Google Play Store
App Store

Biz betondan fışkıran çimleri takip ederken imparatoru çok ama çok korkuttuk. Biz yaşama Gezi’nin gün tortusu bir kendilikle devam ediyoruz hayata çünkü hepimiz oradaydık!

Betondan fışkıran çimenleri takip etme günü

Nesli Zağlı - Uzman Psikolog

“Özgürlük ağır bir yüktür, ruhun yüklenmesi gereken büyük ve garip bir sorumluluk. Kolay değildir. Verilen bir armağan değil, yapılan bir seçimdir; bu da zor bir seçim olabilir. Yol yukarıya, ışığa doğru çıkar; ama yüklü yolcu yolun sonuna asla varamayabilir.”  

Ursula Le Guin, Atuan Mezarları 

2013’ün kutsal Haziran ayında Gezi Direnişçileri “Artık hepimiz Gezi Parkıyız” diye slogan atıyorlardı. Ben de size aradan geçen 11 yıldan sonra hâlâ birer Gezi Parkı olduğumuzu hatırlatmak istedim.

Elbette unutmadığınızı biliyorum ama malum yatıp kalkıp sevgilisinden bahsetmek isteyen herkes gibi bizim de aylarımız yıllarımız, tünelin ucundaki ışığa ulaşmaya ramak kalmış gibi hissettiren Gezi Direnişinden bahsederek geçti. İnsan belleği kusurludur ancak şöyle bir prensiple çalışır; heyecan, heves, canlılık, direnç, mizah, coşku, umut gibi yoğun olumlu duyguları bilince yakın erişilebilir bir yerde tutarak. Çünkü bu evrimseldir, işlevseldir; yaşamın girdabında savrulup duran insanın, varlığını doğrular gibi geçen bir mevsimi hatırlaması elzemdir. Kısacası onlar da biz de hiç unutmadık, muhatabına dert olsun.

Gezi günlerinde hiçbir psikososyal analiz yapamayacak bir öfori halindeydik. Şimdi aradan geçen yıllar, dinmeyen yaralar, kırılan hayaller, kayıplar ve tutsaklardan sonra sanki daha soğukkanlı bakıyoruz olup bitene. Biz ne yaşıyoruz şu anda’nın sarhoşluğu geride kaldı. Biz insan kendiliğinin en yüce formunu yaşadık diyebiliyorum artık. Gezi Parkı savunmasıyla başlayan, şehirlere yayılan, ruhlarımızı ayaklandıran, umutlarımızın ve en insancıl beklentilerimizin başını okşayan o günlerde biz hiç tatmadığımız bir kendilik yaşadık. Her şeyden önce canlıydık; mizahi, eylemci, insani, hisli, hevesli. Bir o kadar da dayanışmacı, kararlı, anlamlı ve canlı. Heinz Kohut’un baş kuramcısı olduğu kendilik psikolojisinde kendiliğin canlılığı, ihtiyaçların görülüp, duyguların anlaşıldığı bir insan yavrusu-bakımveren ilişkisinde kazanılır. İkinci ve çok önemli bir başka kendilik halimiz; bağ kurma, sosyal alanda kabul edilebilir hissetme ve empati duyma/duyulma durumudur. Ortak çadırlar, birlikte sloganlar, yeryüzü sofraları, her fraksiyondan, yönelimden, sosyoekonomik statüden insanla kurulan bu kıymetli bağ kendiliğin en sağlıklı halidir. Gezi direnişi bizim en sağlıklı kendiliğimizdir.

