Google Play Store
App Store

Martin Scorsese-Robert de Niro işbirliğinin en başarılı örneği olan Taxi Driver/Taksi Şoförü'nün (1976) bir sahnesinde, Travis (de Niro) bir arkadaşından tavsiye ister. Taksi şoförlerinin sıkça gittiği bir kafenin önünde geçen bu sahne, aslında ortamın ve dönemin iletişimsizlik problemlerini vurgular.

Cahil Vietnam gazisi Travis, taksi şoförlüğü yaparken karşılaştığı olaylar karşısında ne yapacağını bilememektedir. İçinde giderek kabaran şiddeti nasıl yöneteceği, nereye yönlendireceği konusunda tavsiyeye ihtiyacı vardır. Bunun için de, New York taksicilerinin en tecrübeli ve en konuşkanlarından Wizard'ı seçer.

Travis derdini doğru düzgün anlatamaz. Wizard da, taksisine binen kadın yolcuları anlatırken yaşadığı rahatlığı kaybetmiştir. İki adam, sorularla yanıtların birbiriyle ilintisiz olduğu saçma bir konuşma yapmaktadır.

Travis hiçbir şey anlamadığını söyleyince, Wizard dayanamaz, patlar: “Ben Bertrand Russell değilim ki! Ne bekliyordun? Ben bir şoförüm.”

New Yorklu bir taksi şoförü, 20. yüzyıl Avrupa felsefesinin en önemli isimlerinden biri olan Bertrand Russell'ı nereden tanımaktadır?

Wizard, çok büyük olasılıkla, Bertrand Russell, Jean Paul Sartre, Mehmet Ali Aybar, Isaac Deutscher gibi önemli sosyalist düşünür, tarihçi ve politikacıların kurduğu 'Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi'ni bilmektedir.

∗∗∗

ABD'nin Vietnam'da işlediği korkunç suçların dünyaca bilinmesini sağlamak amacıyla kurulan ve 'Russell Mahkemesi' olarak da adlandırılan bu oluşum, 1966-'68 arasının en önemli enternasyonalist girişimlerinden biriydi. Stockholm ve Kopenhag'da toplanan bu sembolik mahkemeyle ilgili olarak Russell şöyle demişti: "Bizler yargıç değiliz. Bizler tanığız. Görevimiz insanoğlunun bu korkunç suçların tanıklığını üstlenmesini sağlamak ve insanlığı Vietnam'da adaletin safında birleştirmektir.”

Ne yazık ki Russell Mahkemesi'nin savaşın bitmesi konusunda herhangi bir etkisi olmadı, ABD'nin katliamları 1975'e kadar sürdü. Yine de bu mahkeme, '68 hareketleriyle birleşerek savaş karşıtı oluşum ve eylemleri belirleyen, yani aslında amacına ulaşan bir girişim olmayı başardı. Hatta İtalyan-Amerikan bir yönetmenin filmindeki ukala bir karakterin bile anacağı kadar da yaygın bir ünü vardı.

Ama 'esas oğlan' Travis, Russell'ı bilmiyordu. Belki adını, yapıtlarını ve yaptıklarını hiç duymamıştı. Biraz da bunun etkisiyle olsa gerek, Vietnam'da giydiği asker montunu sivil hayatta da hiç üstünden çıkarmayan Travis çılgınca silahlanmış, kendince adaleti sağlama amacıyla sokakları öfkeyle adımlamaya başlamıştı.

∗∗∗

Filmin genel tavrı, seyirciyi Travis'le özdeşleştirmeye, onun düşünce ve eylemlerini onaylatmaya yönelik biçimde kurulmuştur. Bir Vietnam gazisinin 12 yaşında bir kızın hem içi hem dışı çirkin erkekler tarafından fuhuş sektöründe istismar edilişine karşı giriştiği silahlı mücadeleye kim destek vermez ki! Böylece Scorsese, sağsol ayrımının belirsizleştiği, savaş karşıtı oluşumların ve dönemin hippi kültürünün aşağılandığı, temel çelişkilerin hiç anılmadığı ve yokmuş gibi davranıldığı çirkin bir dünya sunmuştu. Böyle bir dünyada yapılacak en etkili iş, silahını alıp sokağa çıkmak, suçlu olduğunu düşündüğün kişileri tek tek indirmekti.

'68'e karşı bir intikam girişimi gibi gelişen 1970ler ve neo-liberalizmin tüm dünyanın tek ve en iyi ideolojisi gibi sunulduğu '80ler, bu sağcı düşüncelerin yaygınlaşmasıyla geçti. Bugün Bertrand Russell'ı anan kimse yok. Russell'ın adını duymuş, bir sohbet sırasında sözünü edecek taksi şoförü, hiç yok, ne yazık ki...

Hatırlarsınız, bundan birkaç ay önce, Açık Radyo'nun sözcülüğünü üstlendiği bir 'vicdan mahkemesi' girişimi, Gazze'deki korkunç katliamlara yönelik yeni bir 'Russell mahkemesi' süreci başlatmaya çalışmıştı. Artık Açık Radyo bile yok.

Dünya bir yerlere doğru gidiyor yine; kim hangi durakta neye biniyor, nerede iniyor, göreceğiz. Ama bir yerlerde bir 'Bertrand Russell Taksi Durağı' yoksa bile, eksikliğini hisseden birileri vardır diye umuyorum.