Kitle siyaseti çağında propaganda bir savaş alanı. NATO’nun 2030 küresel iklim krizini azaltma hedefi de bunun bir örneği. ‘Liberal demokratik çoğulcu toplum’ ağına düşenler ise bunun en büyük alıcısı.

Beyaz adamın çatallı dili: NATOliberalizm
Savaş örgütü NATO’ya Madrid’deki zirvede yeni misyonlar biçilecek. (Depo Photos)

Savaş her zaman askeri güçle ilgili olduğu kadar, ittifak kurma ve evet propaganda gücüyle de ilgili oldu. Kitle siyaseti çağında propaganda her zamankinden daha da büyük bir savaş alanı. Liberalizmle şu veya bu biçimde ilgili değerler, normlar ve gruplar ise hiçbir zaman bugün olduğu kadar savaş taraftarlığının, militarizmin bir parçası olmamışlardı.

İsrail ordusunun kadın askerlerinin saçlarını kanser hastalarına peruk yapmak için bağışlama kampanyası bunlardan birisi. Gazze’yi bir açık hava hapishanesine çevirmekle kalmayan İsrail ordusu, Filistinli kanser hastalarının bölgeden tedavi için çıkmasına bile izin vermezken “zarif bir güzellik” kampanyasına taraftar bulabileceğini umuyordu. İsrail ordusu “teröristler” ile mücadele ederken “zarafetini” kaybetmiyordu. Alıcısı oluyor mu bu imaj kampanyasının derseniz tartışılır. Ama İsrail ordusu açısından kendilerinin şefkat ve zarafet kavramlarıyla yan yana getirilmesi önemli olsa gerek ki böyle kampanyalar yapılıyor.

EKOLOJİ VE DEMOKRASİ KULÜBÜ OLARAK NATO

NATO’nun 2030 konseptine küresel iklim krizini azaltma hedefini yerleştirmesi bunun bir başka veçhesi. Haziran ayıdan NATO Madrid Zirvesi’nde onaylanacak 2030 konseptinin, “kurallara dayalı uluslararası düzeni koruma”, “siyasal diyalog”, “sürdürülebilir demokrasi” gibi kavramların yanına bir de “iklim krizi ile mücadele” ekleniyor.

Neredeyse bir ekolojik örgüt duyarlılığı. Alıcısı var mı? Evet. Kendisini liberal değerler, normalar ve geleneklerle ilgili gören hiç de küçümsenmeyecek bir alıcı kitlesi var. Bunlar sokaktaki insanlardan, iş dünyasına, entelektüel çevrelere, akademisyenlerden devlet başkanlarına, yeşil ve sosyal demokrat partilerden liberal partilere kadar uzanan geniş bir “liberal demokratik çoğulcu toplum” ağına hitap eden söylemler. Aslında bu ağ günümüzde bu ikiyüzlü söylemin sadece alıcısı değil aynı zamanda satıcısı da durumunda.

NATOLİBERALİZM

Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı ile doruk noktasına ulaşan krizde, bir başka adla söyleyecek olursak NATO-Rusya savaşında, mücadelenin “diktatörlükler ile liberal demokrasiler arasında” yahut “otoriter liderler ile çoğulcu açık toplumlar” arasında bir mücadele olduğunu propaganda eden çok büyük ve neredeyse hegemonik bir söylem yayılıyor. Her başarılı propaganda gibi bu propaganda da belirli bir gerçeği, haklılığı barındırıyor. Öbür yarısı ise beyaz adamın çatallı dilinin karanlık yarısını.

Bu propaganda da mücadelenin karşısına konan tarafın diktatöryal yahut otoriter olduğuna, en azından çoğulcu olmadığına kimsenin diyecek bir lafı olamaz. Şu dünyada Putin’in çoğulcu bir demokrat olduğunu iddia edecek kişiye muhtemelen Vladimir Putin’in kendisi bile tebessüm eder.

Öte yandan bu otoriter, yayılmacı, militarist yaklaşımın karşıtının çoğulcu değerleri, liberal geleneğin örneğin Immanuel Kant’tan devşirdiği “demokratik barış tezini” temsil ettiği ise büyük bir aldatmaca. Bu aldatmacanın kendine liberal görüntüsü veren yayıcılarına ise liberal bile denemeyeceği, en azından geçmişin savaş karşıtı liberallerine bir parça saygı gereği başka bir isim verilmesi gerektiğini düşünüyorum ki “natoliberalizm” bunlar için en betimleyici kavram adayı gibi görünüyor.

