda buluşarak mücadeleyi en önce kendi alışkanlıklarımızı, kendi sessizliğimizi, beklentilerimizi, hayallerimizi sorgulayarak birey olarak sorumluluklarımızı kavrayarak kuvvetlendirmeliyiz. Bunun için Aydın İleri Kütüphanesi gibi mekânların çoğalmasını ve bu mekânların ne etkinlik ne izleyici, katılımcı yoksunluğu çekmemesini sağlamak zorundayız.