Bir sabah uyandık, sadece valimiz istedi, diye kuş seslerini dinledik. Hiçbir şey tesadüf değildi, faiz lobisi değildi. Hırpalandığınızı ve ufalandığınızı hissetmeden geçen senelerin ardından bir gün aynada kendinizle –en gerçek ve en yaralı kendiliğinizle– göz göze geldiğiniz oldu mu? Bizim bir kez oldu, Gezi bize ayna tuttu. Kendiliğin gelişmesinde en önemli evrelerden biri olan aynalanmayı diyorum. Gezi bize kim olduğumuzu, ceplerimizde nelerle o günlere erdiğimizi, rengimizi, dokumuzu hatırlattı. Kokumuzu hatırlamakta zorlandık, çünkü ortalık gaz ve toz bulutuydu. Bazen bir romanı okurken hiç beklemediğiniz bir karakter, hikâye aktıkça başkalaşır ya. Biz de sanırım öyle başkalaştık. Birbirimize bakıp, dostlarımıza, yoldaşlarımıza, hastalarımıza bakıp “Gezi sana yaradı” dedik. Değişimin ve dönüşümün sistem olarak olmasa da insan ruhunda mucizeler yarattığıdır Gezi Direnişi. Tekrarlayalım, çünkü özünde insanın insana kavuştuğu bir işbirliğidir. Kocaman bir empati şemsiyesidir; altında tüm oluşları toplayan.

Çok tatlı bahislerle andığımız Gezi Direnişi, elbette ki zalimin zulmünü test ettiği, kayıplarla, yaralılarla, davalarla, haksızlıklarla, tutsaklıklarla dolu bir süreç oldu ve olmaya devam ediyor onca yılın ardından. Canlı hissederek yaşayan, bağ kuran, dayanışan, sorgulayan, karşı çıkan; ranta, talana, ayrımcılığa, yolsuzluğa, hiddete, tehdide, şiddete karşı kendilik bütünlüğünü koruyan; zihninde ince şeyler taşıyan, betondan fışkıran çimenleri takip eden, ilk üç beş günden sonrasında da parkı terk etmeyen bizler, tüm acımıza ve utancımıza karşılık yasımızı tutmayı da bildik. Unutmayın ancak bütünlüklü kendilikler yas tutabilir. Ulu Ursula’nın dediği gibi özgürlük yolu yukarı doğru çıkar ve ucunda özgürlük olmayabilir. Biz de değerli kendiliklerimizin hakkı olan özgürlüğe kavuşamamış olabiliriz. Ama eminim ki ömründe bir kez Haziranı yaşamış bir kişi, çetin kışlar boyu içini bir tatlı direnişin sıcaklığıyla ısıtabilir. Hayır hayır, umut imkânsızlıklar ve felaketler içinde boğulurken edilecek son dua değil. Umut pembe bir düşlem değil. Umut fakirin ekmeği de değil. Umut aktif bir varoluştur. Ben buradayım, umudu yaşadım iliklerime kadar demektir. Beni çevreleyen akıldışı düzene teslim olmadım ve mücadele edebilirim demektir. Umut kendiliğin yüksek bir bilişsel işlevidir.

En ufacık bir kalkışma başarısızlıkla sonuçlandığında birbirini kıyasıya suçlayan bir hamurdan gelen bizler, bu hesaplaşmaları Gezi’de en asgari düzeyde yaşadık. Çünkü tüm sahiciliğiyle ve spontanlığıyla Gezi Direnişi, anbean ihtiyaçların, aksiyonların, müdahalelerin gözetilip; bireysel, kurumsal ve global reaksiyonların oluştuğu “organik bir süreçti”. İnsan kendiliğinin gelişimsel kutuplarından ideallerin, hedeflerin, ülkülerin bütünleştiği bir süreçti. Gezi Direnişi hem insanlığa ve insanlığın nasıl olması gerektiğine dair büyük bir anlam taşırken; hem de çok mikro düzeyde eylemlerin, nesnelerin, esprilerin, simgelerin, temsillerin ve inceliklerin peşine düşmek gibiydi. Söz konusu park, doğa, hayvan, çevre, şehirdi ama bir o kadar da eşitlik, özgürlük ve adaletti. Biz betondan fışkıran çimleri takip ederken imparatoru çok ama çok korkuttuk. Biz yaşama Gezi’nin gün tortusu bir kendilikle devam ediyoruz hayata çünkü hepimiz oradaydık! Şimdi hukuksuzca tutsak olan Gezi Direnişçilerine ve artık aramızda olmayan tüm kıymetli yoldaşlarımıza selam olsun! Biz hâlâ hepimiz Gezi Parkıyız.