Kant “daimi barış” çalışmasında ulusların cumhuriyet biçiminde örgütlenmesinin yani siyasal erki krallara, imparatorlara bırakmaksızın kendisinin alması durumunda savaşlara onay vermeyeceklerini ileri sürmüştür. Bu argüman gerçek dünyada, uluslararası siyasetin doğasını ne ölçüde yansıtır tartışılır ama bunun özgürlükçü ve barışçıl bir yaklaşım olduğu tartışılamaz. İkinci olarak kademeli olarak “düzenli orduların” tasfiye edilmesi gerektiğini ortaya koyarak militarizmi hedef tahtasına koyar ve ardından da uluslar üstü bir hukuk düzeni inşa etme hedefinden bahseder vb.

Bu yaklaşımın tersi doğrudur. Yani otoriter liderler, krallar, tek adamlar ve çoğulcu olmayan karar mekanizmalarının savaşa daha meyilli olduğunun sayısız örneği verilebilir. Öte yandan cumhuriyet ile yönetilen ve içeride asgari demokratik kurumlara sahip devletlerin savaşa meyletmeyeceğini ileri sürmek ise tam bir yalan. İsrail en bilinen örnektir: İçeride kendisi için işleyen demokratik kurumları, basın hürriyeti, örgütlenme hürriyeti, adil ve hür seçimler gibi minimal liberal demokratik kriterleri karşılayan İsrail aynı anda dünyanın sayılı ırkçı rejimlerinden birisidir. Dış politikası ağır militarist konseptlere dayalıdır.

ABD’nin, Birleşik Krallık ve Fransa’nın dünyada bolca örneği bulunan otoriter rejimlere, krallıklara, tek adam rejimlerine oranla ülkelerinin içinde minimum “liberal demokratik” kurumlara sahip olduğu da vakıa. Ancak bu ülkelerde basın hürriyeti ya da bu rejimlere düşman komünist partilere bile faaliyet hürriyetinin olması, yahut akademik dokunulmazlıklar, teknik anlamda dahi olsa “hür ve adil seçimler”, çoğulculuk vb pek çok norm ve kurum olsa da, dış siyasetlerinde sayısız, evet sayısız kıyıma, soykırıma, darbeye, askeri müdahaleye imza atmış olmaları nasıl açıklanacak?

YURTTA LİBERALİZM DÜNYADA MİLİTARİZM

Natoliberalizm içeride “liberal demokratik” olup dışarıda militarist emperyalist olmaya çatal dilli bir mazeret mecrasıdır. Beyaz adam ve kadınların ülkeleri dışındaki katliamları gerekçelendirmek için başvurdukları, buralara “medeniyet taşıma misyonu”nun yeni adıdır natoliberalizm. Cezayir’e yüzbinlerce insanı katlederek medeniyet taşırken Fransa, seçimleri, göreli çoğulculuğu, sendikal hürriyetleri, akademik serbestiyeti vb olan bir ülke değil miydi?

Sadece Soğuk Savaş döneminde değil son 30 yılda da sayısız ülkeye hiçbir uluslararası hukuk normuna uymaksızın müdahale etmiş ve etmekte olan bir savaş örgütünün günahlarını aynı günahı benzer bir norm tanımamazlıkla hayata geçirmeye başlayan Putin’le aklayamazsınız.

İç siyasette liberal dış siyasette militarist, darbeci, kıyımcı ve kural tanımazlığı, bulduğunuz bir kötü persona ile aklayamazsınız. Hele NATO ve NATO liberalizm eleştirilerine Putinizmin sinsi, gizli, dolaylı aklayıcılığı damgasını hiç vuramazsınız. Zira Putin dış siyaset kural tanımazlığında en çok sizlere benziyor. Propaganda boyutunda elinize su dökemez ama militarist yaklaşımlarda hemen hemen bazılarınızı yakalamaya başlayan bir kardeşinizdir o. Kulübünüze zorla girmeye çalışan, size öykünen, sizin gibi olmaya çalışan bir aday.